Said Nursi’nin ‘Barla sıddıkları’ diye adlandırdığı ilk talebelerindendir. Risale-i Nur ile tanışmadan önce Kur’an öğreticiliği ve imamlık yapardı. Bir evlilik yapan Hafız Ali’nin bu evlilikten hiç çocuğu olmamıştır. Lakin bunun yerine Risale-i Nurları çocuğu gibi benimsemiş ve Osmanlıca el yazısı ile yazmıştır. Yine o zamanın zor şartlarında Risale-i Nurları çeşitli yöntemler ile muhafaza etmiş ve çok sayıda talebe yetiştirerek çok büyük hizmetlere vesile olmuştur. O kadar ki; İslamköydeki evinde, tek başına bir matbaa gibi çalışmış, yazdığı Risale-i Nur bütün Anadolu’ya yayılmıştır.

Hâfız Ali ağabey, Nur Risalelerini yazmak için on dört sene müddetle hiç evinden çıkmamış, bu inziva 1943 senesine kadar devam etmiştir.

1943 senesinde başlayan mahkeme dolayısıyla, Üstadı Bediüzzaman ile beraber Denizli hapishanesine sevk edilir. Bir sene sonra, 1944’de hapishanede hastalanır ve hastaneye kaldırılır. Orada, 17 Mart 1944 tarihinde 56 yaşında iken, Üstadına bedel şehit olur. Mezarı Denizli kabristanındadır.

Bu vefat Üstadı çok üzer. Denizli hapishanesine vefat haberi geldiğinde şöyle yazar: “Aziz, sıddık kardeşlerim! Ben merhum Hâfız Ali’yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor…”

Üstad zehirlendiğinde, Hafız Ali’nin yanında hazır bulunan arkadaşlarına hitaben “Âmin” demelerini istediği bir duâyı koğuşta yapar ve der ki: “Ya Rab! Şu kadar insan, biz çaresiz kaldık. Üstadımıza elimiz yetişmiyor. Eğer eceli geldiyse onun yerine benim canımı al, ona afiyet ver.”

Denizli hapsi tahliyesinin akabinde Hazreti Üstad birkaç talebesi ile birlikte Denizli eski kabristanına giderek orada bulunan Hafız Ali’nin mezarı başında ağlar ve ağlatır. Şu satırları da merhum şehid Hafız Ali’nin mezar taşına nakşettirir: “Mahkeme-i kübrâ-i haşirde Risâle-i Nûr Talebelerinin bayraktarı şehid, merhum Hâfız Ali rahmetullahi aleyhi ebeden dâimâ...”

Evet, Hâfız Ali ihlâsta ve samimiyette, bütün Nur talebelerine örnek olacak vasıftadır. Üstad Bediüzzaman tarafından şöyle örnek gösterilip teşvik edilmektedir: “Kardeşlerimizden İslâmköylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum: O zât yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlas ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim; gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var.”[1]

Bediüzzaman Kastamonu’ya sürgün edildikten sonra yazdığı risale, mektup vs. ne varsa adres olarak Bedreli Santral Sabri’ye teslim edilmek üzere Eğirdir’deki Çilingir Ali Efendi adresine gönderilirdi. Sabri Efendi de onları alır, o gece yazar, ertesi gün İslamköylü Hafız Ali’ye ulaştırırdı. Buradan da diğer yerlerdeki Nur Talebelerine dağıtımı yapılırdı.

İrfan Duman şöyle anlatır: İslamköylü Süleyman Demirel de Hafız Ali dayımdan ders almış. Babam Burhan Duman ile Süleyman Demirel aynı yaşta oldukları için, “Biz arka kapıdan girer, Hafız Ali dayımda okuduktan sonra, bahçeden birer birer çıkar giderdik” derdi bize.

İşte böylesine muhteşem bir hayat seyrine sahiptir İslamköylü Hafız Ali Ergün Efendi. 17 Mart 1944 vefatının 80. sene-i devriyesi münasebetiyle, Cenâb-ı Hak’tan binler rahmet diliyoruz.

Dipnot:

[1]Barla Lâhikası, s. 125

QOSHE - Ömrünü Üstadına bağışlamak - Halil Elitok
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ömrünü Üstadına bağışlamak

2 1
18.03.2024

Said Nursi’nin ‘Barla sıddıkları’ diye adlandırdığı ilk talebelerindendir. Risale-i Nur ile tanışmadan önce Kur’an öğreticiliği ve imamlık yapardı. Bir evlilik yapan Hafız Ali’nin bu evlilikten hiç çocuğu olmamıştır. Lakin bunun yerine Risale-i Nurları çocuğu gibi benimsemiş ve Osmanlıca el yazısı ile yazmıştır. Yine o zamanın zor şartlarında Risale-i Nurları çeşitli yöntemler ile muhafaza etmiş ve çok sayıda talebe yetiştirerek çok büyük hizmetlere vesile olmuştur. O kadar ki; İslamköydeki evinde, tek başına bir matbaa gibi çalışmış, yazdığı Risale-i Nur bütün Anadolu’ya yayılmıştır.

Hâfız Ali ağabey, Nur Risalelerini yazmak için on dört sene müddetle hiç evinden çıkmamış, bu inziva 1943 senesine kadar devam etmiştir.

1943 senesinde başlayan mahkeme dolayısıyla, Üstadı Bediüzzaman ile beraber Denizli hapishanesine sevk edilir. Bir sene sonra, 1944’de hapishanede hastalanır ve hastaneye kaldırılır. Orada, 17 Mart 1944 tarihinde 56 yaşında iken, Üstadına bedel şehit olur. Mezarı Denizli kabristanındadır.

Bu vefat Üstadı çok üzer. Denizli hapishanesine vefat haberi geldiğinde şöyle yazar: “Aziz, sıddık kardeşlerim! Ben merhum Hâfız........

© Yeni Asya


Get it on Google Play