Üç İstanbul romanının İstanbul’una şöyle bir bakalım. 1885 senesinde nüfusu 873 bindir. Acaba hangi semtlerde kimler yaşamaktadır? Bir yerden bir yere nasıl gitmektedirler? Semt sakinlerinin gündelik hayatları nasıldır? Bu hususları merak ediyorum. Fakat bu soruların cevaplarını temin etmek zahmetli bir iş.

Tembel fakat şanslı olduğum için, Hagop Baronyan’ın (1843-1891) İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti (Can Yyn.) kitabı sorularımın bir kısmına cevap olarak imdadıma koştu. Ortaköy’den başlayalım:

“Köyün ileri gelenleri birkaç sınıfa ayrılır. Bir bölümü yalnız diplomatik işlerle uğraşır. Bu sınıftaki insanlar meyhanede rakı şişesi önlerine geldiğinde Doğu politikası hakkında Gladstone ne konuşmuştu, Bismarck ne tutum takınacak, Kumandınios, Kheorsiosi’ne ne yazdı, bilmek isterler. Tüm bunlara tatminkâr cevap alamadıkça meyhaneden dışarı çıkmazlar. Diğer zümre diplomatik konulardan sıkılır. Bunlar için rakının üstüne tuzlu balık mı, et mi, meyve mi yenileceğinin bilinmesi gerekir.”

Büyüklerimiz boşuna öğretmedi bize Nedim’i: “Meyhâne mukassî görünür taşradan ammâ /Bir başka ferah başka letâfet var içinde”.

Ortaköy meyhane ehlinin sözünü ettiği Gladstone, XIX. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz politik hayatının önemli kişisidir. Otto von Bismarck da yine XIX. yüzyılın ikinci yarısında Almanya’nın birleşmesinde önemli rol oynayan bir devlet adamı. Sosyal sorunların kan ve kılıç ile çözülebileceği zihniyetinde bir adam. Devlet adamlarında yaygın görülen bir zihniyet. Prusya egemenliğinde güçlü bir Almanya murad etti, muradına erdi. Almanya’nın bu “performansı” Osmanlı’nın nazar-ı dikkatini celbedecektir:

“Almanya ve Prusya’nın göz alıcılığı, Abdülhamid’e mahsus değildi. İttihat ve Terakki önderliği de, Almanya’yı askeri müttefikten öte ‘rol modeli’ gibi görecektir.” (T. Bora, Cereyanlar, İletişim Yyn.)

Hagop Baronyan rehberliğinde İstanbul semtlerine devam ediyorum. Üç İstanbul romanından bir miktar uzaklaşacağım. Fakat İstanbul’dayım ve 19. yüzyılın ikinci yarısındayım. Yolum, kaçınılmaz olarak Üç İstanbul’a varacak.

Kumkapı: “Bu mahallenin kadınları gösterişi sevmez, kıyafet için fazla para harcamaz. Yılda bir kez Pera’ya çıkar. Dört kat fiyatla Louis Philippe zamanından kalan demode şapkalar alır. Buna demodeliğin modası derler.”

Lui Filip 1830-1848 arasında Fransa Kralı. Monarşik bir şahıs. 1848’de işçiler ve orta sınıflar devirdiler kendisini.

Kumkapı sakini biri Pera’ya nasıl ulaşır diye merak ettim. Yine Baronyan’a göre Galata Köprüsü ile Kumkapı arasında çalışan bir vapur var. Vapur meselesi ilginç. Burada sözü uzatacağım. Niyetim malumatfuruşluk değil. İstanbul’un gündelik hallerini merak ediyorum.

1850’li yıllara kadar, şehir yöneticisi erkekler “Müslüman kadınlar şehir içi yolcu vapurlarına binsinler mi binmesinler mi?” tartışması yapıyorlar. Genel eğilim “binmesinler” yönünde. O günlerde Abdülmecid padişah, 2. Abdülhamid ise sekiz yaşında.

Kaptanıderya Süleyman Refet Paşa, kadınlara dair yasağın kalkması için uğraşıyor. Sicil-i Osmani’ye göre Süleyman Refet Paşa: “Tedbirli, güçlü, yumuşak huylu, cömert, şair, orta boylu, balık etli, güzel yüzlü” biri. Paşa, kadınlara dair yasağın kalkması ile şehir hatları vapurları yolcu sayısının ve böylece kazancın artacağını savunuyor.

Acaba Paşa’nın savunması tamamen ekonomik faydaya mı dayanmaktadır? Yoksa ekonomik fayda o günlerde karşı çıkılması zor olan bir argüman mıdır? Ayrıca Paşa, Paris elçiliği yapmıştır. İstanbul’da gayrimüslim kadınlar deniz ulaşımını kullanabiliyor ise Müslüman kadınlar neden bu haktan geri kalsınlar diye düşünmüş olabilir mi? Ailesinin kadınları “nedir bu saçma sapan yasak” diyerek Paşa’nın düşüncelerine tesir etmiş olabilirler mi? Tanzimat ortamında yani reform günlerinde, ortam birtakım yenilikleri beslemiş olabilir mi? (Neredeyse iki yüzyıl sonra, kadınların şehir hatları vapurlarında musiki icra ederek yolculardan para topladığı günlerde sorularımın bir önemi var mıdır?)

Nihayet, Eylül 1850’de Abdülmecid, Süleyman Refet Paşa’nın önerilerine uygun bir çözüm için izin verir. Vapurlarda kadınlar için özel salonlar yapılır. Görev personeli yaşlı ve güvenilir erkeklerden seçilir. Kim seçiyorsa artık!?

Vapurlar faslını “Üç İstanbul” romanına bağlayayım. Dağınıklığıma bir tutarlılık getirir belki: “Kahveci hafiften sarhoştu.(…)Teneffüsü vapurlardaki ikinci mevki kokuyordu.”

