Romanı didiklemeye devam edip etmemekte kararsızdım ki Kuntay’ın Tapu Müdürü Senih Efendi ve karısı Macide’yi, mahremlerinden alenen takdimi dikkatimi çekti:

“26 yaşındaki Macide’nin 55 yaşında kocası Senih Efendi soyunduğu zaman bu elbise ve çamaşır yığınının tepesinde bir çocuk vücudu çırpınır, onun insan manzarası, çıkardığı elbiselerinde kalır, cinsi ve nev’i olmayan bir mahluk Macide’yi kucaklardı. Kadın, başına gelecek felaketi görmemek için yatakta gözlerini kapar, vücudunun üstündeki elleri, ayakları unutmaya çalışırdı. (…) Dünyanın dışında başka bir dünya parçası olmadıkça Macide bu yataktan bir karış kaçmayacak, Senih Efendi’nin rutubetli dudaklarına vücudunun hiçbir tarafı itiraz edemeyecektir. Ve iki ayağı çukurda olan Senih Efendi her gece mezarından yarı beline kadar uzanacak, Macide’yi kucaklayacaktır.”

Macide faslı sayfalar boyunca yukarıdaki kıvamda akıyordu ki ben yine aynı fotoğrafa, 1924 senesinde evinin salonunda misafirleri ile çektirdiği fotoğrafta ayakta duran Kuntay’ın ifadesiz, donuk yüzüne gittim. Fotoğraftaki herkes objektife doğru bakarken sadece Kuntay, başka bir noktaya ve uzağa bakıyordu. Kuntay, “değişik” biri demeye çalışıyorum.

Uzatmadan söyleyeyim: “…soyunduğu zaman bu elbise ve çamaşır yığınının tepesinde bir çocuk vücudu çırpınır” cümlesi ile başlayıp, “Senih Efendi her gece mezarından yarı beline kadar uzanacak, Macide’yi kucaklayacaktır” satırları ile uzun ve akıcı paragrafı bitiren birinin o esnada dil hazzı, keyif aldığını düşünebilirim.

Ve bu sayfaları yazdıktan sonra dış dünya ile temasında yine aynı donuk bakışlar ile hayatına devam edebilecek biri olduğunu düşünüyorum. Düşüncelerimde ısrarcı değilim. Fakat düşünüyorum. Birilerinin “donuk”, “kibirli” olarak tanımladığı insanlar tanıdım. Hatta ben de bu tanımlara katılabilirim. Ama tanımlarımız, o kişilerin kağıt ve kalem ile çekildikleri kendi dünyalarında yaratıcı olabileceklerini reddedemez.

Kitabın içinden devam ediyorum. Romanın esas oğlanı Adnan’ı dahil etmemiz gerek. Anlatı bütünlüğü diye bir mecburiyet bürosu var çünkü. Henüz dünya Adnan’ın romanı/filmi diye başlayıp yarı yolda Macide ile devam eden bir anlatıya hazır değil.

“Senih Efendi, bir gece karısı Macide’ye müjde verdi: Adnan’ı damat alacaktı. (…) her akşam yemeğinde Adnan’ın adı geçtikçe Melahat kırmızıydı. Bıyığı terlemiş bir aşiret reisinin oğluna benzeyen esmer, kıllı Melahat’a Adnan ne derece koca olur? Bunu üvey annesi Macide bilemezdi; ancak, Macide her gece Adnan’ın damatlığını Sofular’daki eve girecek kadar düşünür, her erkeği çoraplarına kadar soyan sanatkar gözlerini ona diker, kendi etinde çıplak Adnan’ın kemiklerinden acı, tatlı sızılar duyar, dilinin kökündeki yerlerden damağına sızan mayhoş rutubet içinde dakikalarca dalardı.”

Macide için “geleceği gören kadın” diyebilirim. Ama önce Sofular mahalle halkının orospu olmasını istediği Macide’nin evveliyatına yer vereceğim. Bu alıntı, Kuntay’ın halkı görmediğine veya nasıl gördüğüne dair tartışmalar için de bir mana ifade eder belki:

“Alaylı Binbaşı Mehmet, Yemen’de öldüğü zaman iki kızından biri dört yaşındaydı, öteki kızı Macide –şimdi Senih Efendi’nin karısı olan Macide– sekiz aylıktı. Parasız ölenlerin ailelerinin, yangın yerleri gibi birbirlerine benzeyen sefaleti içinde Macide, ablası, anası bir müddet süründüler: Dul ve yetim aylığının insanları çabuk ölmekten kurtaran yardımıyla çamaşırsız, kömürsüz, şekersiz, meyvesiz yaşadılar.”

