1996’dan 2025’e III. Dünya Savaşı
Diğer
30 Aralık 2024
2024 yılı dünyanın güzelleştiği bir yıl olmadı, olamadı maalesef. Eğer, birilerinin ileri sürdüğü gibi, III. Dünya Savaşı aslında fark ettirmeden çoktan başlamışsa ve her geçen yıl daha da şiddetleniyorsa, 2024 yılı bu savaşın daha çok sayıda insan hayatına mal olduğu, son derece tatsız gelişmelerle dolu bir yıl olarak tarih sayfalarındaki yerini alacak:
-Savaşların coğrafyaları genişlerken olası yeni cepheler de yoğunlaştı.
-Ukrayna, Batı üretimi uzun menzilli Kara Taktik Füze Sistemleriyle (ATACMS) Rusya içlerini vurmaya başladı.
-Moskova, durduracak bir savunma sisteminin bulunmadığı söylenen, sesin 10 katı hıza sahip, orta menzilli Oreşnik füzelerini kullanmaya başladı.
-Rusya bayraklı bir ticaret gemisi ilk kez Karadeniz dışında (İspanya’nın Akdeniz kıyıları açıklarında) muhtemel bir Ukrayna kaynaklı sabotaj eylemiyle hedef alındı.
-Taktik nükleer silah kullanımı ihtimali hiç bu yılki kadar gündeme gelmedi.
-Finlandiya’dan sonra İsveç de NATO’ya tam üye oldu ve Nordik bölgesindeki askeri tatbikatlar yoğunlaştı.
-Güney Çin Denizi’ndeki askeri tatbikatlar daha önce hiç yaşanmamış seviyelere ulaştı
-Orta Doğu biraz daha istikrarsızlaşırken, Gazze’nin faaliyette kalan son hastanesi de bombalandı.
Bugün bu ateşi tetikleyen savaşların stratejisine her ne kadar ABD’nin 11 Eylül (2001) saldırısı sonrasında karar verdiği söylense de -ve ilk kurşun 2003’te (Irak’a karşı) atılmış olsa da- bugün yaşadıklarımızın düşük yoğunluklu ve kontrollü bir dünya savaşı olduğunu da kabul edeceksek eğer, bu durumda III. Cihan Harbi’nin asıl miladının 1996 yılı olduğunu düşünmek daha doğru olabilir. Zira Berlin Duvarı’nın yıkılması ve SSCB’nin çözülüşü akabinde kesintisiz barışa ve liberal demokrasiye yürüdüğü sanılan dünyamızda istikametin yeni bir dünya savaşına doğru çevrildiği en önemli kilometre taşı, kanımca 1996’da dönüldü.
1996 yılında küresel açıdan büyük önem taşıyan çok önemli gelişmeler gerçekleşmiş olsa da bunlar içinde en önemlisi, sanırım Amerikan Kongresi’nin 23 Temmuz 1996 tarihli oturumunda aldığı bir karar oldu. ABD Temsilciler Meclisi o tarihte Orta ve Doğu Avrupa’daki “yeni demokrasilerin” NATO’ya tam üye olmalarını sağlama süreçlerine mali yönden destek vermek ve İttifak’ın doğuya doğru genişlemesini mümkün kılmak üzere “NATO Enlargement Facilitation Act of 1996” adı verilen bir karar tasarısını onayladı. 1997 mali yılından başlamak üzere geçerli olan bu yasa ile -Kongre kayıtlarından da görüleceği üzere- Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın 1999’da NATO’ya dahil olmalarının önü açılmış oldu. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve iki Almanya’nın birleşmesi süreçlerinde dönemin iki süper gücü arasında varılan tüm mutabakatlar yok sayılarak, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin yolu açıldı. (NATO’nun Ruslara doğuya doğru genişlememe sözü verdiğini ortaya koyan belgelerden birini “Bir belge ve bir söz üzerinden Ukrayna krizi” başlıklı Şubat 2022 tarihli yazımda aktarmıştım.)
