Mithat Cemal Kuntay kelimelerin, hecelerin, harflerin seslerini duyuyor. Duyduğu sesleri anlama dönüştürüp roman kişilerine broş, rozet, yaka mendili, kulak arkası çiçeği vs gibi minik aksesuarlar olarak giydiriyor:

“Fakat tuhaftır, Macide, Süleyman'ı, Şehremaneti Meclisi'ne aza oldu diye kıskanmıştı. Ona, Süleyman elinden kaçacak gibi gelmişti. Bir de ‘Tapu Müdürü’ kelimesinin tıkırtısı yanında ‘aza’nın kınından kılıç gibi sıyrılan 'za’sı Macide'nin gözünü kamaştırmıştı.“

Yemen şehidinin kızı, yoksulluk içinde korunaksız büyümüş Macide, bütün gücün erkeklerin elinde olduğu bir dünyada kendi kocasında olandan daha fazlasına sahip olan bir adamı tercih etmek isteyebilir. Gerçi o adam Süleyman gibi her daim tribünlere oynayan bir sahtekârdır, ama bir sahtekârı tercih etti diye Macide’yi kınayamam:

“Tek gözlüklü Süleyman kalabalık bir adamdı; kaşları, kolları harekete geçerek, genzinden çıkan dört, beş sesle konuşurken, insan zümre konuşuyor sanırdı.”

“Süleyman'ın beş altı kişilik kahkahaları, Senih Efendi'nin ‘ayın’ları ve ‘lamelif’leri merdivenden sofaya doldu; Macide odasında giyinirken düşünüyordu: Süleyman'ın sesi Sofular'daki eve konak edası veriyordu; ancak bu kibarlığı, kocasının duaya benzeyen sesi hırpalamasa!”

“İşsiz yazıhaneler sarnıç gibi ses verir.”

Üç İstanbul’un esas oğlanı Adnan, 2. Abdülhamid sonrasında, Meşrutiyet ve İttihat Terakki dönemlerinde yükselmiş zenginleşmiş, sonra ballı dönem bitmiş yoksulluğa çakılmış, bir han odasında avukatlık yazıhanesi açmış müşteri bekliyordu.

“Gelmeyen müşterileri beklemekteki acıyı unutmak için, Adnan, bazan Katip Salih'le eski zamanları konuşuyordu: Fakat yazıhanenin kapısını sırtına kadar açarak! Çünkü hanın merdiveninden müşterinin çıktığını duymalıdır. Hasbihalin sesi de çok yavaştı. Yeni merdivendeki ayak seslerinden az! Ancak han merdiveninden çıkan bu ayak sesleri çok zalimdiler; çünkü çok müphemdiler: çünkü çok meçhuldüler. Bunların içinde bir tek malum olanı yalnız han kahvecisinin ayak sesiydi: Çivili ve namuslu kundura sesi!.. Öteki ayak sesleri hep kalleştiler; Adnan'ın yazıhanesine girecek gibi başlıyorlar, başka odalarda bitiyorlardı.”

Kuşkonmaz çorbası içenler

Yatak odasında Saray adamı, salonunda Cön Türk olan Hidayet’in Cağaloğlu’ndaki konağında konuklar yemekte çorbayı höpürdetirler. Fakat Kuntay “höpürdetmek” veya başka bir kelimeyi tercih etmez:

“Yüksek arkalı koltuklarda, bir siyasi kongrenin murahhaslarına benzeyen misafirler, kuşkonmaz çarbasını içerken avukat Tevfik Hoca'nın, Antikacı Sadık'ın, Sahaf Arif'in dudaklarından ustura parçaları gibi keskin sesler uçtu; Hidayet, dudakların bu münasebetsizliğine sinirlendi.”

Mahallenin sükûtu

“Süheyla ağlayacaktı. Gözlerini göstermemek için pencereye gitti; başını kafese dayadı. Ağlayamadı, düşünüyordu. Komşu evlerin kiremitlerinde güvercinler boğuk seslerle mahallenin sükûtunu uzun çizgiler haline koyuyorlardı.”

Ses’in sessizliği işaret etmesi… Sessizlik bazı hallerde ses olarak kabul edilebilir mi?

*

Roman’da seslerin çeşitli kullanımları var. Sesler bazen kişiler ve anlık durumları vurguluyorlar:

“Hacı Hulüsi Paşa kayadan su sızar gibi iri göğsünden çıkan çocuk sesiyle kira arabacısına pencereden bağırdı: "Nuruosmaniye'ye."

