Fen bilimleri gibi sosyal bilimler de elbette bir hakikati ihtiva eder. Yalnız fen bilimleri sosyal bilimlerden farklı olarak hakikati laboratuvar ortamında ve tecrübeler neticesinde açığa çıkardığından genel ve nesnel bir yönteme sahiptir.

Buna karşılık mesela tarih, bir sosyal bilimdir. Geçmiş; takvimiyle, şahıslarıyla, mekânıyla nesnel iken “tarih ilmi”nin kendisi özneldir ve öznel olmak zorundadır.

Bu sebeple tarih ilminden -değer yargıları nispetinde- dersler çıkarılır ve ibretler alınır. Diyebiliriz ki geçmiş, tarihçinin hammaddesi olması yönüyle nesnel; işleme tabi tutulması veçhesiyle öznel bir boyut kazanır.

1930 yılında Türk Ocağı’na bağlı “Türk Tarihi Tetkik Heyeti” kurulur. Daha sonra “Türk Tarih Kurumu” ismini alacak olan bu heyet, M. Kemal’in isteği üzerine “Türk Tarihinin Ana Hatları” ismiyle tek ciltlik bir kitap hazırlar. Bu kitabın bir özeti 30.000 adet basılarak “her yaştan öğrencinin okuması isteğiyle bütün okullarda satışı yapılır.”

Temel amaç ise milli bir tarih oluşturmaktı. Bunun için de bilhassa “Kur’an’da yer alan yaratılışa ilişkin görüşleri çürütmek ve böylece bilimin verilerini ortaya koymak!” gerekiyordu.

Yine 1930’lu yıllarda “Türk deha ve kabiliyetini, Türk karakterinin özelliklerini Türk gençlerine göstermek maksadıyla” ortaya bir iddia daha atılır.

İddia şu:

“Orta Asya’da insanlık tarihindeki ilk medeniyeti kuran Türkler, iklim değişiklikleri sebebiyle dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış ve böylece Çin, Hint, Mısır, Sümer, Eti gibi uygarlıkların kurulmasını sağlamıştır.”

Bu iddia “Türk Tarih Tezi” adı altında daha da geliştirilerek ve tertiplenerek dört ciltlik “Tarih I-II-III-IV” olarak liselerde okutulmuştur. İslâm dini burada da hedef alınmıştır.

İşte buna biz resmî tarih diyoruz. Resmî tarih dogmalarının “nesnel tarih” adı altında halen de savunulması hayret vericidir.

Pozitivist akımdan etkilenerek ve materyalist bir anlayışla ortaya atılan “Türk Tarih Tezi”nden ve onun tamamlayıcı unsuru olan “Güneş Dil Teorisi”den artık vazgeçildiğini söyleyebiliriz.

Halihazırda okuduğumuz kaynaktaki bu bilgi bizleri sevindirdi. Kaynağı aşağıda hem belirtip hem de tavsiyesinde bulunacağız inşallah.

Tarihçi ile tarih ilişkisine dair genel kabul “Tarihsel bilgi,delillerin tarihçi tarafından seçilmesi, algılanması, yorumlanması ve böylece olayların tarihçinin zihninde yeniden canlandırılmasıyla oluşur” yönündedir.

Bu sebeple tarihsel bilgi dayatılamaz. Tarihsel bilginin müşterisi olur. Sonra isteyen istediğini alır, istemediğini ise reddeder.

Tarihçinin yorumundan bağımsız ve nesnel bir tarihin var olduğuna inanmak Edward H. Carr’a göre de “ahmakça, fakat silinmesi çok güç bir yanılgıdır.”

Yakın zamanda gündeme gelen “Şeyh Said Meselesi” ne yazık ki alanında yetkin tarihçiler tarafından tartışılmadı; gazeteciler tarafından tartışıldı.

Politik nedenler ile nesnel tarihçiliği savunan bazı şahıslar yüzünden “Şeyh Said Meselesi” yine ne yazık ki usulünce irdelenmedi.

Öylece kaldı.

Oysa resmî tarih müsaade etse hem dersler çıkarılır hem de ibretler alınır.

Ve ne yazık ki toplum, medya marifetiyle, yeniden, kafalarında birçok soru bırakılarak kutuplaştırıldı ve ayrıştırıldı.

Bu haftaki yazımızın ilham kaynağı; editörlüğünü Prof. Dr. Ahmet Şimşek’in yaptığı ve onlarca akademisyenin makalesinden oluşan “Tarih İçin Metodoloji” adlı kitaptan.

Kitabın muhtevası “tarih yazımı ve metodolojisi” ile ilgili olup meraklılar için tavsiye ediyoruz.

QOSHE - Geçmişin nesnelliği ile tarihin öznelliği - Hakan Özlen
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Geçmişin nesnelliği ile tarihin öznelliği

3 1
27.12.2023

Fen bilimleri gibi sosyal bilimler de elbette bir hakikati ihtiva eder. Yalnız fen bilimleri sosyal bilimlerden farklı olarak hakikati laboratuvar ortamında ve tecrübeler neticesinde açığa çıkardığından genel ve nesnel bir yönteme sahiptir.

Buna karşılık mesela tarih, bir sosyal bilimdir. Geçmiş; takvimiyle, şahıslarıyla, mekânıyla nesnel iken “tarih ilmi”nin kendisi özneldir ve öznel olmak zorundadır.

Bu sebeple tarih ilminden -değer yargıları nispetinde- dersler çıkarılır ve ibretler alınır. Diyebiliriz ki geçmiş, tarihçinin hammaddesi olması yönüyle nesnel; işleme tabi tutulması veçhesiyle öznel bir boyut kazanır.

1930 yılında Türk Ocağı’na bağlı “Türk Tarihi Tetkik Heyeti” kurulur. Daha sonra “Türk Tarih Kurumu” ismini alacak olan bu heyet, M. Kemal’in isteği üzerine “Türk Tarihinin Ana Hatları” ismiyle tek ciltlik bir kitap hazırlar. Bu kitabın bir özeti 30.000 adet basılarak “her yaştan öğrencinin okuması isteğiyle bütün okullarda satışı yapılır.”

Temel amaç ise milli bir tarih oluşturmaktı. Bunun için de bilhassa “Kur’an’da yer alan yaratılışa ilişkin görüşleri çürütmek ve böylece bilimin verilerini ortaya koymak!” gerekiyordu.

........

© Yeni Asya


Get it on Google Play