Taha Parla’nın ardından
Diğer
04 Aralık 2025
Taha Parla
Taha Parla benim hiç hocam olmadı, sınıfında hiç oturmadım, ama Türkiye’yi düşünürken kafamın içinde dönüp duran seslerden biri de hep onunki oldu. (Bir diğeri de sevgili eşi Jale Parla’dır. Onun Babalar ve Oğullar kitabı Türkiye kültüründe babasızlığı ve otoriteyle ilişkiyi anlamanın referans metinlerinden biridir kanımca.) Dolayısıyla bu yazıyı hocasını kaybetmiş bir öğrenci metni gibi değil, düşünsel borcunu ödemeye çalışan bir meslektaş metni gibi yazmak istiyorum.
Taha Parla’nın merkezinde durduğu tartışma, Türkiye’de devletin, ideolojinin ve rejimin hangi kavramsal dille anlaşılacağı tartışmasıydı. Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm kitabında geliştirdiği korporatizm yorumu bu tartışmanın ilk büyük halkası olacaktı. Bu kitapta Taha Hoca toplumu sınıflar üzerinden değil, meslek zümreleri ve organik birlik üzerinden kurgulayan, kapitalizme anti-liberal bir ahlaki rasyonel üretmeye çalışan, hem liberalizme hem sosyalizme mesafeli bir ideolojik hat tarif eder. Böylece hem Gökalp’in düşüncesini hem de Kemalist dönemin hâkim siyasal dilini otoriter bir devletçilikle iç içe okur. Ona göre 20. yüzyıl egemen Türk siyasal düşüncesi, sağdan merkeze ve kendini sol ya da sosyal demokrat olarak tanımlayan birçok çizgiye kadar genişleyen bir korporatist kamu felsefesi tarafından belirlenmiştir.
Korporatizm tezi, Parla’nın Türkiye tasavvurunun sadece bir parçasıdır. Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları üçlemesinde Nutuk’u, Söylev ve Demeçler’i ve Altı Ok’u mercek altına alırken, “resmi siyasal kültür” kavramını inşa eder. Nutuk’u kurucu bir siyasal anlatı, bir iktidar dili ve bir hafıza mühendisliği olarak okur. İkinci ciltte Söylev ve Demeçler üzerinden Atatürk’ü parti lideri ve ideolog olarak konumlandırır. Burada artık sadece bir “kurucu baba” figürü değil, tek parti rejimini kuran, yöneten ve meşrulaştıran siyasal aktörün dili vardır. Üçüncü ciltte ise Altı Ok üzerine kurulu tek parti ideolojisini inceler; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık ilkelerini yeni bir rejim mimarisinin dayanakları olarak analiz eder. Bu üçleme ile Taha Hoca Kemalizmi tarihsel bir ideoloji olarak analiz eden isimler arasına girecektir. Ancak bunu yaparken cumhuriyetin tarihsel önemini yok saymaz, ama derinleştirilmesi gerektiğini tekrar tekrar vurgular. Bu açıdan erken Cumhuriyet dönemini siyasî sorunlarımızın neredeyse tek kaynağı gibi okuyan daha indirgemeci bir külliyattan ayrılır.
Sonraki çalışmalarında kurucu döneme dair çizdiği bu resmi anayasal metinler ve rejim tartışmasıyla birleştirecektir. Türkiye’de Anayasalar kitabı, 1921, 1924, 1961 ve 1982 metinlerini “tarih, ideoloji, rejim” üçlüsüyle okur. Anayasaları teknik hukuk metinleri olarak değil, egemenlik, haklar, vatandaşlık ve iktidar ilişkilerini kuran siyasal projeler olarak ele alır. Egemenliğin kaynağı, “millet”in tanımı, hak kataloglarının sınırları ve yürütme–yasama–yargı dengesindeki kaymalar üzerinden, neredeyse yüzyıla yayılan bir otoriter süreklilik teşhis eder. Bu analiz, Türkiye’nin niçin tam bir demokrasiye bir türlü geçemediği sorusunu, “halk hazır değildi” tarzı dönemsel açıklamalardan ziyade, kurumsal tasarım ve resmi ideoloji ekseninde tartışmayı mümkün kılar. Yürütmenin gerçek anlamda sınırlandırılmasını ise sadece teknik bir sistem tercihi değil, otoriter birikime karşı demokratik güvence olarak kavramsallaştırır.
Türkiye’nin Siyasal Rejimi 1980–1989 kitabında 12 Eylül sonrasını geçici bir “istisna” değil, yeni bir siyasal rejimin kuruluş dönemi olarak ele alacaktır. Bu kitapta Taha Hoca bu yeni rejimi anlamak için parti sistemi mühendisliği, sendikal alanın daraltılması, üniversitelerin yeniden yapılandırılması, basın ve yargı........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein