Çöken Devlet: Türkiye Cumhuriyeti – Üniter Yapıdan Kopuş, Anayasal Erozyon ve Federasyon Tartışmalarının Siyasal Analizi
Devletlerin uzun tarihsel süreçler içinde geçirdiği siyasal dönüşümler, çoğu zaman kurucu ilkeler ile mevcut yönetsel pratikler arasındaki farkın giderek büyümesiyle şekillenir. Türkiye Cumhuriyeti de kuruluşundan bugüne uzanan çizgide, özellikle son otuz yılda anayasal, kurumsal ve siyasal bütünlüğü bakımından önemli bir kırılganlık dönemine girmiştir. Bu kırılmanın en çok tartışılan boyutları, Atatürk ilke ve devrimlerinin referans olmaktan uzaklaşması, üniter devlet yapısının fiilî uygulamalarda aşınması ve anayasanın temel maddeleri ile yönetim pratiği arasındaki uyumsuzluğun derinleşmesidir. Söz konusu dönüşüm, “çöken devlet” metaforu üzerinden ele alınarak, Türkiye’nin kurucu normlarıyla bağının nasıl zayıfladığı analitik bir çerçevede incelenmektedir.
Eleştirel literatürde özellikle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ilk dört maddesi ile 10. ve 66. maddelerinin temsil ettiği “tekil devlet, eşit yurttaşlık ve Türk milleti” kavramlarının, devlet pratiğinde giderek aşındığı iddiası yoğunlukla tartışılmaktadır. Bu aşınmanın, yalnızca bugünkü siyasi iktidarın politikalarına bağlanamayacak kadar derin ve tarihsel olduğu vurgulanmakta; devletin yapısal dönüşümünün uzun bir süreç boyunca birikerek bugünkü görünür krizi doğurduğu belirtilmektedir.
Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı yönetim tarzı değişiklikleri, anayasal ilkelerle fiilî yönetişim arasındaki mesafenin büyümesine yol açmıştır. Devletin kurumsal yapısının çözülmesinin sadece siyasi tercihlerle değil, aynı zamanda devlet aklının zayıflamasıyla ilişkili olduğu öne sürülmektedir. Atatürk devrimlerinin belirlediği modernleşme, laiklik, hukuk devleti ve merkezi yönetim anlayışının önemli ölçüde arka plana itilmesi, çözülmenin ideolojik boyutunu oluşturmaktadır.
Son yıllarda gündeme gelen federasyon, çok hukukluluk veya “iki milletli anayasa düzeni” tartışmaları da çözülmenin daha görünür bir semptomu olarak değerlendirilmektedir. Bu tartışmaların yalnızca bir siyasi tercih değil, uzun yıllardır süren anayasal zemin kaymasının doğal sonucu olduğu yönünde güçlü bir akademik değerlendirme mevcuttur. Devletin kendi kurucu ilkeleri ile pratikteki uygulamaları arasındaki makas açıldıkça, çözülme olgusunun daha belirgin hâle geldiği iddia edilmektedir.
Tüm bu süreçler, devletin kurucu normlarıyla bağının zayıfladığını ve üniter yapının aşınma riskini artırdığını göstermektedir. Amaç, Türkiye’nin yaşadığı dönüşümün yapısal boyutlarını bilimsel bir çerçevede analiz etmektir.
Atatürk İlke ve Devrimlerinden Kopuş: Modern Cumhuriyetin Bünye Kaybı
Atatürk ilke ve devrimleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesinin omurgasını oluşturan siyasal ve toplumsal dönüşüm programıdır. Bu ilkeler yalnızca tarihsel bir anın ideolojik tercihleri değil, devletin kurumsal yapısını, hukuk düzenini ve toplumsal yaşamın temel normlarını belirleyen anayasal bir çerçevedir. Ancak eleştirel literatüre göre Cumhuriyet’in modernleşmeci ve merkeziyetçi karakteri, özellikle 1980 sonrası süreçte giderek arka plana itilmiş ve devletin ideolojik bütünlüğü zayıflamıştır.
Bu zayıflamanın bir boyutu, eğitim sisteminin laik ve bilimsel temelinin aşınmasıdır. Atatürk devrimlerinin en önemli taşlarından biri olan eğitim reformu, devletin yurttaş yaratma kapasitesini belirlemiştir. Fakat özellikle 2000’li yıllarda eğitim politikalarında yapılan yönlendirmeler, bu temel ilkenin pratikte karşılık bulma oranını düşürmüştür. Böylece devletin modernleşme ideolojisi ile yönetsel uygulamaları arasında belirgin bir uyumsuzluk oluşmuştur.
Merkezi idare anlayışının gevşemesi de Atatürk devrimlerinin temel ilkelerinden kopuşun bir diğer boyutudur. Cumhuriyet’in kuruluşunda benimsenen “tek merkezli yönetim”, devletin ülke bütünlüğünü koruma amacı taşımaktaydı. Ancak son otuz yılda yerel yönetimlerin, belediyelerin ve çeşitli yerel aktörlerin merkez karşısında aşırı güç kazanması, merkezi otoritenin çözülmesine yol açmış; bu durum özellikle güvenlik açısından derin riskler doğurmuştur.
Laiklik ilkesinin kurumsal anlamda aşınması da devlet çözülmesinin ideolojik boyutunu derinleştirmiştir. Laiklik yalnızca bir inanç özgürlüğü ilkesi değil, aynı zamanda devlet kurumlarının tarafsızlığını güvence altına alan bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın zayıflaması, devletin rasyonel karar alma kapasitesinin ideolojik müdahalelere açık hâle gelmesine yol açmıştır. Böylece devletin kurucu felsefesiyle yönetsel gerçeklik arasındaki mesafe daha da büyümüştür.
Özetle Atatürk ilke ve devrimlerinden kopuş, devletin yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda kurumsal dağılma süreçlerinin de önünü açmıştır. Bu kopuş, yalnızca bir hükümet politikası olarak değil, uzun yıllara yayılan bir........





















Toi Staff
Gideon Levy
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein