Almanya’nın İsrail politikası, Türkiye’de de tartışma konusu oldu. Özellikle de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Şansölye Olaf Scholz’un Berlin’deki ortak basın toplantısında, “Almanya’nın suçluluk psikolojisinden ötürü İsrail’i sahiplendiğine” atıfta bulunan yorumlar yapınca, konu yeniden gündeme geldi.

Erdoğan’ın eleştirileri kısmına sonra gelelim. Önce, Almanya’nın eleştirilen İsrail politikası nasıl ve neden böyle bir siyasi çizgi benimsendi; bunları ele alalım. Almanya’nın, İkinci Dünya Savaşı’ndaki suçları nasıl ekstrem örneklerse; tarihiyle yüzleşme politikası dünyada örneği bulunmayan derecede ileri bir örnek.

Almanya’nın İsrail politikasını savunmak veya “güzellemek” değil bu yazının amacı: bir adım geride tutup, neyin neden kaynaklandığını anlamaya çalışmayı unutuyoruz Türkiye’de çoğu zaman feveran etmekten…İnsanları da, algılarımızda, “şucu” “bucu” diye etiketleyip geçme kolaycılığına sapıyoruz.

Değil geçmişiyle; bugünüyle bile yüzleşme konusunda başarısız, isteksiz ve kaytarmacı bir tavır sergileyen, geçmişi ve tarihi de sürekli kavga meselesi haline getiren bir siyasi iktidarın ikliminde yaşıyoruz. Bu iklim, özgür düşünceye karşı dururken; karşı ve farklı fikirleri, düşünceleri yaklaşımları olanları da tek tipleştiriyor.

Fikren çoraklaşmış bir Türkiye’ye mâhkum olmaya razı gelmek yerine; incelemek öğrenmek ve yargılarını “sürü psikolojisi” ile değil, kendi düşüncesi ve birikimi ile oluşturmayı seçmek de mümkün.

Almanya’nın geçmişle yüzleşme konusunda neyi doğru ve neyi yanlış yaptığını anlamaya çalışmak da, benim tarafımda bu düşünce pratiklerinden biri.

“Geçmişin üstesinden gelmek”

*Vergangenheitsbewältigung (*Geçmişin üstesinden gelme mücadelesi), Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası, sosyolkültürel hayatı, toplumsal varoluşuna en büyük damgayı vuran kavram. Savaş sonrası, “Almanya’nın ulusal kimliği nedir” sorusunun yanıtının yolu, hep “Vergangenheitsbewältigung”dan geçti; hala da geçiyor. Sadece İkinci Dünya Savaşı’nın ağır yükü ile değil; Doğu Almanya ile Batı’nın birleşmesi sürecinde de bu kavram üzerinden şekillendi ülkenin ulusal kimliği…

Tabii; geçmişle yüzleşmenin adeta bir görev ve sorumluluk duygusuyla yerine getirilmesi, tüm sorunları sihirli değnek gibi çözmüyor, ayrımcılık ve ırkçılığı yok etmiyor.

Yine de, Almanya’nın geçmişle hesaplaşmayı ve geçmişe dair hafızasını canlı tutmayı kendi kendine empoze eden, devlet politikalarının tümüne işleyen tutumunun, “geçmişle yüzleşme” örnekleri içinde kendine özgü bir yeri olduğunu kabul etmek gerek.

Türkiye’nin son dönemde dış politikasında benimsediği, Almanya’yı “Nazi geçmişi” üzerinden eleştirip küçük düşürmeye çalışma çizgisi ise, bu ülkeye yapılabilecek en büyük diplomatik hakaret olsa gerek. O nedenle de, 2017’de Erdoğan’ın Almanya'nın Türk bakanların bazı referandum kampanyası etkinliklerini iptal etmesine karşılık, “Sizin şu andaki uygulamalarınız geçmişteki Nazi uygulamalarından farklı değil, bunu böyle biliniz” demesi Almanya’da hala hafızalarda.

