menu_open
Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Psikolog Ayşe Kayhan: Cinsellik bizim ekmeğimiz, suyumuz; ister yerim, ister diyet yaparım

29 0
18.02.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

18 Şubat 2024

Klinik Psikolog Ayşe Kayhan yıllar evvel "Cinsellik devrimci bir alandır" dediğinde itiraf etmeliyim ki tam olarak kavrayamamıştım. Ancak yıllar geçtikçe, dijital dünya dahil olmak üzere kadın olarak yaşadığımız baskı arttıkça algım değişti ve ezber dışı sorular sormaya başladım. Neden biz kadınlar erkekler kadar rahat cinselliğimizi yüksek sesle konuşamıyorduk? Eğitimli, eğitimsiz tüm kadınlar neden aynı baskı altında hapsedildik? Annelik kutsal mı? Gönüllü çocuksuzluk neden kabul edilmiyor?

Sürekli gizli dünyalarda, kapalı kapılar arasında cinselliğimizle sıkışıp kalıyoruz. Anne kimliğimiz kutsanırken kadın kimliğimiz alçaltılıyor. Üstelik alışmış ve duyarsızlaşmış durumdayız. Artık uyanmanın zamanı geldi de geçiyor ey kadınlar.

Bu hafta çok sevdiğim ve her zaman bilgisine başvurduğum Klinik Psikolog Ayşe Kayhan ile "Cinsellik ve Kadın"ı konuştuk. Hatta ülkemizin cinsellik haritasını çıkarmaya çalıştık. İçimizden geldiği gibi sansürsüz konuştuk. Buyurun sohbetimize.

- Uzun yıllardır cinsellik, evlilik, ilişkiler meselelerine kafa yorup, hepimizi aydınlatıyorsun. Dünden bugüne ne değişti? Örneğin pedofili, taciz, tecavüz arttı mı yoksa artık bilinir ve görünür mü oldu?

Her ikisi de. Son dönemlerde bu konuda konuşurken, meslek insanı olarak kendimin de, başka meslektaşlarımın da daha hassasiyetle konuşması gerektiğine inanıyorum. Çünkü hâlâ devam eden, bize bilgisi sızmayan, yardım isteyemeyen, bunu olduğu gibi kabul etmiş, içinde bulunduğu duruma teslim olmuş, travması devam eden bir sürü insan olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden biz bu konuları çok kolay halledilirmiş gibi "travma tedavi olur" şeklinde konuşmaktan kaçınıp, aslında "yardım isteme psikolojisinin" çok zor bir psikoloji olduğunu ve o paralelde açıklamalar yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Evet, biz ensestte, pedofilide, cinsel suçlarda yükselen bir ivme içerisindeyiz. Çünkü yaşadığımız süreçte dilimiz değişti. Daha utangaç, daha kaçıngan bir dilden daha saldırgan bir dile geçtik. Nerelerde geçtik? Kendi sokak hayatımızda geçtik, ekranlarda geçtik, basın dilinde geçtik, kitaplarda geçtik. Buna meraklarımız da neden olmuş olabilir. Buraya hiç itirazımız yok ama farkında olarak bilinçli ve bilinçdışı birtakım zeminler hazırladığımızı, onaylar verdiğimizi düşünüyorum. Ağzımıza "çocuk gelin" gibi çok tehlikeli bir tanımlamanın yapıştığını, dolayısıyla böyle rahat kullanırken aslında bir kesime onay verildiğini düşünüyorum. Bununla birlikte "ama o babası, ama o abisi, ondan zarar gelmez" zihniyetinin beslendiği yerin de tam aynı yer olduğunu düşünüyorum. Çünkü aile kavramını öyle kutsuyoruz ki, kapalı bir kutu haline getiriyoruz. Oysa aile sosyolojik bir tanımlama ve ailenin özel alanı diye bir şey yok. Ailenin içinde kaç para kazanıldığı bizi ilgilendirmez ama içinde kadınla erkeğin birbirine davranışları, o çocuğu yetiştiriliş cümleleri hem siyasal alanın, hem sosyal alanın, hem de sosyolojik ve psikolojik olarak hepimizin ilgilendiği bir alan. Bizler bir arada yaşayan canlılarız. İnsanın diğer canlılardan en önemli farkı, ölene kadar evrim geçiren, öğrenen, değişen dönüşen canlılar olması. Hepimizin birbirine onay verme, aidiyet gibi çok kıymetli bağlantıları, temasları var. O yüzden de bir aile içinde yetişen, şiddet görmüş, öfke kontrolü zayıf bir bireyin, toplumda iş arkadaşı, komşu flört vs. olmasının bağlantısından söz ediyoruz. "Ailede kol kırılır yen içinde KALAMAZ." Özel alan gayet politik bir alandır ve bizim o noktalara dair cümlelerimiz ve gerekiyorsa da yaptırımlarımız olmalı. Geleneklerin, kutsallığın arkasına sığınıp bireylerin cinsiyet kimlikleri üstünden hüküm sürme hakkımız yoktur.

