Atsız’ın dediği gibi “Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından, ileriye atılmak ve sonra dönmemektir.’’ Kahraman olmak için neler yapılır bu hayatta. Dünyanın sayısız güzelliğini bir kenara atıp sadece bir hedef yolunda, bir ülkü yolunda yürümek, o yola koşar adım gitmektir kahramanlık. Kahramanlık yeri geldiğinde en sevdiğiniz insanlara sırt çevirip bilmediğiniz kavşaklara girmektir yalnız başına. Ve kahramanlık, yeri geldiğinde milleti için, en sevdiği insanlar için, kandaşları uğrunda canını feda eden insanlardır. Bir direnişin, Türkistan’ın sembol ismi Osman Batur. Kahramanlık denince aklıma ilk gelen isimlerin başında gelir.

Pek duyulmamış, belki de gerekli ilgi gösterilmemiş bir isimdir Osman Batur. Kelamım yettiğince bu pek bilinmeyen ama bizler için çok önemli olan kahramanı anlatmak isterim.

Asıl adı Osman İslamoğlu olan ve ilerideki kahramanlıkları neticesinde Batur namını alan Osman Batur, 1899’da Altay’da Köktogay beldesinin Öndirkara köyünde dünyaya geldi. Türk töresine uygun olarak çok küçük yaşta ata binmeyi öğrendi. Altı yaşında ata binmeye başlayan Osman Batur 10-12 yaşlarında iyi bir süvari oldu. Bölgede Türk okuluna devam eden Batur, öğrencilik hayatında da oldukça parlaktı.

Osman Batur, askerlik eğitimini Büyük Kazak Kahramanı Böke Batur’un himayesinde aldı. Osman Batur’un mücadele ile dolu hayatındaki ilk kapı Moğollardı. Bir gün yengesi ile kendisini tutuklarlar. Askerlerle yola devam ederken bir anda askerlerin üstüne çullanır ve iki askeri de alaşağı ederek evine döner. Ardından durumu öğrenen Moğol yetkililerinin görevlendirdiği birisi, olayı anlamak üzere Osman Batur’a gelir. Batur’un verdiği cevap tam da kendi kanına yakışan cinstendir: “Evet bu işi ben yaptım fakat bunu, iddia edildiği gibi şahsî bir çıkar sağlamak için değil, milletimizin zaten yüce olan şanını kendi çapımda daha da yükseltmek için yaptım. Eğer beni böyle uydurma suçlamalar ile yakalasalardı onlar için övünç kaynağı olacak ve beni aşağılayacaklardı. Bu fırsatı vermedim. Olay budur” deyince Moğol yetkililer tarafından görevlendirilen Küliy Teyci yetkililere Batur’u bulamadığını söyleyip olayı kapatır.

Osman Batur yiğit ve gürbüz bir delikanlı olup çıkmıştır herkesin karşısına. Duruşu ile sevdiklerine güven, düşmanlarına ise korku verir. Bir gün, mücadele basamaklarından ikincisi olan Çinliler ile karşı karşıya getirir kader. Çinliler Kur’an-ı Kerim yakmış ve camilere saldırmıştır bir barbara yakışır şekilde. Bu olay sonrasında ilk başta üstü kapatılır gibi olmuştur. Lakin o ateş bir kere yanmıştır. O mücadeleci ruhun içine isyan ateşi düşmüştür bir kere. Zaman akıp giderken Çinlilerin zulümleri gitgide artarak devam eder. Türk ve Müslüman olan halk artık usanmıştır akan kan için. Artık evladının acı haykırışına dayanamayan ailelerin sayısı çoğalmıştır. Ve sonunda birçok insan dayanamayıp ellerindeki silah gücünü Çinli yetkililere çağrıları üzerine teslim etmiştir. Evet, teslim olmayan bir kişi vardır onların arasında. O silahını vermemiştir düşmanın eline. Hayatta, her alanda yaptığı gibi yine direnmeyi, mücadele etmeyi seçmiştir onlar karşısında. Bu mücadele ne ilk ne de son olacaktır onun için. Bütün uyarılara rağmen silahını vermeyen Batur’un ağzından şu sözler çıkar: “Bugün silah veren yarın canını verir. Benim Çinlilere verecek silahım yok. İstiyorlarsa gelip kendileri alsın. Korkanlar silahlarını teslim edebilirler.” Bu sözünden sonra oğlunu ve arkadaşını yanına alarak dağa çıkar ve direnişin o sert ateşini kendi elleriyle harlar.