“Nazilik” suçlamasının Almanya ile diplomasi ve toplumsal ilişkilerde, Erdoğan üzerinden tüm Türkiye’nin eksi hanesine yazılmasının üzerinden altı yıl sonra, gene aynı diplomatik darboğaza girildi. Bu seferde, 17 Kasım’da 24 saat sürmeyen Berlin ziyaretinde Erdoğan yine bir “İkinci Savaşı suçlaması” yaptı Almanya’ya:

“Borçluluk psikolojisi içerisinde İsrail-Filistin savaşını değerlendirmemek gerekir. Bakın ben rahat konuşuyorum. Çünkü bizim İsrail’e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamayız. Ama borçlu olanlar rahat konuşamıyorlar. Biz Holokost cenderesinden geçmedik.”

Üstelik de, Erdoğan’ın “fırçalayan” tonda bu sözlerinin kendisini soru soran bir gazeteciye yönelik olduğunu da unutmayalım. Yine olan gazetecilere oldu; gene gazeteciler soru sorduğu için terslendi. Tabii, Türkiye’de ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir gazeteci olsa muhattap; verilen yanıt, sözle kalmazdı-bunu da gayet iyi biliyoruz.

Almanya’nın İsrail politikası: Neden?

Almanya’nın “normal zamanlardaki” İsrail politikası, İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma tarihi yükümlüğünü de üstlenerek, destekleyici-en azından köstek olmayıcı biçimde şekilleniyordu. Son zamanlarda, Almanya Dışişleri Bakanlığı’na yakın çevrelerde, İsrail’in her politikasının da eleştirilmez olmadığı yaklaşımı gelişiyordu. Ancak Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ertesi, Almanya’nın çok net ve esnemeyen şekilde İsrail’in yanında yer aldı. Merkel, 2008’de İsrail Parlamentosu Knesset’te, İsrail’in güvenliğinin “kendileri için de varoluşsal bir mesele” olduğunu söylemişti. Şansölye Scholz’ da, 12 Ekim’de Almanya’nın Federal Parlementosu Bundestag’da aynı sözleri tekrarladı. Ülkenin Gazze Savaşı’na bugünkü politikasını da, Scholz’un bu konuşması gayet net biçimde özetliyor:

“Şu anda Almanya'nın tek bir yeri var, o da İsrail'in yanı. ‘İsrail'in güvenliği Almanya'nın varoluş nedenidir’ derken bunu kastediyoruz. Almanya'nın tarihi ve Holokost’ta sahip olduğu sorumluluk, İsrail'in güvenliğini ve varlığını sürdürmemizi gerektiriyor.”

Almanya’da hükümetteki Sosyal Demokrat-Yeşiller-Liberaller koalisyonunda ortak görüş hâkim: Almanya devletinin, İsrail’e karşı tarihi sorumluluk taş Yeşiller’den Şansölye Yardımcısı Robert Habeck de 1 Kasım’da detaylı bir açıklamayla dile getirmişti. Habeck’in konuşmasındaki ve Scholz’un da çeşitli kereler dile getirdiği çerçeve aynı: İsrail’e destek olmak ve anti-Semitizm ile mücadelede tavizsiz davranmak, Almanya’nın devlet politikasında aynı madalyonun iki yüzü gibi. Habeck konuşmasında şöyle diyordu:

“İsrail ile olan özel ilişkimiz, bizim tarihi sorumluluğumuzdan kaynaklanıyor. Onlar benim büyükannem ve büyükbabamın nesliydi. Almanya ve Avrupa'daki Yahudi yaşamını yok etmek istiyorlardı. Holokost’tan sonra İsrail’in kuruluşu, Yahudilerin korunması vaad ediyordu ve Almanya, bu vaadin yerine getirilmesine yardımcı olmak zorundaydı. Bu, Cumhuriyetimizin tarihi bir temelidir. Tarihsel sorumluluğumuz aynı zamanda Yahudilerin Almanya'da özgür ve güvenli bir şekilde yaşayabilmeleri, dinlerini ve kültürlerini açıkça göstermekten bir daha asla korkmamaları gerektiği anlamına da geliyor. Ama geri dönen tam da bu korku.”

Habeck’ın konuşması, Almanya’nın siyasi çevrelerinden onu eleştirenler tarafından bile olumlu karşılandı; “tarihi” bir konuşma olarak nitelendi. Habeck’in perspektifi, Almanya’nın kendi içinde Yahudi karşıtlığının hortlamasına yönelik bir kaygı ve korkuyu, Almanya’da bir daha anti-Semitizm’e geçit vermeme kararlığını yansıtıyor. Söz konusu kaygı ve korkuları dağıtmanın, Yahudi düşmanlığına hakikaten de izin vermemenin yöntemi, nedir; Almanya’nın izlediği dış politika, garantili bir yöntem midir?

