menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Son kere Lenin vs. Kautsky

18 32
22.12.2025

1891 yılında düzenlenen Erfurt Kongresi Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) ideolojik ve programatik patikasının açık bir şekilde tanımlandığı kongre oldu. Ancak kongrede kabul edilen program aslında sonrasında SPD’nin gelişimi sürecinde yaşayacağı içsel çatışmalar ve kavgalarda birbirine karşı mevzilenecek sağ ve solun nemalanacağı tüm unsurları birlikte kapsıyordu. Program iki bölümden oluşuyordu. İlk bölüm, kuramsal olanı, bahsedildi, Kautsky tarafından kaleme alınmıştı. Bu bölümde Devrimci Marksizmin ruhuna oldukça uygun belirlemeler ve öngörüler sıralanmıştı. Kautsky kapitalizmin çürümekte olduğunu ve işçi sınıfının devrimci potansiyelinin bir tür kinetik enerjiye dönüşeceği vaktin geleceğini belirtmişti. Bu bölüm sadece ulusal bir sosyalist partinin programı olmaktan çıktı, dünyanın başka yerlerinde kurulacak sosyalist partilere de örnek oldu. Lenin bu programın kuramsal bölümüyle ilgili şöyle diyecekti: “Biz, en azından, Erfurt Programı’nı örnek aldığımızı söylemekten korkmuyoruz; iyi olanı taklit etmekte kötü bir şey yok”. O dönemde Lenin’in Kautsky’yi bir tür otorite olarak gördüğünün kanıtıydı.

Ancak programa belki de son anda eklenen taktik bölümü Bernstein yazdı. Kautsky’nin kuramsal bölümünü maksimalist program, Bernstein’ın taktik bölümünü ise minimalist program olarak adlandırmak mümkündür (çoğunlukla da öyle adlandırılacaklardır). Bu bölümde kısa dönem için partinin taktiksel yol haritası çıkarıldı. Parlamenter sistem içinde kalma, reformlar için çabalama, parti ile sendikaların bağlarının güçlendirilmesi, grev ve toplu grevin nasıl kullanılacakları; tüm bunlar bu bölümde yerlerini aldılar. Maksimalist program ile minimalist programın nasıl uyuşturulacağına dair bir muğlaklık vardı programda. Aslında güncel politika minimalist programa havale edilmişti. Böylece maksimalist kuramsal program ve onu yazanlar sanki uzun dönemli uykuya yatırıldılar, bu bölüm giderek işlevsizleşti ve unutuldu. Kautsky’nin düşünsel ve siyasal macerası partinin siyasal macerasıyla el ele gidiyordu. Partinin gündelik işleyişi ise minimalist programa göre yürütüldü, böylece Bernstein ve ekibi giderek parti içinde baskın hale geldiler. Parti 1903 seçimlerinde 1 oy aldı, bir tür sandık devrimiydi, ama siyasal devim değildi. Bu oy oranı minimalistlerin, Bernsteincıların elini güçlendirdi. Böylece Kautsky’nin merkeze yolculuğu başladı.

Bir ara verelim; merkeze ve daha sonra da sağa kayacak Kautsky’nin giderek sağa kayacak Avrupalı sosyalist ve komünist partiler tarafından bir kere bile hatırlanmamış olması Kautsky adına hem bir şans hem de bir trajedidir. Daha da önemlisi, en azından bizim açımızdan önemli olanı, giderek sıradan rejim ve düzen partilerine dönüşen bu partiler ve Avrupa solu açısından Kautsky hala güvenilmeyecek derecede Marksist idi herhalde. Kautsky’nin mirasını sağduyulu bir şekilde ele alırken hatırlamamız gereken budur belki de.

Yine bu dönemde Kautsky’nin yürüttüğü başka bir tartışma daha sonra hem Avrupa solunun hem de dünya solunun gündemini işgal edecek ve işçi sınıfının potansiyel devrimciliğinin nasıl kinetik bir devrimciliğe dönüştürüleceği ile ilgili kadim tartışmaya çokça katkıda bulunacaktı. Wilhelm Weitling (sonraki nesilleri etkileyecek yılmaz bir sınıf eylemcisiydi, ve bir mucit idi) kapitalist gelişmenin işçi sınıfını, ona göre tıpkı Marx’ın öngördüğü şekilde, daha da sefilleştireceğini ve yoksullaştıracağını ve bu sefilleşmenin devrimci öfke ve bilinci geliştireceğini iddia etmişti. Bu gidişat sosyalistlerin işçi sınıfının da öfkesinden yararlanarak iktidarı almasına yol açacaktı. Kautsky’nin Weitling’i tiye alan sözleriyle, böylece sosyalistler ezilenleri sefaletten ve sömürüden kurtaracak Mesih gibi ortaya çıkacaklardı. Kautsky bu tezi şiddetle reddetti. Ona göre sosyalistler acıların keskinleştiği veya en dayanılmaz oldukları anı beklemekle yükümlü Hızır değillerdi; sosyalistler çürüyen kapitalizm koşullarında işçi sınıfını iktidara hazırlayacak ve onu iktidara taşıyacak özneydiler.

Weitling daha sonra solun bazı kesimlerinde de baskın olan sapkın bir tezi ifade etmişti aslında; sefilleşsinler ki devrimcileşsinler. Kautsky haklı olarak işçi sınıfının sefaletinden her durumda devrimciliğin çıkmayacağını ifade etmiş oldu; 30 yıl sonra Nazilerin yükselişinin gösterdiği gibi bu tartışmadan haklı da çıktı.

Ancak bu kadim ve köklü tartışmayla ilgili bir belirlemede bulunalım, hatta bir soru soralım: Bolşevik Devrimi hangisini haklı çıkardı? Weitling’i mi? Kautsky’yi mi? Bolşeviklerin devrimden önce özellikle sanayi proletaryası içinde belirli bir örgütlenme düzeyine ulaştığını biliyoruz. Ama askerlerin ve çocukları cephede, vahşi bir emperyalist savaşta ölenlerin barışa, köylülerin toprağa, ve ikmal ve lojistik hatları çöktüğü için açlıkla baş etmeye çalışan kentlerin ekmeğe açlığı devrimde hiç rol oynamadılar demek haksızlık olmayacak mı? Lenin biraz Kautsky’yi biraz da Weitling’i haklı çıkarmış olmadı mı?

Bu dönemde bile........

© soL