- Peki Türkiye'nin seks profilini çıkarmaya çalışsak ne kadar sağlıklıyız?

Çok acemiyiz, çok utangacız. Kaçınganız. Diğer eğitim alanlarımızda olduğu gibi cinsiyet rollerinde de, sosyal tanımlamalarda da, aile içinde ergenlik isyanımızda da ket vurularak yetiştirildiğimizden meraksızız, keşfedemiyoruz. Misal, "Ben bu müziği seviyorum, size ne" diyebilen bir çocuk, kıymetli bir çocuktur. Dolayısıyla tam da o çocuğun "Sana ne, bu benim bedenim" diyebilmesinin de önünü açmamız gerekiyor. Ama şu an öyle bir şey maalesef yok.

- Ne zaman oldu ki?

O da belirsiz, ama bunu yakalamış aile yapıları var. Sağlıklı bilgiyi beraber araştıran, ulaşamadıklarında bilimsel bilginin desteğini alan aile ilişkileri var.

- Yeni jenerasyonda da aynı durum geçerli mi?

Yeni jenerasyon da iki türlü; ya çok kapalı ya da çok risk alıyor. Sınırsız risk alma potansiyelleri var. Sınırsız risk derken, toplumsal bir tehlikeden ve ahlaki bir çürümeden bahsetmiyorum. Can güvenliği ve kötüye kullanım açısından çok tehlikeli.

- Peki en sağlıklı cinsellik toplumumuzun hangi kesiminde? Ölçülebilir mi? Bu konuda bir araştırma var mı?

Öyle bir araştırma yok ancak cinsel yolla bulaşan hastalıklar, enfeksiyonlar gibi konu başlıklarıyla, bazı derneklerin cinsel davranış modellerine dokunduğu, sorular sorduğu araştırmalar yapılıyor. Bizde ancak çıkan sonuçlardan çıkarım yapabiliyoruz.

Hatırlar mısın Ebru; otuz sene önce, Anadolu insanın belli şansları olduğunu konuşurduk. Kırsal kesimde yaşayanlar, cinselliği çocuğuyla konuşamazdı ama o çocuk, dağda bayırda, ahırda bir şekilde o buzağın nasıl olduğunu bildiği için çok da soracak bir şeye ihtiyaç duymadığı gibi çıkarımlarımız olurdu. Oralar şehir hayatına göre daha masumdu. Tabii geçen süreçte sorunun arkasını görmeye başladıkça "eyvah eyvah" demeye başladık. Çocuk yaşta evlendirme, aile içi çocuk istismarı ve zoofili, seksten mahrum bırakma, kendini cezalandırma gibi bir sürü felaket durumu gözlemledik. Metropollere geldiğimizde ise, daha agresif, daha kaçıngan olanı yani daha erteleyeni gördük. Şöyle ki; "kariyerin için önce okumalısın, ayaklarının üstünde durmalısın, seks dediğin nedir ki, onu sonra zaten yaşayacaksın" deyip duygusal bağı kurmasını, aşkı duymasını hatta hoşlanmasını bile engelleyen cümlelerle yapılanmalar gördük. Ya da denemeye, keşiflere çok daha yatkın, kalabalıklarda kayboluruz ve namus kavramını bypas ederiz, diyen kitleler de gördük.

- Şimdi ne durumdayız?

Bana aynı yerlerde dolanıyormuşuz gibi geliyor. Meslek hayatıma devlette başlayıp bir çok farklı yerde çalıştım. Şimdi ise ağırlıklı olarak beyaz yakalı dediğimiz grupla çalışıyorum. Kendi ile ilgili keşiflerini yapmış olmalarını, meraklarını, oyunculuklarını geliştirmiş olmasını beklerken, anneannemin dönemi tanımlamalarla karşılaşıyorum çiftlerde. Şaşırıyorum. Hatta seansta, samimiyetle biraz da yaşımın olgunluğuyla şöyle diyorum: "Bir dakika durun, anneannem gibi konuştunuz." Çünkü o benim gerçekten anneannemin cümlesi.

- O zaman eğitimle ya da entelektüel zekâyla erotik zekâ arasında hiçbir bağlantı o yok! Öyle mi?

İddialı bu dediğin ama bağlantı olmadığı durumlar da olabilir. Birbirini destekleyici değil. Entelektüel birikim; erotik merak, yaşama cesareti benim hakkımdır, hazzımı bulmak istiyorum cesaretini beraberinde getirmiyor.

- Hâlâ orgazm sorunlarıyla uğraşılıyor mu?

Orgazm sorunlarıyla, cinsel isteksizlikle hâlâ uğraşılıyor. Bu isteksizliğin karşı tarafa duyduğun ilginin bitmişliğiyle ilgisi olduğunun kabulü bile çok zor. O yüzden hâlâ aldatmayı konuşuyoruz. Yani illa ki evlilik devam edecek. Bu yaklaşımın yan yolları, arayışları, gizli ikinci yaşamları getirir olduğunu görüyoruz. Oysa uçtan uca farklı bütün kimliklerin bir arada olduğu, gözlem şansının daha yüksek olduğu, sanatla öğrenmenin katkısının olduğu yaşamların, toplumsal yaklaşımların olduğunu biliyoruz. Tüm cinsiyetlerin, kendinden korkmadan, utanmadan keşfedeceği, soru sorabileceği, yargılanmayacağı yaşam hakkının korunduğu toplum yapısından bahsediyoruz.

Ben toplumsal cinsiyet rollerinde özellikle kadına yüklenen rollerde bayağı bayağı on yıllar geriye gidildiğini düşünüyorum.

- Diğer yandan da daha muhafazakârlaşıyoruz. Cinsellikte de daha muhafazakâr davranıyor olabilir miyiz?

Muhafazakâr davrandığımız bir gerçek. Merakımız, keşfimiz, bilgi edinme talebimiz kendi bedenimize yönelmiyor, yönelmesi kısıtlanıyor. Bedenimize yöneldiği, kadın meselesinin ve kadın ideolojisinin yükseldiği bir dönem vardı. O dönemlerden korkuldu ve hâlâ kadın meselesinden korku devam ediyor. Biz kadınlar daha meraklı, sorgulayan, sosyal öğrenimi, detaycılığı daha yüksek, hafıza bandı daha geniş, gelişime, öğrenmeye daha motiveyiz. Yani işlemcimiz erkekden farklı. Korkutucu gelen de bu. Kadının zapturapt altına alınması, sınırlı ve kısıtlı alanlar oluşturulması için oluşturulan yargı ve tutumlar gitgide muhafazakârlaşıyor. Hedef saptırılıyor. Kadını ya kariyerine odaklıyor; ya evlenme, çocuk yapma sorusu ile karşı karşıya bırakılıyor. Tabii bir de yetişmemiz ve acil karar vermemiz gereken, yaşın geçmeden yakalaman gereken biyolojik saatin var. "Annelik yaşın geldi, doğur" baskısıyla kendinle ilgili hedeflerini ertelemen bekleniliyor. Bebek sahibi olmak öyle bir konu ki herkes söz sahibi. Örneğin tüp bebek tedavileri. Kadınlar ciddi bir baskı yaşıyorlar. Tüp bebek tedavisi gören kadın kesinlikle psikolojik destek almalı. Hormon tedavileri, ilaç tedavileri kadını cidden dağıtıyor. Çok zor ve özel bir süreç. Eşe çok iyi anlatılmalı. Bir hedefiniz var. Takım olarak o hedefe beraber yürüyecek, güçlere tutunacak dayanakları vermeniz lazım o çiftin eline.

- Ya sonra?

Sonrası ise yokuş aşağı. Cinsellikten hayli uzaklaşmış iki bireyle karşılaşıyoruz. Tam bir bomba etkisi yaratıyor. Yani ötelenmiş, vazgeçmiş... Kadının bütün beyin kimyası değişiyor. Anne olmak hırkasıyla ve hormonlarla ile ilgili ne yapacağını bilemiyor. Hemen ardından annelik duygusu ve kadın kimliğinin başkalaşmış hâli ile tam o arada müthiş bir toplumsal alkış alıyorsun. Anneliğin kutsanıyor. Şükür çocuğun oldu artık kutsalsın hâli.

Kadın, benim memelerim var, adamımı da özledim, sevişmek istiyorum dese bile sesini çıkaramıyor. Çünkü emzirmen gereken bir çocuğun ve sorumlulukların........

© T24


Get it on Google Play