Bu dava kalabalıklarla değil, bedel ödeyenlerle yürür
Dostlar, yurttaşlar, bu ülkenin suskun tanıkları…
Beni bir övgüye çağırmadınız, biliyorum. Zaten övgüler, hak edilmediğinde yalnızca yankı yapar. Ben buraya bir hikâye anlatmaya geldim. Bir hayalin, bir gövdenin ve o gövdenin etrafında çoğalan gölgelerin hikâyesini.
Bu hikâye, sanıldığı gibi bugünün meselesi değildir. Bu topraklarda bir “istikamet fikri”, bir “devlet ahlakı” ve bir “vicdan çizgisi” yüzyıllardır dolaşır. Abdülhamit Han’ın yalnızlığıyla başlar; Mehmet Âkif’in dizelerinde acıya, Necip Fazıl’ın kelimelerinde, Necmettin Erbakan’ın alnındaki terle isyana dönüşür. Kimi zaman sürgün olur bu dava, kimi zaman mahkûmiyet, kimi zaman da parti kapatması. Bu dava, hiçbir zaman tamamen susmadı, susmayacak da.
Bir zamanlar bu topraklarda bir gençlik hayali kuruldu. Yaşından bağımsız, yüzü henüz kirlenmemiş, kalbi yorgun ama niyeti diri bir gençlik… Şairlerin kelimelerinde doğdu bu hayal; kürsülerde büyüdü, meydanlarda kalabalıklaştı. Adı konmadı belki ama herkes bilirdi. Bu hayal, iktidarın değil, istikametin hayaliydi.
Çeyrek asırdır bu istikameti omuzlayan adam, Recep Tayyip Erdoğan oldu. Zamanla gönülleri feth edip bir lider oldu. Omuzlarına yalnızca seçmen iradesini değil, tarihin tortusunu da aldı. Abdülhamit’in miras bıraktığı kuşatılmışlık hissini, Âkif’in “Asım’ın Nesli” diye haykırdığı ahlak arayışını, Necip Fazıl’ın “kim var?” sorusundaki yalnızlığı, Erbakan’ın “Seni Seviyoruz Savunan Adam”ını birlikte taşıdı.
Yürüdüğü yol düz değildi; taşlıydı, pusuluydu, bedelli bir yoldu. Her adımda bir itiraz, her dönemeçte bir kuşatma vardı. Ama o yürüdü. Çünkü bazı insanlar iktidara değil, inşa etmeye taliptir.
Ne var ki her inşa, beraberinde bir kalabalık getirir. Ve kalabalıklar, çoğu zaman taşıyıcı değil, tüketici olur.
Zamanla bu........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein