Bu iki unsuru birbirine kırdırarak düşman etmek için son yüz yılda hemen her şey yapıldı. Şükür ki, yine de başarılı olunamadı.

Esasen, Türkler ile Kürtleri ayırmak için dünyanın süper güçleri toplanıp ittifakla çalışsalar, yine de bunda muvaffak olamayacaklarına inanıyoruz. Hem, nasıl ayırabilirler ki? Doğudan batıya milyonlarca evlilik yapmış ve yapmaktalar. Dostluk, komşuluk, iş ve mesai arkadaşlığı kesintisiz devam ediyor. Bütün bunları ayırmaya kimse güç-kuvvet yetiremez ki…

Ecnebi müfsitlerin yaptığı ve yapacakları tek şey, bu iki kardeş unsuru türlü bahane ve yara kaşıyıcılığı yapmakla birbirine kırdırmak, onları adeta “düşman kardeşler” haline getirmeye çalışmaktan ibaret.

Kardeşleri birbiriyle çatıştırıp kırdırma ateşine odun taşıyanların içinde, maalesef hem Türkçülük, hem de Kürtçülük yapanlar var. Tabii, bilerek yahut bilmeyerek ecnebilerin âleti oluyorlar. Bir kısmı da gafilâne-cahilâne gidiyor. Irkçılık marazı onların dengesini bozmuştur. İşinin sonunu hesaplamadan patavatsızca hareket ediyorlar. Ufukları dar, muhakemeleri kıttır.

Esasen, ırkçılık manasında milliyetçilik davası güdenlerin çoğu ya geri zekâlıdır, yahut da zekâ geriliğine müptela oluyorlar. Aklı başında olanlar, fikir ve hareketlerini o gafillerin muzır sloganlarına bina etmez.

*

Yakın tarihte karşılıklı olarak yapılan hatalara objektif bir nazarla baktığımızda şunu görüyoruz: Bundan 99 yıl evvel Anadolu’nun doğusunda Şeyh Said Hadisesi yaşandı. Bu kanlı hadisenin arka planında, şüphesiz ki Türklerle Kürtleri birbirine düşman etme fitnesi yatıyordu. Teessüfler olsun ki, bu münâfıkane fitne planında bir ölçüde başarılı olundu.

Şeyh Said ve arkadaşları yakalanıp İstiklâl Mahkemesinde idam talebiyle yargılandığı günlerde, Van’da münzevî bir hayat sürmekte olan Bediüzzaman Said Nursî de oradan alınıp ihtiyaten Garbî Anadolu’ya sevk (sürgün) edildi. Jandarmalar kendisini almaya geldiklerinde, bölge halkı ve ileri gelenleri buna mani olmak istemiş, hatta bir kısmı yollara dökülüp demişler ki: “Aman Efendi Hazretleri, bizi bırakıp gitme. Müsaade buyur, sizi göndermeyelim. Arzu ederseniz Arabistan’a götürelim.”

Buna benzer sözlerle yalvaran zatlara, ahaliye ve silâhlı gruplara teskin edici nasihatlerde bulunan Üstad Bediüzzaman ise “Ben Anadolu’ya gideceğim, onları istiyorum” diyerek, kaderin sevk-i İlahisiyle yoluna devam etmiştir. (Tarihçe–i Hayat: 136)

“Ben kaderin mahkumuyum” diyen Bediüzzaman Hazretleri, bir müddet Burdur ve Isparta’da bekletildikten sonra ücrâ bir köye, Barla’ya nefyedilir. Ne var ki, burada da rahat bırakılmaz. Müslüman Türk gençlerinin etrafında pervane olduğunu fark eden dessas münafıklar, derhal harekete geçer ve dehşetli propagandalarla karalamaya başlarlar. (Bunlar, aynı zamanda Şeyh Said hadisesinin arka planında fitne kaynatan gizli İslamiyet düşmanlarıdır.)

İşte o dehşetli propaganda malzemesinden iki örnek: Barla Lâhikası/149: “Mülhid münafıkların en son ve alçakça ve vicdansızca aleyhimizde istimal ettikleri bir silâhı şudur ki, diyorlar: ‘Said Kürttür; bir Kürdün arkasında bu kadar koşmak hamiyet-i milliyeye yakışmaz.’”

Mektubat/407: “Şeytanın telkiniyle ve ehl-i dalâletin ilkaâtıyla, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidler, kardeşlerimi aldatmak ve asabiyet-i milliyetlerini tahrik etmek için diyorlar ki: ‘Siz Türksünüz. Maşaallah, Türklerde her nevi ulema ve ehl-i kemâl vardır. Said bir Kürttür. Milliyetinizden olmayan birisiyle teşrik-i mesâi etmek, hamiyet-i milliyeye münâfidir.’”

*

Evet, buna benzer şiddetli propagandalarla, Üstad’a ve Nur’a talebe olan ihlâslı Müslüman Türk gençleri, Bediüzzaman Hazretlerinden soğutmak sûretiyle koparılmak istenmiş.

Ancak, nihayetsiz şükürler olsun ki, bu gayelerinde muvaffak olamadılar. O dehşetli propaganda bombardımanı, İslâm kardeşliğiyle teşkil edilmiş olan sağlam Nur kalesine tosladı ve gerilemek durumunda kaldı. İşte, kardeşliği saadeti budur, yekvücut olma bahtiyarlığı buna derler. Bu sağlam imtizaç ve tesanüdü bozmaya hiçbir fitnekârın gücü-kuvveti yetmeyecektir, biiznillah.

QOSHE - Türklerle Kürtlerin saadeti yekvücut olmakta - M. Latif Salihoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türklerle Kürtlerin saadeti yekvücut olmakta

11 23
19.04.2024

Bu iki unsuru birbirine kırdırarak düşman etmek için son yüz yılda hemen her şey yapıldı. Şükür ki, yine de başarılı olunamadı.

Esasen, Türkler ile Kürtleri ayırmak için dünyanın süper güçleri toplanıp ittifakla çalışsalar, yine de bunda muvaffak olamayacaklarına inanıyoruz. Hem, nasıl ayırabilirler ki? Doğudan batıya milyonlarca evlilik yapmış ve yapmaktalar. Dostluk, komşuluk, iş ve mesai arkadaşlığı kesintisiz devam ediyor. Bütün bunları ayırmaya kimse güç-kuvvet yetiremez ki…

Ecnebi müfsitlerin yaptığı ve yapacakları tek şey, bu iki kardeş unsuru türlü bahane ve yara kaşıyıcılığı yapmakla birbirine kırdırmak, onları adeta “düşman kardeşler” haline getirmeye çalışmaktan ibaret.

Kardeşleri birbiriyle çatıştırıp kırdırma ateşine odun taşıyanların içinde, maalesef hem Türkçülük, hem de Kürtçülük yapanlar var. Tabii, bilerek yahut bilmeyerek ecnebilerin âleti oluyorlar. Bir kısmı da gafilâne-cahilâne gidiyor. Irkçılık marazı onların dengesini bozmuştur. İşinin sonunu hesaplamadan patavatsızca hareket ediyorlar. Ufukları dar, muhakemeleri kıttır.

Esasen, ırkçılık manasında milliyetçilik davası güdenlerin çoğu ya geri zekâlıdır, yahut da zekâ geriliğine müptela oluyorlar. Aklı başında olanlar, fikir ve hareketlerini o gafillerin muzır sloganlarına bina etmez.

Yakın tarihte karşılıklı olarak yapılan........

© Yeni Asya


Get it on Google Play