ETNİKÇİLİĞİN DEVLET VE SİYASETTEN TEMİZLENMESİ: ULUS-DEVLET VE VATANDAŞLIK BİLİNCİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ
Türkiye’de etnik kimliklerin siyaset ve kamu kurumlarında örgütlü güç odaklarına dönüşmesi, ulus-devlet yapısını ve vatandaşlık bilinci temelindeki toplumsal bütünlüğü zedelemektedir.
Ulus-Devlet Perspektifinden Sorunun Tanımı
Etnik kimliklerin toplumsal hayatta var olması doğal olmakla birlikte, bu kimliklerin kamu kurumları, siyaset ve ekonomik ağlar içinde örgütlenmiş güç odaklarına dönüşmesi, ulus-devletin tarafsızlığını ve vatandaşların devlete duyduğu güveni aşındırmaktadır. Bu durum, Türkiye’de zaman zaman tartışma konusu olan etnik kadrolaşmalarda açıkça görülebilmektedir ve vatandaşlık bilincini zayıflatarak toplumda ayrışma yaratmaktadır.
Osmanlı’nın son döneminde etnik temelli güç gruplarının devlet işleyişini bozması, Cumhuriyet’in neden ulus-devlet formuna yöneldiğini açıkça gösterir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, etnik ayrışmayı değil, vatandaşlığı temel alan bir siyasal topluluk modelini benimsemiştir. Günümüzde yaşanan tartışmalar, bu temel ilkenin yeniden güçlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Etnikçiliğin devlet içinde yer edinmesi yalnızca liyakat ve verimlilik sorunları doğurmaz; aynı zamanda “biz ve onlar” ayrımını derinleştirerek vatandaşların devletle kurduğu duygusal bağı zayıflatır. Bu durum, ulus-devletin varlık sebebi olan toplumsal birlik duygusunu aşındırır.
Bu nedenle etnikçiliğin devlet, siyaset ve kamu alanından temizlenmesi, vatandaşlık bilincinin yeniden canlandırılmasıyla mümkündür.
Tarihsel Arka Plan: Ulus-Devletin Ortaya Çıkış Gerekçesi
Cumhuriyet’in kurucu kadroları bu nedenle ulus-devlet modelini benimseyerek etnik asabiyetleri değil, vatandaşlığı merkeze alan bir siyasal toplum oluşturmayı hedeflemiştir. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, etnik kökene değil, vatandaşlık bağının üstünlüğüne dayanıyordu. Böylece devletin bir etnik gruba yaslanmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştı.
Ancak zaman içinde bölgesel eşitsizlikler, siyasal gerilimler ve dış müdahaleler, kimi kimlik tartışmalarını yeniden gündeme taşımıştır. Bu durum, ulus-devletin acilen vatandaşlık bilincini güçlendirecek yeni mekanizmalara ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
Tarihsel deneyim bize şunu öğretir: Etnik aidiyetler toplumsal bir zenginlik olabilir ancak devlet, siyaset, ekonomi ve kamu içinde örgütlü güç hâline geldiğinde ulusal birlik için tehdit oluşturur. Dolayısıyla tarihsel hataların tekrar edilmemesi için vatandaşlık temelinde ulusal bağların güçlendirilmesi şarttır.
Güncel Tehditler: Etnikçiliğin Kamu ve Siyasete Etkileri
Etnikçi kadrolaşma, kamu kurumlarının tarafsızlığına zarar verir ve liyakat sistemini çökertebilir. Kamu görevlilerinin etnik aidiyet temelinde terfi veya görevlendirilmesi, vatandaşa sunulan hizmetin niteliğini düşürür ve devletin adil olmadığı düşüncesini besler. Böylece etnik gerilimler sadece kimlik alanında değil, günlük yaşamda da görünür hâle gelir.
Siyasette etnik kimliklere dayalı örgütlenme, partilerin politikalarını toplumun tamamına değil belirli etnik gruplara göre şekillendirmesine yol açar. Bu durum, demokratik rekabeti ülke sorunları yerine kimlik çatışmalarına indirger ve ulusal birlik duygusunu zayıflatır.
Toplumsal düzeyde etnikçiliğin güç kazanması, dijital çağda daha hızlı yayılmaktadır. Sosyal medya platformlarında etnik kimlikler üzerinden yürütülen propaganda, dezenformasyon ve kutuplaştırıcı içerikler, günümüzdeki Türkiye’de vatandaşlık bilincini geri plana iterken etnik tepkiselliği artırmaktadır.
Bu tehditler, hem güvenlik hem demokrasi hem de sosyal uyum açısından çok boyutlu bir risk oluşturmaktadır. Dolayısıyla çözüm, hukuki düzenlemelerle sınırlı kalmamalı; eğitimden siyasete, ekonomide, kamu yönetiminden medyaya kadar geniş bir alanda dönüşüm gerektirmelidir.
Ulus-Devlet ve Vatandaşlık Bilincinin Temel İlkeleri
Ulus-devletin en önemli dayanağı, tüm bireylerin hukuken eşitliği ve devletle aralarında Türk vatandaşlığına dayanan bir vatandaşlık bağı kurulmasıdır. Vatandaşlık yalnızca hukuki bir statü değil; aidiyet, sorumluluk ve ortak hedef duygusu oluşturan sosyal bir bağdır. Bu bağ güçlendiğinde etnik kimliklerin siyasal alanda belirleyici olma riski azalır.
Vatandaşlık bilinci, eğitim, toplumsal deneyim ve kamusal kültür aracılığıyla öğrenilir. Bireyler kendilerini devletin eşit üyeleri olarak görüyorsa, etnik gruplar üzerinden siyasal aidiyet arayışları zayıflar. Bu nedenle ulus-devlet hem hukuki hem de kültürel bir inşa sürecidir.
Vatandaşlık anlayışı “tek kimlik dayatması” anlamına gelmez; aksine etnik, bölgesel ve kültürel farklılıkların, devletin tarafsızlığı altında özgürce var olabilmesini garanti eder. Burada kritik olan, bu farklılıkların devlet, kamu, siyaset ve ekonomi içinde örgütlü güç odaklarına dönüşmemesidir.
Bu çerçevede ulus-devlet modeli, hem bütünleştirici hem de özgürlükçü bir denge sunar: Devlet tektir, millet tektir; fakat bireylerin kültürel kimlikleri çeşitlidir. Bu çeşitlilik ancak güçlü bir Türk vatandaşlığı bilinciyle barış içinde sürdürülebilir.
Etnikçiliği Zayıflatmak İçin Vatandaşlık Merkezli Yeni Yaklaşım
Etnikçiliğin devlet, ekonomi, kamuoyunda ve siyaset alanında güç kaybetmesi, vatandaşlık bağının güçlendirilmesiyle mümkündür. Vatandaşlık, bireyin devlete duyduğu güven ve aidiyetin temel........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar