menu_open
Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bazı şairler, kitaplara girmemiş şiirler gibisiniz: Sami Bey, şimdi nerelerdesiniz?

19 1
03.12.2023

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

03 Aralık 2023

Düzeltmek için yarını bekleyecekler.

Biliyordum, bir kuş gibi
Oraya sığmazdım, ölmesem.

Şair, "bir kuş gibi oraya" sığmış mıdır şimdi? "Düzeltmek için yarını bekleyenler" artık düzeltilemeyeceğini hiçbir şeyin, anlamışlar mıdır peki? Bunu görmek için "beyazı ortaya çıkarsın" diye toza çevrilen kurşun kütleleri gibi derilere sineceğiz önce. Derine ineceğiz yani, derine! Kalemle kâğıtlara, fırçalarla tuvale… Şairin kalbine. Çıkarmak için o cevheri sessizce gömüldüğü yerden yüzeye… Sami Baydar, ressam, yazar ama benim için önce ve hep "En kaba sözler kuşların içinde kemik" derken, dipleri görmüş, kendi kendine konuşurken derine inmiş değil, düşmüş ve orada kalmayı "tercih etmiş" bir şair. Çünkü ona oyun oynamaya başlayan aklına karşı çıkabilecek kadar zeki bir insanken, bunu yapmamış, yapamamış. Yapılabilirdi, ama nasıl? Kalbi ve nefsi ezmekten vazgeçmekle… Başkalarından önce insanın kendi kendini kabul etme cesaretine erişmekle. En kaba sözlerin kuş kemiği olması ne kadar da zarif bir öfkenin temsili üstelik değil mi? Hem zaten ne kadar kaba olabilir ki, kuşların kemikleri? Bu, inceliğin, ince şeylerin ölme biçimi. Henüz üç yaşlardayken, yere yüzükoyun uzanmış kalem tuttuğu o günler, bir cam odanın içinde herkesin onu gördüğünü bilen biri gibi yaşadı sanki hep. Bazı ilgiler gibi bazı ilgisizlikler de öldürebiliyor insanı. İşte o kalem tutuşa hayatım feda olsun! Çünkü kalem; sudan, çamurdan, insandan ve arştan da önce yaratıldı, ebede kadar "yazsın" ve "çizsin" diye. Yeryüzü böyle incelikle gülümseyen ve sesi usul usul ağzından titremeden, dalgalanmadan dökülen kaç şairin yaşadığına tanıklık etti?

Uykuya yatmış bir çiçeğin açılmasıdır yeniden
bana son kez bir şey vermeyen, gösteremeyen
gökyüzünün tesellisini yüreğine gömen
bir çiçek, kısacık bir ömürdür.

Dilin kendisi göze görünmeyen bir şey olduğu için söylenen sözler insanı tatmin etmiyor olabilir. Bu, göze görünen şeylerin de dosdoğru idrak edildiği ya da edileceği anlamına da gelmez tabii. Her şey önce şiirle başlar. Biz insanların büyük bir bölümü, Tanrı'nın da dünyayı böyle yarattığına inanmıyor muyuz? O, önce sadece bir görme biçimidir. Çocukça bir bakış. "Şair niçin resim yapar?" sorusunu tersinden de sormak lazım, şiir içimizde bir resim olarak belirdiğinde ilkin, onu sonra kâğıtlara döktüren şey sadece gözler değil, kulaklar da kuşatılsın isteğidir, nizam-ı âlemin. Çünkü bu dinlerden bağımsız bir ilahi süreçtir. Şiir resmin ve resim de şiirin bir parçasıdır, birbirlerini anlamlı kılan o şairane varoluşa borçlanarak çıkarlar ortaya, acı duymanın incelttikçe kırdığı her şey gibi açıklamak için birbirlerini. Şiir, aklın içinden bakan ve her şeyi atomun çekirdeğindeki yoğunluğa rağmen berrak bir biçimde gören, görebilen bir ruhun uğraşıdır ancak. Vincent van Gogh'un resimlerinde de görülmeyen, görünmeyen şeylerin o ruhla yazdığı mektuplarda nasıl daha görünür olduğunu hatırlayalım. Bunu, o mektuplara sırtını dayamış şairlerin şiirlerinde de görürüz zaten. Su ya da tinerle inceltilmesi gibi boyanın ya da insanın gördüklerini, yaşadıklarını şiirle ifade etmesi de işte budur. Şiirde, nesirde olduğu gibi resimde de bir retorik elbette ki var, yine diyalektiğe ve metafiziğe de dayanan; bir yaratıcı olarak yazıcıların da ressamların da vermek istedikleri mesajlar ulaşması gereken yere varamadığında yaşadıkları sarsıntılar kalıcı ruhsal hastalıklardan biyolojik hastalıklara doğru hızla evrilir ve bunun gerçekten de bilimsel açıklamaları var.

Dünyadan vazgeçmedim mi ben
acılarımdan, anılarımdan
saati gelmemiş bir ölüm gibi
ayrı mısın benden?

Sami Baydar'ın 1980 ve 1990 yılları arasında öğrenimi dolayısıyla başlayan "İstanbul Dönemi" diye ifade edebileceğimiz yılları çok acı bir şekilde son bulmuştur. Bu sonu getiren olay anlık bir kriz şeklinde görünüp hayatının ilk ve son günlerini geçirdiği Merzifon'a, baba evine, dönmesine de neden olan paranoid şizofreni teşhisi almasıdır. Bu ve benzeri hastalıklar evet yıkıcı bir kişilik bölünmesi şeklinde cereyan eder, fakat Sami Baydar'da yarattığı şey kişiliğinin pekişmesi olmuştur. Bazı hastalıklar iyileşmez ama insan da restore edilebilir, kişilik bozuldukça, bu bozulmaların farkında insanlar varsa etrafınızda ama yoksa bu da onun değişkenliğine rağmen ruh hâli değil, doğrudan kişiliğinin kendisi olur, kalıcı bir biçimde. Delirmekle akli dengesini yitirmesi bir insanın, çok farklı şeyler. Delirmek, bir şeyin........

© T24


Get it on Google Play