menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kürt özneleşmesi mi, Türkiye paradoksu mu?

13 0
30.09.2025

Son süreçte çok sık dile getirilen bazı sorular var. “Önderlik neden bütün umutlarını Türkiye’ye bağlıyor? Neden sürekli ortak kader, ortak gelecek vurgusu yapıyor? Kürt tek başına özne olamaz mı?” Bu sorular bireysel kaygılar olarak ifade edilse de Kürt siyasetinde, özellikle de farklı parçalardaki deneyimlerin güçlenmesiyle birlikte daha sık tartışılır hal aldı. Kimileri, Türkiye’ye bu kadar ağırlık verilmesini bir paradoks, hatta bir tür “bağımlılık” olarak görüyor.

Peki gerçekten öyle mi?

Kürt meselesi, şüphesiz hiçbir zaman sadece Kürtlerle Türkler arasında yaşanan bir çelişki olmadı. 20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla başlayan süreç, Kürtleri uluslararası siyasetin pazarlık unsuru haline de getirdi. 1920 Sevr Antlaşması, Kürtlere kendi kaderini tayin hakkı vaat ederken, üç yıl sonra Lozan Antlaşması bu hakkı ortadan kaldırdı. Fakat Lozan, Kürtlerin statüsüz bırakılması kadar Kürt meselesinin bir “uluslararası sorun” haline getirilmesi anlamına da geliyor. İngiltere ve Fransa gibi dönemin emperyal güçleri, Kürtleri kendi sömürge çıkarlarının aracı olarak kullandılar ve statü talebini sürekli bir pazarlık unsuru olarak gündemde tuttular. Böylece Kürt sorunu, Ortadoğu’daki güç dengelerinin sürekli yeniden ürettiği bir çatışma etkeni haline geldi.

TC’nin kuruluş paradigması da bu uluslararası düğümle birleşti. Yeni devlet, ulus-devlet inşasını Kürt kimliğini yok sayarak yürüttü. Kürt varlığı ve dili yasaklandı. Türkiye bu yönüyle bütün bölgenin demokratikleşmesinin önündeki temel engellerden biri haline geldi. Bugün halen Türkiye’nin siyasi ve askeri gücü, Kürt sorununu çözmek yerine........

© Yeni Yaşam