*

Biraz da 20. Yüzyıl başı İstanbul’una bakalım. Stefanos Yerasimos’un derlediği İstanbul 1914-1922 kitabından (İletişim Yyn.) bakalım: “Yaklaşık bir milyon insanın yaşadığı bu kentte nüfusun sadece yarısı Müslümandır.”

Yerasimos, önce Sultan ve çevresine dair bir döküm verir “Ve sonra ötekiler” diyerek devam eder: “Ciğer, İşkembe satan Arnavutlar, Boşnaklar, Kürt hamallar, Laz gemiciler, Kırım Tatarları ve Ruslar tarafından Kafkasya’dan kovulan ve sultan tarafından gönül yüceliği içinde kabul edilen Çerkesler, Kapçuklar, Ubihler, Kumikler, Osetler, Çeçenler…” şeklinde uzun bir döküm verir. Sonra gayrımüslim nüfusu saymaya başlar:

“Rumlar: Bunlar Boğaz’daki köylerde ve Adalar’da balıkçılık, Belgrat Ormanı’nda odunculuk yaparlar ama esas olarak kentli insanlardır. Ege Denizi’nin ve Iyonya Denizi’nin adalarından gelenler, otelciler ya da tüccarlar, Makedonyalı duvarcılar ve zanaatkârlar, Yunanca harflerle ama Türkçe basılmış İncil’i okuyan Orta Anadolu’nun Türkçe konuşan Rumları, Ege Bölgesinin, Pontus’un (Karadeniz) hattâ Kafkasya’nın yaman tüccarları…”

Yerasimos’un 1910’lu yılların İstanbul ahalisine dair muhteşem dökümü sayfalarca devam ediyor. Stefanos Yerasimos anısına hazırlanmış Bir Allame-i Cihan adlı, çok sayıda yazarın katkı verdiği 2 ciltlik bir kitap var. (Kitapyayınevi) Editörleri, Edhem Eldem, Ersu Pekin, Aksel Tibet.

Bay Yerasimos’un kızkardeşi Marianna arkadaşımdır. Bay Yerasimos ile yıllar önce Taksim-Teşvikiye dolmuşunda yanyana oturduk. Kendimi tanıttım. Kısa bir sohbet ettik. Bana yetti. Bahtiyarım.

Marianna Yerasimos’un çok sayıda, yayınlanmış araştırma, inceleme, derleme kitapları var. Bunlardan özellikle birini, İstanbullu Rum Bir Alienin Mutfak Serüveni adlı kitabı samimiyetle öneririm. Ve konu Üç ya da değil, yine İstanbul’a bağlandı. Memnunum.



QOSHE - “Üç İstanbul” romanı ve İstanbul şehrinin gündeliğine dair (8) - İlhami Algör
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Üç İstanbul” romanı ve İstanbul şehrinin gündeliğine dair (8)

3 0
25.11.2023

Üç İstanbul romanının İstanbul’una şöyle bir bakalım. 1885 senesinde nüfusu 873 bindir. Acaba hangi semtlerde kimler yaşamaktadır? Bir yerden bir yere nasıl gitmektedirler? Semt sakinlerinin gündelik hayatları nasıldır? Bu hususları merak ediyorum. Fakat bu soruların cevaplarını temin etmek zahmetli bir iş.

Tembel fakat şanslı olduğum için, Hagop Baronyan’ın (1843-1891) İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti (Can Yyn.) kitabı sorularımın bir kısmına cevap olarak imdadıma koştu. Ortaköy’den başlayalım:

“Köyün ileri gelenleri birkaç sınıfa ayrılır. Bir bölümü yalnız diplomatik işlerle uğraşır. Bu sınıftaki insanlar meyhanede rakı şişesi önlerine geldiğinde Doğu politikası hakkında Gladstone ne konuşmuştu, Bismarck ne tutum takınacak, Kumandınios, Kheorsiosi’ne ne yazdı, bilmek isterler. Tüm bunlara tatminkâr cevap alamadıkça meyhaneden dışarı çıkmazlar. Diğer zümre diplomatik konulardan sıkılır. Bunlar için rakının üstüne tuzlu balık mı, et mi, meyve mi yenileceğinin bilinmesi gerekir.”

Büyüklerimiz boşuna öğretmedi bize Nedim’i: “Meyhâne mukassî görünür taşradan ammâ /Bir başka ferah başka letâfet var içinde”.

Ortaköy meyhane ehlinin sözünü ettiği Gladstone, XIX. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz politik hayatının önemli kişisidir. Otto von Bismarck da yine XIX. yüzyılın ikinci yarısında Almanya’nın birleşmesinde önemli rol oynayan bir devlet adamı. Sosyal sorunların kan ve kılıç ile çözülebileceği zihniyetinde bir adam. Devlet adamlarında yaygın görülen bir zihniyet. Prusya egemenliğinde güçlü bir Almanya murad etti, muradına erdi. Almanya’nın bu “performansı” Osmanlı’nın nazar-ı dikkatini celbedecektir:

“Almanya ve Prusya’nın göz alıcılığı, Abdülhamid’e mahsus değildi. İttihat ve Terakki önderliği de, Almanya’yı askeri müttefikten öte ‘rol modeli’ gibi görecektir.” (T. Bora, Cereyanlar, İletişim Yyn.)

Hagop Baronyan rehberliğinde İstanbul semtlerine devam ediyorum. Üç İstanbul romanından bir miktar uzaklaşacağım. Fakat İstanbul’dayım ve 19. yüzyılın ikinci yarısındayım. Yolum, kaçınılmaz olarak Üç........

© P24


Get it on Google Play