Amerikan Cumhuriyetçi Parti temsilcisi Benjamin Arthur Gilman’ın sponsorluğunda hazırlanan söz konusu yasada, “yeni demokrasiler” olarak Estonya, Letonya, Litvanya, Slovenya, Slovakya, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ve Moldova’nın yanı sıra Ukrayna’nın da adı geçmekteydi. Gazeteci Selami İnce’nin Birikim dergisinin Haziran 1999 tarihli 122. sayısındaki “NATO’nun sahibi kim?” başlıklı yazısında, Alman Aussenpolitik dergisini kaynak göstererek aktardığı bilgilere bakılırsa, yasayla birlikte bu ülkelerin NATO’ya dahil olmaları için 1997 mali yılı bütçesinde 60 milyon dolar ayrılmıştı ve bu tutarın hemen tamamı ABD’de yaşayan çoğu zengin iş insanlarından oluşan 20 milyonun üzerindeki Polonyalı ve Çekya kökenli Yahudi Amerikan vatandaşlarından gelmekteydi.
“NATO Enlargement Facilitation Act”in bir diğer anlamı da, NATO’daki kolektif inisiyatifin terk edilerek direksiyonun artık tamamen örgütün asli sahibi olan ABD’ye geçmekte olduğuydu. Alman Der Spiegel dergisinin 16 Mart 1997 tarihli12. sayısında (s. 151) sorduğu ve “gelecek yüzyılın ilk yarısı içinde NATO’nun genişletilerek etkisini sürdüreceğine inanıyor musunuz?” şeklindeki sorusuna ABD’nin eski Bonn Büyükelçisi Richard Holbrooke’nin verdiği yanıt bu ülkenin “inisiyatif alma” hazırlıklarına işaret etmesi bakımından önemliydi. Selami İnce’nin Türkçeye çevirerek yazısında aktardığı bu yanıt şöyleydi:
“NATO barış zamanının en başarılı örgütü. Bir şey kesin. Eğer NATO yeni üye almaz ve bugünkü çekirdek çevresi dışındaki barış amaçlı görevlerini yerine getirmezse anlamsız hale gelir.”
Evet, bundan neredeyse 30 yıl önce kurulmuş bir cümle bu ve dünyanın yeniden savaşa doğru ilerlemeye başladığının ilk değilse bile ilk göstergelerinden birisi ve ileriki yıllarda yaşanacak savaşların da teminatı gibi. Evet, her şey NATO anlamsız hale gelmesin, diye kurgulandı.
Aslına bakılırsa ABD, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonraki süreçte, başlarda NATO’nun genişlemesini hedefleyen bir plan peşinde olmamıştı. Hatta Amerikan Başkanlarından George H. W. Bush, 1992 yılında Rusya’ya 470 milyon dolarlık yardım paketinin önünü açan bir tasarının (Freedom Support Act) yasalaşmasını bile sağlamıştı. Onun ardından, 1993-2001 yılları arasında görev yapan Başkan Bill Clinton da NATO’yu büyütmek gibi ısrarlı bir tasavvura sahip olmamıştı. Clinton yönetimi başlarda Rusya’yı “çevreleme” siyaseti gütmek yerine “demokratik liberalizm” ilkelerini uygulamaktan yanaydı ve eski hasımlarının ekonomik ve siyasi dönüşümüne G-7 ve IMF çatısı altında yürütülen çalışmalarla mali katkı vermekteydi.
Ancak 1993’ten sonra işin rengi biraz değişmeye başladı. 12 Aralık 1993 tarihinde Rusya’da yapılan parlamento seçimlerinin sonuçlarına tepki olarak Amerikan iç politikasının geleneksel dinamikleri devreye girdi. Rusya’daki seçimlerde Vladimir Jirinovski gibi ABD’ye pek sıcak fikir ve hislerle yaklaşmayan aşırı sağcı adaylar ve Komünist Partisi hatırı sayılır oranda oy almıştı. Bunun üzerine, Amerikalılar ABD Başkanı Bill Clinton ile Rusya lideri Boris Yeltsin arasında 13 Ocak 1994’te gerçekleşen Moskova Zirvesi’ne “daha fazla reform, daha fazla iyileşme” sloganıyla gittiler. Yine de Rusya’ya doğrudan Amerikan mali yardımları kesilmedi. Ancak, Rusya’nın iktisadi dönüşüm sürecinde işin içine özel şirketler ile yarı-özel nitelikli girişimler ve vakıfların girmesi ve ABD’nin Rusya siyasetinin ulus-aşırı bir nitelik kazanmaya başlaması Cumhuriyetçileri tedirgin ediyordu. Ayrıca, iki bloklu siyasi ve askeri yapısı tarihe........
© T24
visit website