“Dağıstanlı Hoca bir köşede sessiz evrad okumakla meşguldü: Dudağında bir ses iskeleti kımıldıyor… “

Ses bazen karakterin samimiyet seviyesini tanımlıyor:

“Adnan bir zamparaya lazım olan titrek sesle, "Anamın hastalığı olmasa seninle çoktan evlenmiştim Süheyla!”

Veya aşağılık kompleksini:

“Adnan bu Mermer Yalı'ya geldiğine pişman oldu; hakaret görmüş gibiydi; çok başka olan bu kadın güzelliğinde insana hakaret eden bir tefevvuk (üstünlük) vardı. Belkıs'ın sesinin yanında Adnan kendi sesini bazen insanın bayağılığını anlatan bir tek kelime gibi adi buluyordu.”

Bazen de sesler üzerinden mekanlar tanımlanıyor. Bu tanımlar, karşılaştırmalar ile siyasi tavıra dönüşüyor. Mesela Maliye Nazırı’nın konağı ile Saray adamı Hidayet’in Konağı karşılaştırması:

“Halbuki Süheyla'nın gürültüsüz, patırtısız irfanı bir çiçeğin boynunu bükmesi kadar güzeldi. Sonra Maliye Nazırı'nın refahından utanıyor gibi sesi çıkmayan konağı: Bu konağın hali eşyada, taşta, tahtada rikkatti.” (Rikkat: ince, nazik)

“Bir de, Süheyla'nın çehresine bir çöl kızının ikinci ismetini çerçeveleyen Maliye Nazırı'nın sessiz konağı! Birdenbire Hidayet'in konağını düşündü: Elbise adamlar, boya yüzler, öğrenilmiş sesler, ezberlenmiş heyecanlarla dolu salonlar! ..

Adnan Beyimiz ile bağlayalım. Belkıs'ın sesinin yanında kendi sesini insanın bayağılığını anlatan bir tek kelime gibi adi bulan Adnan, Belkıs’ın evinde ayak seslerini de yitirmişti:

“Tik ağacı basamaklı, kristal parmaklıklı ve beyaz bronzlu merdivenlerde, Pendibuhara yol halıları üzerinden çıkarken Adnan mukavvadan bir adam gibiydi; nereye bassa ayağının sesi çıkmıyordu.”



QOSHE - Üç İstanbul romanında ses dokusu (14) - İlhami Algör
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Üç İstanbul romanında ses dokusu (14)

4 0
06.01.2024

Mithat Cemal Kuntay kelimelerin, hecelerin, harflerin seslerini duyuyor. Duyduğu sesleri anlama dönüştürüp roman kişilerine broş, rozet, yaka mendili, kulak arkası çiçeği vs gibi minik aksesuarlar olarak giydiriyor:

“Fakat tuhaftır, Macide, Süleyman'ı, Şehremaneti Meclisi'ne aza oldu diye kıskanmıştı. Ona, Süleyman elinden kaçacak gibi gelmişti. Bir de ‘Tapu Müdürü’ kelimesinin tıkırtısı yanında ‘aza’nın kınından kılıç gibi sıyrılan 'za’sı Macide'nin gözünü kamaştırmıştı.“

Yemen şehidinin kızı, yoksulluk içinde korunaksız büyümüş Macide, bütün gücün erkeklerin elinde olduğu bir dünyada kendi kocasında olandan daha fazlasına sahip olan bir adamı tercih etmek isteyebilir. Gerçi o adam Süleyman gibi her daim tribünlere oynayan bir sahtekârdır, ama bir sahtekârı tercih etti diye Macide’yi kınayamam:

“Tek gözlüklü Süleyman kalabalık bir adamdı; kaşları, kolları harekete geçerek, genzinden çıkan dört, beş sesle konuşurken, insan zümre konuşuyor sanırdı.”

“Süleyman'ın beş altı kişilik kahkahaları, Senih Efendi'nin ‘ayın’ları ve ‘lamelif’leri merdivenden sofaya doldu; Macide odasında giyinirken düşünüyordu: Süleyman'ın sesi Sofular'daki eve konak edası veriyordu; ancak bu kibarlığı, kocasının duaya benzeyen sesi hırpalamasa!”

“İşsiz yazıhaneler sarnıç gibi ses verir.”

Üç İstanbul’un esas oğlanı Adnan, 2. Abdülhamid sonrasında, Meşrutiyet ve İttihat Terakki dönemlerinde yükselmiş zenginleşmiş, sonra ballı dönem bitmiş yoksulluğa çakılmış, bir han odasında avukatlık yazıhanesi açmış müşteri bekliyordu.

“Gelmeyen müşterileri beklemekteki acıyı unutmak için, Adnan, bazan Katip Salih'le........

© P24


Get it on Google Play