menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bienalin dönüşümü: Sanatçılara ayrıcalık tanınmamalı, starlar iktidarlarını kapıda bırakarak girmelidir içeri!

17 1
13.09.2025

Diğer

13 Eylül 2025

İSTANBUL BİENALİ TARİHİ – III

Modernizmin evrensel ve tek merkezli bakış açısının sorgulandığı 1990’larda postmodernizm yaygınlaştı. Batının ilerlemeye dayalı rasyonel anlayışı sorgulanıyordu. Kültürel çoğulculuğa vurgu yapılıyor, toplumsal değişimlere cevap veremediği gerekçesiyle modernizm reddediliyordu. Postmodernizmin etkisiyle marjinal sayılabilecek birçok hareket ve pratik öne çıktı. Kültürlerarası kırılmaları öne çıkaran yaklaşım biçimi, sanat alanında geniş yankı buldu.

Bu dönemde kimlik, hafıza, göç, toplumsal cinsiyet gibi konular sanatın merkezine taşınırken, disiplinler arası üretim, yerelle küreselin iç içe geçtiği estetik ve kavramsal çoğulculuk öne çıktı.

3. İstanbul Bienali postmodern çoğulculuğun Türkiye’deki ilk güçlü yansımalarından biri oldu. Vasıf Kortun yönetiminde Kültürel Farklılığın Üretimi başlığıyla 1992’de gerçekleştirilen Bienal ilk kez küratöryel bir tema etrafında yapılandırıldı.

Bienal’de farklı kimliklerin, tarihsel deneyimlerin ve yerel dinamiklerin çağdaş sanat sahnesinde aktif rol alması amaçlanıyordu.

80’lerin devrinin kapandığını düşünen Kortun, önceki iki bienalden farklı olarak batı merkezli sanat ortamı tarafından görünür olmayı değil bulunduğu coğrafyadan merkeze müdahil olmayı amaçladı:

Bu etkinliğin tek amacı Türkiye’yi köşede kalmış, suskun ve bıkkın tavrından çıkarıp, uluslararası platformda diğer ülkeler kadar önemli bir yere getirmek”

Kortun, sergiyi farklı kültürlerin ortak buluşma noktası ve araştırma platformu olarak tanımladı. Tek bir mekânda toplayarak bütün kültürleri ve sanatçıları ilişkisel bağlamda aynı zemine çekiyordu. Sanatçıların hiyerarşik yerleşimine izin vermedi.

Sergi mekânı olarak seçilen Feshane, Bienal’in temasıyla da örtüşüyordu. İmparatorluğun ilk geniş çaplı tekstil fabrikası olan Feshane, ortak üretim ve kültürel dönüşüme işaret ediyordu.

Kortun, önceki iki bienalin aksine, bir tavır olarak turistik mekanları özellikle kullanmadı. Batının gözünden egzotik doğu algısını yıkmak istiyordu. Restorasyonu bienalin bir yıl ertelenmesine neden olacak kadar uzun süren Feshane’yi Bienal’in kalıcı mekânı olarak düşünmüştü. Ancak İstanbul Bienali’nin sabit bir mekânı hiç olmadı. Bu nedenle her küratör önce sergiler için kavramsal çerçeveye uygun mekân arayışına girer.

3. Bienal Türkiye sanat ortamına hâkim yapıda bir kırılma yarattı. Kortun, başta akademi olmak üzere sanattaki egemen yapılara ciddi bir mesafe koydu. İlerleyen zamanlarda akademi kökenli sanatçıların isimlerinin başındaki akademik unvanları kullanmaktan kaçınmalarında bu yaklaşımın etkisi olduğunu söylemek abartı olmaz.

3. Edisyon’un ardından Türkiye sanat ortamında ortaya çıkan dönüşüm, salt estetik bir kırılmadan çok kültürel hegemonya alanlarının yeniden inşası olarak okunabilir.

1989 da Berlin duvarının yıkılması ve 1991’de patlak veren 1. Körfez Savaşı 3. Bienale damgasını vurdu.

Küratörün düşünme sürecini etkileyen diğer önemli etken ise 1989 yılında Paris’te düzenlenen Yeryüzünün Büyücüleri (Magiciens de la Terre) adlı sergiydi. Jean‑Hubert Martin küratörlüğündeki sergi önemli bir tartışma yaratmıştı. Batı merkezli anlatıyı kırmayı, çağdaş sanatın kapılarını tüm dünyaya açmayı hedefleyen Martin, bazı çevrelerce “batı dışı kültürleri egzotikleştirme” eleştirileri aldı. Kortun Bienal’de bu tartışmaya cevaben “farklılık” kavramının bizzat nasıl inşa edildiğini sorguladı.

Ancak sanat üretiminin Batı’nın değer sistemine göre şekillendiği eleştirileri ve kültürel temsilin nasıl inşa edildiği bugün hala bir sorun olarak önümüzde durmaya devam ediyor.

Kortun Batı sanat sisteminin dışında kalan ülkelerin de söz söyleme hakkı olduğunu vurgulasa da 3. Bienal’de Türkiye’den sadece 5 sanatçıya yer verdi. Bu durumu, uluslararası olma iddiasının bir........

© T24