Seçimler, demokratik bir sistemde halkın memnuniyetsizliklerini dile getirme ve iktidarları oluşturan aktörlerde değişim yapma fırsatını temsil eder.

Bu sebeple de demokrasisi gelişmiş ülkelerde siyasetçiler, daima teyakkuzda olmalıdır. Halkın desteğini kazanmak ve sürdürmek her zaman garanti değildir, kemikleşmiş oy oranları kıyasen daha azdır. Seçimler bu doğrultuda politikacılara, halkın beklentilerine uygun politika ve programları benimsemeleri, sorunlara etkili çözümler sunmaları gerektiği konusunda bir hatırlatma görevi görür.

Tabii bunlar ideal veya ideale yakın ortamlarda geçerli. Günümüzde seçimden seçime, partiden partiye ve siyasetçiden siyasetçiye değişim görememeye başlayan halklar “kimi seçersek seçelim değişen yok” psikolojisine girebiliyor. Haksız bir serzeniş değil bu elbette. Özellikle “güçlü devlet, güçsüz toplum” olarak tanımlanabilen ülkelerde, koltuğa her oturan, katı ve değişmez bir devleti devraldığı için hemen ona adapte oluyor.

Seçilene kadar gündem yapılan devletteki yapısal bozukluklar ve geçmişin kara defterleri, seçildikten kısa bir süre sonra unutuluyor hatta zamanla benimseniyor. ”Devlet kutsaldır ve vatandaştan önce gelir” anlayışı ekonomik ve kültürel açıdan zayıf toplumlarda hiç garipsenmiyor bile.

İçinde farklı insanların yaşadığı bir apartman dairesi düşünün. Herkesin kendi alanı ve alışkanlıkları var. Bu evde aynı zamanda kalın bir sopa bulunuyor. Sopayı kim elinde tutarsa kuralları o koyuyor, kavgaları o çözmeye çalışıyor. Zaman zaman ev ahalisinden bazıları cesaretleniyor veya sopacıdan bıkıyor, kavga gürültüyle sopayı elinden alıyor ve intikam duygusuyla başlıyor sopalamaya. Bu döngü böyle devam edip gidiyor. Herkesin kolları bacakları geçmişte yedikleri sopalardan mosmor olmuş ve hayat gayeleri de adeta o sopayı ele geçirmek ve sonra elde tutmak olmuş.

Bu dairenin ahalisi yaptıkları gürültüden ve çıkardıkları feryattan ötürü karşı komşularından şikayet alıyorlar. Komşuları diyorlar ki “gelin bir çorba içelim ve bu konuyu konuşalım”.

Bizim sopacılar gidiyorlar ve ne görsünler, komşunun evinde kimse mor değil. Çok daha uyumlu ve sakin bir atmosfer var. Komşular da birbirinden memnun.

Komşuları anlatıyor: “Bizim de önceden sopamız vardı. Eline alan kuralları koyuyordu ama bir yerden sonra ölçüyü kaçırıp istediğine vurmaya başlıyordu. Sopa el değiştirince de diğerleri dövülüyordu. Bizim ‘düzen’ dediğimiz bu durum aslında çözümsüz bir şiddet döngüsüydü. Birgün birimiz sordu, ‘yahu bu sopa olmasa ne eksik olur ki?’ Düşündük, cevap veremedik. Bunun üzerine beraberce sopayı kırdık. Fark ettik ki ev yine bizim ev, odalar bizim odalar, tek yapmamız gereken sopa olmadan aramızdaki sorunları çözmek. Yine aramızda tartışma çıkıyor elbette ama sopa olmadığı için çözüm bulmak daha kolay oluyor. Üstelik şimdi kimsenin diğerine tam hakimiyeti olmuyor, kırgınlıklar da uzun sürmüyor”.

Seçimle iktidar değişikliği yaşanıyorsa ancak temel yapısal sorunlar aynı kalıyorsa, demokratik kurumların işlevsiz hatta yozlaşmış hale geldiği bir durum söz konusudur. Bu durumda devlet ve organları, adeta bir “sopa” gibi davranır. “Demokrasi”, sadece “sopacı” istediğinde ve onun istediği şekilde mümkün olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki devleti oluşturan ve onu ayakta tutan, toplumu temsil eden insanlar topluluğudur. Bu sebeple, gerçek demokratik ilerlemeler, sadece iktidar değişikliği ile değil yapısal reformlar ve toplumsal katılımın arttığı bir ortamla sağlanabilir. Aksi halde, yani seçimlerle sadece yüzler değişiyor ama problemler sürüyorsa, o evdeki sopanın el değiştirmesi gibi, aslında temel meseleleri çözmede etkisiz kalan bir demokrasi var demektir.

AB o komşu evidir. Onlar sopayı çoktan kırıp attılar. Biz onların kırık sopasında ders almalıyız.

QOSHE - Moristan - Ahmet Said Aydil
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Moristan

5 4
30.01.2024

Seçimler, demokratik bir sistemde halkın memnuniyetsizliklerini dile getirme ve iktidarları oluşturan aktörlerde değişim yapma fırsatını temsil eder.

Bu sebeple de demokrasisi gelişmiş ülkelerde siyasetçiler, daima teyakkuzda olmalıdır. Halkın desteğini kazanmak ve sürdürmek her zaman garanti değildir, kemikleşmiş oy oranları kıyasen daha azdır. Seçimler bu doğrultuda politikacılara, halkın beklentilerine uygun politika ve programları benimsemeleri, sorunlara etkili çözümler sunmaları gerektiği konusunda bir hatırlatma görevi görür.

Tabii bunlar ideal veya ideale yakın ortamlarda geçerli. Günümüzde seçimden seçime, partiden partiye ve siyasetçiden siyasetçiye değişim görememeye başlayan halklar “kimi seçersek seçelim değişen yok” psikolojisine girebiliyor. Haksız bir serzeniş değil bu elbette. Özellikle “güçlü devlet, güçsüz toplum” olarak tanımlanabilen ülkelerde, koltuğa her oturan, katı ve değişmez bir devleti devraldığı için hemen ona adapte oluyor.

Seçilene kadar gündem yapılan devletteki yapısal bozukluklar ve geçmişin kara defterleri, seçildikten kısa bir süre sonra unutuluyor hatta zamanla benimseniyor. ”Devlet kutsaldır ve vatandaştan önce gelir” anlayışı ekonomik ve kültürel açıdan zayıf toplumlarda hiç garipsenmiyor........

© Yeni Asya


Get it on Google Play