Bu günlerde Altay Kartalı nâmını üstüne alır işte. Halk ilk başta benimsememiştir Batur’un mücadelesini. Ama zaman geçtikçe ne kadar haklı olduğunu anlamıştır insan olan. Artık Batur yalnız değildir. Bir sürü genç, destek vererek Batur’un yanında saflara katılır. Osman Batur ve arkadaşlarının sayısı sürekli artmaktadır. Çin için bir tehlike teşkil etmeye başlamışlardır. Güçleri arttıkça kahramanlaşırlar iyiden iyiye. Çünkü zulme karşı bir yerde saf tutmuşlardır kendileri. Hakk’ın bizzat temsilcileri olmakla beraber dualarla beraber çıkmışlardır bu özgürlük mücadelesine. Batur’un annesi de kayıtsız kalmaz ve oğlunun arkasından şu sözleri söyler: “Ben oğlumu bu günler için doğurdum. Çinliler asırlardır koyun boğazlar gibi biz Türkleri öldürüyorlar. Bizim canımız, bizden önce ölenlerin canından daha kıymetli değildir. Bizden sonrakilerin yaşaması için oğlum, ben diğer çocuklarım ölmeye hazırız.”

Bu yol için artık geri dönüş yoktur onlara. Karşılarında tek bir seçenek vardır. O da bu mücadele uğrunda yılları eskitmek, sevdiklerini unutmak, kan akıtmak ve canlarını vermek...

Bir gün yine kahraman olmanın verdiği anlayış ile çıkmıştır yola. Kendi köyündeki Çinli askerler için erzak getirileceğini öğrenir ve harekete geçer. Erzak taşıyan askerî birliği arkadaşları ile birlikte bir köşeye sıkıştırır ve yok eder. Bunun üzerine Çinlilerin sinirlenip daha büyük bir güçle köye geleceğini düşünür Osman Batur. Akacak kanı düşünür ve birçok masum insanın öldürüleceği gözünün önüne gelir hiç gitmeyecek bir şekilde. Kendine yakışanı yapar ve birçok insanın hayatını kurtarır arkadaşları ile birlikte. Birçok masum insanın umudu olmuştur tekrardan Batur.

Kızıl Çin’e kan kusturmuş olan Osman Batur ve arkadaşlarının sönmez olan direniş ve mücadele ateşi, 1943 yılında Altaylardan bütün Çinlilerin temizlenmesiyle gönüllerimizde yer bulur. Altay Türkleri genetiklerine aykırı bağımsız olmama durumundan kurtulmuşlardır. Ellerine vurulan zincirler kırılmıştır bu mücadele sayesinde. Altay Geçici Halk Cumhuriyeti’ne başkan seçilmiştir Osman Batur. Tabii her şey bitmemiştir. Mücadele verilecek başka yerlerde vardır onun gözünde. Tanrı Dağları’nın kuzeyindeki Doğu Türkistan Kazak Türklerinin yaşadığı yerleri de Çin işgalinden kurtarır. Çinliler Osman Batur’u bu mücadelesinde yalnız bırakmak için insanlara çağrılarda bulunurlar ama nafiledir bu gayretleri. O ateş bir kere yanmıştır ve etkisi dağı, taşı aşmıştır. Göklere ulaşmıştır ateşin dumanı.

Yıllar bu mücadeleler ile geçmiştir. Osman Batur, vatanını kızıl Çinlilerin elinden kurtarmak için durmadan yürümüştür o kahramanlık yolunda. Yürüdüğü yol atalarından bir ilham olmuş ona. Taşıdığı kanın genetiklerine uygun hareket etmiş hayatı boyunca. Bu mücadelesi 1951 yılının şubat ayına kadar devam etmiştir. 1951 yılında Çinliler tekrardan hücum etmiştir. Ve bunun sonunda Batur’un kızı ve birçok Türk kadını esir alınmıştır. Osman Batur tarihte eşi benzeri az olan bir adım atmıştır. Bu öyle bir adımdır ki sonraki nesillerin izini takip ettiği bir durum olmuştur. Batur tek başına 200 Çinli askerin üzerine saldırmıştır. Birçok askeri öldüren Batur, en sonunda esir düşmüştür. 17 Şubat’ı 18’e bağlayan gece zincirlenmiştir mücadelesi...

Tarihler 29 Nisan 1951 yılını gösterir. Havada bilinmeyen bir kasvet vardır. Sanki bulutlar üzülmüş, toprak gözyaşlarına hakim olamamış gibi. Rüzgar alışılmışın dışında daha da sert vuruyor beşer olanın yüzüne. Ve Osman Batur hakkında idam kararı verilir. Bir sürü işkenceye maruz kaldıktan sonra bu bedeni artık yeryüzünde yoktur. Şehitlik makamına erişmiş olup, bizlere yol gösterici olmuştur.

Bedeni aramızdan ayrılsa da inancı bizimle birliktedir. Bugün özgürlüğüne kilit vurulmuş olan Her Türk yurdunun bu ruha, bu mücadeleye ihtiyacı vardır. Eğer ki yaşantınızda bir kahraman arıyorsanız dönüp tarihinizin kahramanlarına bakın. Başka yerlerde, başka milletlerde aramayın kahramanınızı. Yolunuz, kandaşınız olan insanların ayak izlerinden ibarettir. Onların izini silersek işte o zaman söner ateşimiz, ruhumuz...

Yazımı Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözüyle bitirmek istiyorum.

“Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez.” Yazı için Nazım Can Çakmak’a teşekkür ederim.

QOSHE - TÜRK'ÜN SÖNMEYEN ÖZGÜRLÜK ATEŞİ - Taner Özdemir
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

TÜRK'ÜN SÖNMEYEN ÖZGÜRLÜK ATEŞİ

16 1
08.01.2024

Atsız’ın dediği gibi “Kahramanlık; içerek acı ölüm tasından, ileriye atılmak ve sonra dönmemektir.’’ Kahraman olmak için neler yapılır bu hayatta. Dünyanın sayısız güzelliğini bir kenara atıp sadece bir hedef yolunda, bir ülkü yolunda yürümek, o yola koşar adım gitmektir kahramanlık. Kahramanlık yeri geldiğinde en sevdiğiniz insanlara sırt çevirip bilmediğiniz kavşaklara girmektir yalnız başına. Ve kahramanlık, yeri geldiğinde milleti için, en sevdiği insanlar için, kandaşları uğrunda canını feda eden insanlardır. Bir direnişin, Türkistan’ın sembol ismi Osman Batur. Kahramanlık denince aklıma ilk gelen isimlerin başında gelir.

Pek duyulmamış, belki de gerekli ilgi gösterilmemiş bir isimdir Osman Batur. Kelamım yettiğince bu pek bilinmeyen ama bizler için çok önemli olan kahramanı anlatmak isterim.

Asıl adı Osman İslamoğlu olan ve ilerideki kahramanlıkları neticesinde Batur namını alan Osman Batur, 1899’da Altay’da Köktogay beldesinin Öndirkara köyünde dünyaya geldi. Türk töresine uygun olarak çok küçük yaşta ata binmeyi öğrendi. Altı yaşında ata binmeye başlayan Osman Batur 10-12 yaşlarında iyi bir süvari oldu. Bölgede Türk okuluna devam eden Batur, öğrencilik hayatında da oldukça parlaktı.

Osman Batur, askerlik eğitimini Büyük Kazak Kahramanı Böke Batur’un himayesinde aldı. Osman Batur’un mücadele ile dolu hayatındaki ilk kapı Moğollardı. Bir gün yengesi ile kendisini tutuklarlar. Askerlerle yola devam ederken bir anda askerlerin üstüne çullanır ve iki askeri de alaşağı ederek evine döner. Ardından durumu öğrenen Moğol yetkililerinin görevlendirdiği birisi, olayı anlamak üzere Osman Batur’a gelir. Batur’un verdiği cevap tam da kendi kanına yakışan cinstendir: “Evet bu işi ben yaptım fakat bunu, iddia edildiği gibi şahsî bir çıkar sağlamak için değil, milletimizin zaten yüce olan şanını kendi çapımda daha da yükseltmek için yaptım. Eğer beni böyle uydurma suçlamalar ile yakalasalardı onlar için övünç kaynağı olacak ve beni aşağılayacaklardı. Bu fırsatı vermedim. Olay budur” deyince Moğol yetkililer tarafından görevlendirilen Küliy Teyci yetkililere Batur’u bulamadığını söyleyip olayı kapatır.

Osman Batur yiğit ve gürbüz bir delikanlı olup çıkmıştır herkesin karşısına. Duruşu ile sevdiklerine güven, düşmanlarına ise korku verir. Bir gün, mücadele basamaklarından ikincisi olan Çinliler ile karşı karşıya getirir kader. Çinliler Kur’an-ı Kerim yakmış ve camilere saldırmıştır bir barbara yakışır şekilde. Bu olay sonrasında ilk başta üstü kapatılır gibi olmuştur. Lakin o ateş bir kere yanmıştır. O mücadeleci ruhun içine isyan ateşi düşmüştür bir kere. Zaman akıp........

© Pusula Gazetesi


Get it on Google Play