Önerilerin samimiyeti: Taktik mi gerçek mi
Kürtler adına yürütülen siyasetin dili, gerçekten neyi amaçlıyor? Daha doğrusu, hangi aşamada neyi söylediğimiz, neyi ertelediğimiz ve neyi özellikle muğlak bıraktığımız, barış ve çözüm iddiası taşıyan bir siyasette ne kadar masum kabul edilebilir?
Ayhan Bilgen’in sosyal medyada paylaştığı şu cümleler tam da bu soruları yeniden ve yüksek sesle sormayı zorunlu kılıyor: “Kürtler adına yürütülen siyasetin dili, çözüm ve barış çabalarına karşı en baştan tavır alan siyasetçilere propaganda malzemesi vermemeli. Amacınızı ve birlikte yaşama niyetinizi sorgulatacak, savaş sloganları, eski dönemin ezberleri olabilir ama yeni dönemin kolaylaştırıcısı olamaz.”
Peki bu uyarı kime, neye ve hangi sürece ilişkin? Daha önemlisi, bu uyarı bir strateji önerisi mi, yoksa geç kalınmış bir özeleştiri mi?
Devleti hâlâ “düşman” olarak kodlayan bir dil korunurken, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta kamuoyuna yansıyan metni nasıl yorumlanmalı? Bu metin, çatışmasızlık ve siyasal alanın genişletilmesine dair bir çerçeve mi sunuyor, yoksa sadece tabanı yatıştırmaya dönük, içe dönük bir mesaj mı? Eğer devlet mutlak bir düşman olarak tanımlanmaya devam ediyorsa, müzakere kiminle, hangi zeminde ve hangi güven ilişkisiyle yürütülecek?
Bilgen’in bir diğer kritik uyarısı, sürecin diline dair: “Bu süreçte parti tabanını motive etmek için kullanılan argümanlar, İmralı kapısının kapanmasına zemin oluşturmamalı.”
Burada durup sormak gerekmez mi? Parti tabanını motive etmek ile süreci sabote etmek arasındaki çizgi nerede başlıyor? Kitleleri diri tutmak adına kullanılan sert söylemler, karşı tarafta kapıları kapatıyorsa, bu........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Waka Ikeda
Daniel Orenstein
Grant Arthur Gochin
Beth Kuhel