Kuntay, Macide’nin sosyal durumunu, Yemen şehidi ailesinin dul ve yetim maaşına eleştirel çağrışımlarla bağlıyor. Birkaç sayfa sonra, yetişkin Macide’yi ilk evliliğinde başka bir çerçeveye bağlıyor:

“Macide’yi Sivas’ta idadi muallimi olan eniştesi yanına getirtti; orada nafia mühendisiyle evlendirdi. Macide bir gün, kocasını, sokakta uzun boylu biriyle gördü. Gece kocasından, uzun boylu adamın belediye hekimi olduğunu öğrendi. Ve ertesi gün Macide hastalandı. (…) Macide’nin kocası (…) belediye hekiminden söz almıştı, gene gelecekti. O gün çıplak Macide beyaz geceliğiyle karyolasına uzandı; kalçasından kalbine kadar bütün vücudunu göğsünün iki sivri ucuna topladı, bekliyordu.”

Macide faslı Adnan’a bağlanmasaydı bile kendi başına bir roman, hatta bir film olabilirdi bence. Mesela bakınız:

“… üç ay sonra Macide belediye hekimini aldatmak ihtiyacını duydu; çünkü zampara, koca kadar tabiileşmişti ve her yeri malumdu. ‘Namussuzluk, kocasından başka erkeği aldatmaktır’ vecizesini, Macide, İstanbul’da mektepte iken, roman düşkünü bir cılız kızdan işitmişti. Vücudunun bir köşesinde uyuyor sandığı bu vecize bir gün birdenbire Macide’nin gözbebeklerinde uyandı; aynı dakikada cumbanın önünden Reji memuru Sofokli geniş omuzları yuvarlanarak geçti ve o gece Macide belkemiğinde Sofokli, beyninde vecize, dört kere uyandı.” (“Roman düşkünü cılız kız” detayını yemedik.)

Sayfalar, sayfalar sonra Senih Efendi’ye inme iniyor, Adnan nezaket ziyareti için Sofular’daki eve geliyor:

“Ve Macide çiçekli ve kırmızı teneke tepsinin üstündeki beyaz patiskadan mavi kahve fincanını aldı; sivri bir selamla Adnan’a verdi. Adnan kahveyi içerken ağzına odanın taaffünü (kokuşmuşluğu) siyah su halinde doluyor sandı. Fincanı yarısında bıraktı. Fakat Macide’ye baktıkça şaşıyordu. (…) Macide orospu değil miydi? O halde çürük gözlerinde kızıl ve kara şeyler yanıp sönecekti; halbuki Adnan’ın karşısında beyaz bir aile kadını oturuyordu.”

Ve az sonra: “Macide iki saatten beri Adnan’ın her tarafında kırılıyor, parçalanıyor, vücudu lokma lokma, dilim dilim, sütun sütun kopuyor, dağılıyor, birleşiyor; yatağın her yerini kaplıyor, sonra bir kucak, bir avuç oluyordu. Adnan şaşırmıştı. Bu kadının aşkı öyle başı ve sonu olan bir kitap, bir terkip, bir sanat değildi. Bu aşk, vahşetin güzelliğine yaklaşan iptidailikle hayattı.”

Macide faslında Adnan, Macide uğruna bahane edilmiş gibi duruyor. (Bu cümleme karşıt başka bir cümle kuracağım daha sonra.) Çünkü Macide bölümü, Hidayet konağının dalkavuğu Süleyman ve Marsilyalı karısı ve sair detaylar ile uzuyor: “Erkeksiz kaldığı zamanlarda kendini Manakyan Tiyatrosu’na ya da kitaplara atan Macide, sabahtan beri La Dameaux Camelias’nınTürkçe’sini okuyordu.”

Kuntay’ın yazarken kullandığı dilden büyük keyif aldığını düşünüyorum:

“Fakat tuhaftır, Macide, Süleyman’ı, Şehremaneti Meclisi’ne aza oldu diye kıskanmıştı. Ona, Süleyman elinden kaçacak gibi gelmişti. Bir de ‘Tapu Müdürü’ kelimesinin tıkırtısı yanında ‘aza’nın kınından kılıç gibi sıyrılan ‘za’sı Madde’nin gözünü kamaştırmıştı. Mahzundu: Sevmediği kocasının sevdiği Süleyman’dan üstün olmasını istiyordu.”

Kuntay’ın, kelime parçalarındaki ve harflerdeki ses detaylarına hassas olmasını sevdim. Kendimce anladım. Ses detayını, sadece orada bırakmıyor, oradan Macide’nin hissiyatına uzanıyor. Kuntay’ın bu yeteneği bende olsaydı ben de 700 sayfa yazabilirdim belki.

Yukarıda “Macide faslında Adnan, Macide uğruna bahane edilmiş gibi duruyor. (Bu cümleme karşıt başka bir cümle kuracağım daha sonra.)” dediydim. Haftaya devam edeceğim. Macide’yi birkaç paragraf ile geçiştirmek bence Macide’ye karşı ayıp olur, saygısızlık olur.

Selam sevgi ile



QOSHE - “Üç İstanbul” – Macide (10) - İlhami Algör
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Üç İstanbul” – Macide (10)

4 0
09.12.2023

Romanı didiklemeye devam edip etmemekte kararsızdım ki Kuntay’ın Tapu Müdürü Senih Efendi ve karısı Macide’yi, mahremlerinden alenen takdimi dikkatimi çekti:

“26 yaşındaki Macide’nin 55 yaşında kocası Senih Efendi soyunduğu zaman bu elbise ve çamaşır yığınının tepesinde bir çocuk vücudu çırpınır, onun insan manzarası, çıkardığı elbiselerinde kalır, cinsi ve nev’i olmayan bir mahluk Macide’yi kucaklardı. Kadın, başına gelecek felaketi görmemek için yatakta gözlerini kapar, vücudunun üstündeki elleri, ayakları unutmaya çalışırdı. (…) Dünyanın dışında başka bir dünya parçası olmadıkça Macide bu yataktan bir karış kaçmayacak, Senih Efendi’nin rutubetli dudaklarına vücudunun hiçbir tarafı itiraz edemeyecektir. Ve iki ayağı çukurda olan Senih Efendi her gece mezarından yarı beline kadar uzanacak, Macide’yi kucaklayacaktır.”

Macide faslı sayfalar boyunca yukarıdaki kıvamda akıyordu ki ben yine aynı fotoğrafa, 1924 senesinde evinin salonunda misafirleri ile çektirdiği fotoğrafta ayakta duran Kuntay’ın ifadesiz, donuk yüzüne gittim. Fotoğraftaki herkes objektife doğru bakarken sadece Kuntay, başka bir noktaya ve uzağa bakıyordu. Kuntay, “değişik” biri demeye çalışıyorum.

Uzatmadan söyleyeyim: “…soyunduğu zaman bu elbise ve çamaşır yığınının tepesinde bir çocuk vücudu çırpınır” cümlesi ile başlayıp, “Senih Efendi her gece mezarından yarı beline kadar uzanacak, Macide’yi kucaklayacaktır” satırları ile uzun ve akıcı paragrafı bitiren birinin o esnada dil hazzı, keyif aldığını düşünebilirim.

Ve bu sayfaları yazdıktan sonra dış dünya ile temasında yine aynı donuk bakışlar ile hayatına devam edebilecek biri olduğunu düşünüyorum. Düşüncelerimde ısrarcı değilim. Fakat düşünüyorum. Birilerinin “donuk”, “kibirli” olarak tanımladığı insanlar tanıdım. Hatta ben de bu tanımlara katılabilirim. Ama tanımlarımız, o kişilerin kağıt ve kalem ile çekildikleri kendi dünyalarında yaratıcı olabileceklerini reddedemez.

Kitabın içinden devam ediyorum. Romanın esas oğlanı Adnan’ı dahil etmemiz gerek. Anlatı bütünlüğü diye bir mecburiyet bürosu var çünkü. Henüz dünya Adnan’ın romanı/filmi diye başlayıp yarı yolda Macide ile devam eden bir anlatıya hazır değil.

“Senih Efendi, bir gece karısı Macide’ye müjde verdi: Adnan’ı damat alacaktı. (…) her akşam yemeğinde Adnan’ın adı geçtikçe Melahat kırmızıydı. Bıyığı terlemiş bir aşiret reisinin oğluna benzeyen........

© P24


Get it on Google Play