Üstelik, Almanya’nın kendi içinde Yahudilerin güvende olmasının ötesinde İsrail’in vatandaşlarının da güvende olmasını sağlayan bir politika çizgisi mi Habeck’in dile getirdiği?

İstikrarın fazlasıyla öncelendiği bir dış politika anlayışı

Almanya, 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettikten sonra, askeri techizat göndermek konusunda çok ihtiyatlı davranmıştı. Ve hatta, Almanya’nın Mart 2023’ün sonunda, Ukrayna’ya Leopard tanklarını tedarik etmesi, ülkenin dış politika çizgisinde bir dönüm noktası olmuştu. 1970’lerin başında, Willy Brandt’ın Şansölyeliği döneminde “Neu Ostpolitik” (Yeni Doğu Politikası), Almanya’nın Moskova’daki yönetimle iyi geçinmesini öngörüyordu. Bu çizgi, çeşitli farklılıklarla ama özü hiç bozulmadan Helmut Kohl, Gerhard Schröder ve Angela Merkel’in Şansölyeliği dönemlerinde de sürdürüldü. Scholz’un da, söz konusu olan Ukrayna gibi işgal edilmiş bir ülke olsa da, Rusya’ya karşı savaşacak silahları tedarik etme kararı vermesi güçlükle alındı. Buna karşılık, 7 Ekim saldırıları ertesi, İsrail ile 200’e yakın askeri kontrat yapıldı.

Tüm bunlar tartışılır: fakat, Habeck’in konuşmasında çizdiği siyasi çerçevesinin ardında, Hamas’ın 7 Ekim saldırısından sonra Almanya’daki anti-Semitik saldırıların artmasının yattığının farkında olmak gerek. Hatta, 7 Ekim öncesinde de, Temmuz-Eylül 2023’te Almanya genelinde kayda geçen 540 anti-Semitik saldırı olmuştu. Bu sayı da, 2022’nin aynı dönemine göre saldırıların yaklaşık olarak ikiye katlanması demek.

Almanya’da hükümet, siyaseten bir arayış içinde ve ülkenin politik çizgisi; hele de, dış politika çizgisi öyle Ankara’nınki gibi 180 derece ani dönüşlere yapan tarzda hiç değil. Değişim, çok yavaş ve çok tartarak yapılıyor.

Almanya’nın İsrail dış politikası tartışmalarından Türkiye’nin hissesine düşen ise; İsrail-Filistin meselesine, Gazze’deki savaşın sonlanıp barışa ilerlenmesi gibi konulara hiçbir katkıda bulunmayacak popülist çıkışlarla ortamı daha da germek.

2022’de yapılan bir araştırmaya göre, Almanya’da nüfusu yaklaşık yüzde 6’sı anti-semitik görüşlere sahipti. 2020’deyse, aynı araştırmanın bulduğu seviye, yüzde 2 civarıydı. Araştırma özellikle, Rusya ve Türkiye kökenli Almanya vatandaşları arasında anti-Semitizm’in arttığını gösteriyordu. Diplomasinin yerini tersleme alınca da, faturanın gene Türkiye’nin kendi vatandaşlarına ve Almanya’daki Türkiye kökenlilere kesileceğini; Gazze Savaşı’nın bitirilmesi ve İsrail-Filistin Meselesi’nde barış sürecinin bir an önce mümkün olabilmesi gibi konularda da Türkiye’nin hiçbir rol oynamayacağını görmek çok zor değil. Kaldı ki, Almanya’nın da İsrail politikasını, kendisine sürekli “Nazi” yakıştırması yapan bir yönetimi dikkate alarak değiştirmeyeceği ortada…

-----

Fotoğraf: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz'ın Berlin'de 17 Kasım'da gerçekleşen ortak basın toplantısından. (Videodan ekran görüntüsü)



QOSHE - *Vergangenheitsbewältigung’laştıramadıklarımızdan mısınız? - Sezin Öney
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

*Vergangenheitsbewältigung’laştıramadıklarımızdan mısınız?

