GÖRÜŞ - İLYAS ÜZÜM
[email protected]

Dolayısıyla sağlıklı din ve dindarlık anlayışı belli ibadet formlarının yerine getirilmesiyle sınırlı olmadığı gibi, Yaratıcıya karşı görevler göz ardı edilerek insanlar arasında iyi ilişkilere inhisar ettirilen hümanist bir karakterle de sınırlı değildir. Esasında kulların Kendisine iman ve itaatle mukabele etmeleri gerektiği Yaratıcının hükmü olduğu gibi insanlar arasındaki ilişkilerde veya çevreye karşı tutumuzda insaniyetimize uygun davranmak da Onun hükümleri içerisinde yer alıyor. Söz gelimi, Bakara suresinin başında müminlerin gayba iman etmeleri, namazı ikameleri, kendilerine rızık olarak verilenlerden infakta bulunmaları, önceki kitapları ve Kur’an’ı tasdik etmeleri, ahiretin varlığını kesin bir şekilde benimsemeleri ifade edilirken1 Hucurât suresinde müminlerin birbirlerini alaya almamaları, kötülememeleri, kötü lakapla çağırmamaları, birbirleri hakkında su-i zanda bulunmamaları, birbirlerinin gıybetini yapmamaları2 emrediliyor.

Sözü getirmek istediğimiz husus insanlar arası ilişkilerde ilahî mesajları dikkate almak gerektiğini bir kez daha hatırlamak! Hucurât suresinde “iman kardeşliği” kavramına da temel teşkil eden ayette şöyle buyruluyor: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin”3. Görüldüğü üzere ayet-i kerime; a) iman edenlerin birbirlerinin kardeşi olduğu, b) kardeşler arasında sorunların bulunabileceğinden hareketle düzeltme çabasına girmek gerektiği, c) Allah’a karşı saygılı yani takvalı olma, d) böyle olunduğunda ilahî rahmete nail olunabileceği olmak üzere dört noktanın altını çiziyor. Ayetin başını ve sonunu birlikte düşündüğümüzde “iman kardeşliği”nin hakkını verme ile “ilahî rahmete mazhar olma” arasındaki bağa dikkat çekildiği fark ediliyor.

Sözlüklerde “kardeş” kelimesinin “aynı karın yani aynı bedenden var edilen” anlamında “karındaş” sözcüğünden geldiği ifade olunuyor. Bu anlamda kardeş ilk anlamı bakımından aynı anneden doğan kişileri ifade ettiği için “kan kardeşi” diye anılıyor. Fakat kelime zamanla aynı soya, aynı oymağa, aynı millete, aynı ideolojiye, aynı dine mensup olanları içine alacak şekilde genişliyor; kabile kardeşliği, kavim kardeşliği, iman kardeşliği… gibi tabirlerle ifade edilen gerçeklikler ortaya çıkıyor. Bu çerçevede “iman kardeşliği” doğrudan vahyin ifadesi olduğu için büyük önem taşıyor. Çünkü iman onlarca, yüzlerce, binlerce “müşterekliği” ihtiva ediyor. Said Nursi bunu şöyle ifade ediyor: “…İmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i ilahî adedince vahdet alakaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Mesela, her ikinizin Hâlıkınız bir, Ma’bûdunuz bir, Râzıkınız bir; bir, bir, bine kadar bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir; bir, bir, yüze kadar bir.”4 Demek ki “iman kardeşliği”nde imanın altı esasına inanıldığı için altı temel kategoride müştereklik oluyor, ama aynı zamanda bu müştereklerin her birinin detayı dikkate alındığında sayı binleri aşan bir yekuna ulaşıyor. Mesela “Allah’a iman” açısından bakıldığında Allah’ın isimleri sayısınca ortak bağlar söz konusu oluyor.

O halde iman kardeşliği aynı dine inanmaktan kaynaklanan binlerce ortak paydanın bulunduğu muazzam bir bütünlüğün ifadesi oluyor. Dahası Kur’an’da öğretildiği üzere müminler birbirlerine, “Rabbimiz! Bana, anne-babama ve müminlere hesap gününde mağfiret ihsan eyle”5 diye dua ettiği için arada yine çok büyük bir manevi-hukuki bağ kuruluyor. Mesela beş vaktini kılan ve namazlarda selamdan önce bu duayı (Rabbenâğfirlî) okuyan bir kimse bütün müminlere günde on beş civarında dua ediyor. Böylece iman kardeşliği pek çok inanç bağının bulunması yanında manevi hukukun söz konusu olduğu çok yönlü, çok derinlikli, çok geniş bir kardeşlik alanına işaret ediyor. Elbette bu bağ dünya hayatında da müminlerin birbirlerinin hukukunu gözetmesi, birbirlerine düşmanlık beslememesi, birbirlerini sevmesi gibi sonuçları beraberinde getiriyor yahut getirmesi gerekiyor. Nitekim Resul-i Ekrem (asm)’ın sahih, çok bilinen şu meşhur hadisi çarpıcı bir mahiyet taşıyor: “İman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”6 Bu rivayette Cennete girmenin şartı olarak imanın zikredilmesi, imanın şartı olarak da müminlerin birbirlerini sevmesinin belirtilmesi dikkat çekiyor.

Lafzî bakımdan yaygın bir kullanımı olmasa da pratikte çok baskın olan “siyaset kardeşliği” tabirine gelince, basit olarak bunu “aynı siyasi görüşü paylaşanların tesis ettiği ortaklık” diye tanımlayabiliriz. Bu ortaklık dar anlamda “aynı siyasi yapıyı benimsemek yahut desteklemek” demek olabileceği gibi biraz daha geniş anlamda “prensipler temelinde siyasete bakışı” da içine alabilir. Birinci anlamıyla siyasi kardeşlik belli bir partiye mensubiyeti ihtiva ettiği için, kişi, siyasi tercihini aynı partiden yana koyan herkesi bir bakıma “siyaset kardeşi” olarak görüyor. Onlara diğerlerinden daha fazla yakınlık duyuyor, daha fazla muhabbet besliyor. Burada söz konusu kişi için parti desteği ne kadar güçlü olursa siyasi kardeşlik duygusu o oranda güçlü oluyor. Aynı husus siyaseti geniş anlamda düşünenler için de söz konusudur. Çünkü siyasete prensipler bazında bakmak yahut siyaseti olumlu veya olumsuz yönleri ile değerlendirmek de bir tür siyaset olarak yorumlanıyor.

“İman kardeşliği” ile “siyaset kardeşliği” tabirlerini karşılaştırdığımızda ilkinin dünyadan ahirete uzanan adeta sonsuz bir zamanı ve çok geniş bir kitleyi, ikincisinin sadece dünya ile sınırlı olduğu ve ulusal bir karakter taşıdığı için çok dar bir çevreyi içine aldığı görülüyor. İlkinin değişmediği, ikincisinin şartlara göre değişen bir niteliğe sahip olduğu anlaşılıyor. Yine ilkinin gerektiğinde kişinin mal ve canını verebilecek kadar güçlü bir kimliği ifade ettiği, ikincisinin -istisnai sayıdaki fanatikler hariç- daha esnek, daha gevşek bir karaktere işaret ettiği fark ediliyor.

Burada çok önemli bir konu “iman kardeşliği” ile “siyaset kardeşliği”nin birbiriyle çeliştiği durumlarda nasıl bir yol takip edileceğidir. Çünkü aynı iman hakikatlerine inanan insanlar siyasi bakımdan farklı görüş ve düşünce içinde olabiliyor. Zira iman esasları “kat’î nasslara” ve “nasların kat’î delillerine” dayandığı için “kesinlik” ifade ederken siyasi görüşler “zannî” bir mahiyet taşıyor. İşte burada anahtar ölçü “iman kardeşliğini siyasi kardeşliğe kurban etmemek” olarak görünüyor! Bunun için iman dairesinin önemi, şümulü ve alanı ile siyasetin yerini birbirinden çok iyi ayırmak gerekiyor. Evet, siyasetin imanın hakikatleri ile bağlantılı olan kısmı bulunmakla beraber bunu ya insanlar yeterince fark etmede zorlanıyor ya da fark etse bile güncel siyasi gelişmelere uyarlamada sıkıntılarla karşılaşıyor. Dolayısıyla imanda binlerce müştereki olanlar siyasette farklı kulvarlarda koşabiliyor.

Bu konuda Said Nursi’nin Eşref Edip’le ilgili olarak zikrettiği söz güzel bir örnek teşkil ediyor. Araştırmalarda ortaya konulduğu üzere, Eşref Edip genel olarak “İslamcılık” diye anılan bir siyasi görüşün sahibi. Hatta çıkardığı mecmua ile bu görüşün Osmanlı’da ilk defa basın aracılığıyla ifadesini bulmasına vesile olan kişi şeklinde tasvir ediliyor7. Said Nursi’nin ise iman hizmetini merkeze alan, dolayısıyla siyasi düşünceleri İslamcılık ideolojisi ile örtüşmeyen bir şahsiyet olduğunu biliyoruz. Talebelerinin bir sorusu üzerine Nursi, önce “Eşref Edip’in iman hizmetinde kırk yıllık arkadaşı, Sebilürreşad’da makale yazan kardeşlerinin mümessili ve hakiki İslamiyet mücahitlerinden bir kardeşi” olduğunu beyan ediyor. Ardından Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alakalarının olmadığını, Risale-i Nur rıza-yı ilahiden başka hiçbir şeye alet edilmediğinden içtimai ve siyasi cereyanlara karışmak istemediklerini ifade ediyor. Sonra da Sebilürreşad ve Doğu gibi mecmualar iman hakikatlerini ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için onları bütün ruh-u canıyla takdir ve tahsin ettiğini söyleyip “onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasına değil” şeklinde değerlendirme yapıyor. Gerekçe olarak da iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaması gerektiğini, derste dost-düşmanın fark etmeyeceğini, halbuki siyasi tarafgirliğin bu manayı zedeleyip ihlası kıracağını söylüyor.8

Said Nursi’nin bu değerlendirmesini dikkate alarak “iman kardeşliği” ve “siyaset kardeşliği” konusunda şu noktalara işaret olunabilir: a) İman kardeşliği her türlü kardeşliğin üstünde olup hiçbir şeye kurban edilemez; b) İman, tezahürleri ve sonuçları itibariyle her alana olduğu gibi siyasi alana da yansır; c) Mümin siyasi görüşünü çevresindeki eğilime, çıkar ilişkisine, hamasi duygulara vs. göre değil, vahyin vurguladığı adalet, meşveret, hürriyet, liyakat gibi temel kriterleri yaşanan siyasi şartlara sağlıklı bir şekilde uygulayarak oluşturmalıdır; d) Günümüz siyasetinde sosyal mühendislik faaliyetleri ve medya propagandası hesaba katılarak manipülasyonlardan uzak kalmak için ferdi çaba ile yetinmek yerine, kişi, “şahs-ı manevi”nin istişaresine dayanmalıdır; e) Bu şekilde sağlam kriterlere göre oluşan siyasi görüşünü, yeri geldiğinde farklı siyasi görüşteki kimselerle, gerekçelerini söyleyerek paylaşabilmelidir; f) İman kardeşliği “kat’î”, siyaset kardeşliği “zannî” bir mahiyet taşıdığı için, mümin, farklı siyasi görüşteki müminlerle “iman kardeşliği” olduğunu unutmaksızın “siyaset kardeşi” olmadığını söyleyebilmelidir.

Sonuç olarak iman kardeşliği ile siyaset kardeşliğinin örtüşmesi ideal olmakla beraber bu idealin sağlanamadığı durumlarda mümin, farklı siyasi görüşte olan müminlerle “siyaset kardeşi” olmadığını ifade edebilmeli, ancak bu iman kardeşliğini perdeleyecek veya yok sayacak bir noktaya ulaşmamalıdır, denebilir.

Dipnotlar:

1- Bakara 2/2-4. 2- Hucurât 49/11-12. 3- Hucurât 49/10. 4- Said Nursi, Mektubat (İstanbul 2020, YAY), s. 256-257. 5- İbrahim 14/41. 6- Müslim, “İman”, 93. 7- Esma Polat, Eşref Edip Fergan’ın Hayatı, Eserleri ve Edebi Kişiliği (Ankara 2011, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 172. 8- Said Nursi, Emirdağ Lahikası (İstanbul 2020, Mektup no: 250), s. 281.

QOSHE - “İman Kardeşliği” ve “Siyaset Kardeşliği” Üzerine Bazı Çağrışımlar - Prof. Dr. İlyas Üzüm
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“İman Kardeşliği” ve “Siyaset Kardeşliği” Üzerine Bazı Çağrışımlar

11 10
13.02.2024

GÖRÜŞ - İLYAS ÜZÜM
[email protected]

Dolayısıyla sağlıklı din ve dindarlık anlayışı belli ibadet formlarının yerine getirilmesiyle sınırlı olmadığı gibi, Yaratıcıya karşı görevler göz ardı edilerek insanlar arasında iyi ilişkilere inhisar ettirilen hümanist bir karakterle de sınırlı değildir. Esasında kulların Kendisine iman ve itaatle mukabele etmeleri gerektiği Yaratıcının hükmü olduğu gibi insanlar arasındaki ilişkilerde veya çevreye karşı tutumuzda insaniyetimize uygun davranmak da Onun hükümleri içerisinde yer alıyor. Söz gelimi, Bakara suresinin başında müminlerin gayba iman etmeleri, namazı ikameleri, kendilerine rızık olarak verilenlerden infakta bulunmaları, önceki kitapları ve Kur’an’ı tasdik etmeleri, ahiretin varlığını kesin bir şekilde benimsemeleri ifade edilirken1 Hucurât suresinde müminlerin birbirlerini alaya almamaları, kötülememeleri, kötü lakapla çağırmamaları, birbirleri hakkında su-i zanda bulunmamaları, birbirlerinin gıybetini yapmamaları2 emrediliyor.

Sözü getirmek istediğimiz husus insanlar arası ilişkilerde ilahî mesajları dikkate almak gerektiğini bir kez daha hatırlamak! Hucurât suresinde “iman kardeşliği” kavramına da temel teşkil eden ayette şöyle buyruluyor: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin”3. Görüldüğü üzere ayet-i kerime; a) iman edenlerin birbirlerinin kardeşi olduğu, b) kardeşler arasında sorunların bulunabileceğinden hareketle düzeltme çabasına girmek gerektiği, c) Allah’a karşı saygılı yani takvalı olma, d) böyle olunduğunda ilahî rahmete nail olunabileceği olmak üzere dört noktanın altını çiziyor. Ayetin başını ve sonunu birlikte düşündüğümüzde “iman kardeşliği”nin hakkını verme ile “ilahî rahmete mazhar olma” arasındaki bağa dikkat çekildiği fark ediliyor.

Sözlüklerde “kardeş” kelimesinin “aynı karın yani aynı bedenden var edilen” anlamında “karındaş” sözcüğünden geldiği ifade olunuyor. Bu anlamda kardeş ilk anlamı bakımından aynı anneden doğan kişileri ifade ettiği için “kan kardeşi” diye anılıyor. Fakat kelime zamanla aynı soya, aynı oymağa, aynı millete, aynı ideolojiye, aynı dine mensup olanları içine alacak şekilde genişliyor; kabile kardeşliği, kavim kardeşliği, iman kardeşliği… gibi tabirlerle ifade edilen gerçeklikler ortaya çıkıyor. Bu çerçevede “iman kardeşliği” doğrudan vahyin ifadesi olduğu için büyük önem taşıyor. Çünkü iman onlarca, yüzlerce, binlerce “müşterekliği” ihtiva ediyor. Said Nursi bunu şöyle ifade ediyor: “…İmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i ilahî adedince vahdet alakaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Mesela, her ikinizin Hâlıkınız bir, Ma’bûdunuz bir, Râzıkınız bir; bir, bir, bine kadar bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir; bir, bir, yüze kadar bir.”4 Demek ki “iman kardeşliği”nde imanın altı esasına inanıldığı için altı temel kategoride müştereklik oluyor, ama aynı zamanda bu müştereklerin her birinin detayı dikkate alındığında sayı binleri aşan bir yekuna ulaşıyor. Mesela “Allah’a iman” açısından bakıldığında Allah’ın isimleri sayısınca ortak bağlar söz konusu oluyor.

O halde iman kardeşliği aynı dine inanmaktan kaynaklanan binlerce ortak paydanın bulunduğu muazzam bir bütünlüğün ifadesi oluyor. Dahası Kur’an’da öğretildiği........

© Yeni Asya


Get it on Google Play