5 0
20.11.2023

Almanya’nın İsrail politikası, Türkiye’de de tartışma konusu oldu. Özellikle de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Şansölye Olaf Scholz’un Berlin’deki ortak basın toplantısında, “Almanya’nın suçluluk psikolojisinden ötürü İsrail’i sahiplendiğine” atıfta bulunan yorumlar yapınca, konu yeniden gündeme geldi.

Erdoğan’ın eleştirileri kısmına sonra gelelim. Önce, Almanya’nın eleştirilen İsrail politikası nasıl ve neden böyle bir siyasi çizgi benimsendi; bunları ele alalım. Almanya’nın, İkinci Dünya Savaşı’ndaki suçları nasıl ekstrem örneklerse; tarihiyle yüzleşme politikası dünyada örneği bulunmayan derecede ileri bir örnek.

Almanya’nın İsrail politikasını savunmak veya “güzellemek” değil bu yazının amacı: bir adım geride tutup, neyin neden kaynaklandığını anlamaya çalışmayı unutuyoruz Türkiye’de çoğu zaman feveran etmekten…İnsanları da, algılarımızda, “şucu” “bucu” diye etiketleyip geçme kolaycılığına sapıyoruz.

Değil geçmişiyle; bugünüyle bile yüzleşme konusunda başarısız, isteksiz ve kaytarmacı bir tavır sergileyen, geçmişi ve tarihi de sürekli kavga meselesi haline getiren bir siyasi iktidarın ikliminde yaşıyoruz. Bu iklim, özgür düşünceye karşı dururken; karşı ve farklı fikirleri, düşünceleri yaklaşımları olanları da tek tipleştiriyor.

Fikren çoraklaşmış bir Türkiye’ye mâhkum olmaya razı gelmek yerine; incelemek öğrenmek ve yargılarını “sürü psikolojisi” ile değil, kendi düşüncesi ve birikimi ile oluşturmayı seçmek de mümkün.

Almanya’nın geçmişle yüzleşme konusunda neyi doğru ve neyi yanlış yaptığını anlamaya çalışmak da, benim tarafımda bu düşünce pratiklerinden biri.

“Geçmişin üstesinden gelmek”

*Vergangenheitsbewältigung (*Geçmişin üstesinden gelme mücadelesi), Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası, sosyolkültürel hayatı, toplumsal varoluşuna en büyük damgayı vuran kavram. Savaş sonrası, “Almanya’nın ulusal kimliği nedir” sorusunun yanıtının yolu, hep “Vergangenheitsbewältigung”dan geçti; hala da geçiyor. Sadece İkinci Dünya Savaşı’nın ağır yükü ile değil; Doğu Almanya ile Batı’nın birleşmesi sürecinde de bu kavram üzerinden şekillendi ülkenin ulusal kimliği…

Tabii; geçmişle yüzleşmenin adeta bir görev ve sorumluluk duygusuyla yerine getirilmesi, tüm sorunları sihirli değnek gibi çözmüyor, ayrımcılık ve ırkçılığı yok etmiyor.

Yine de, Almanya’nın geçmişle hesaplaşmayı ve geçmişe dair hafızasını canlı tutmayı kendi kendine empoze eden, devlet politikalarının tümüne işleyen tutumunun, “geçmişle yüzleşme” örnekleri içinde kendine özgü bir yeri olduğunu kabul etmek gerek.

Türkiye’nin son dönemde dış politikasında benimsediği, Almanya’yı “Nazi geçmişi” üzerinden eleştirip küçük düşürmeye çalışma çizgisi ise, bu ülkeye yapılabilecek en büyük diplomatik hakaret olsa gerek. O nedenle de, 2017’de Erdoğan’ın Almanya'nın Türk bakanların bazı referandum kampanyası etkinliklerini iptal etmesine karşılık, “Sizin şu andaki uygulamalarınız geçmişteki Nazi uygulamalarından farklı değil, bunu böyle biliniz” demesi Almanya’da hala hafızalarda.

“Nazilik” suçlamasının Almanya ile diplomasi ve toplumsal ilişkilerde, Erdoğan üzerinden tüm Türkiye’nin eksi hanesine yazılmasının........

© P24


Get it on Google Play