Casusluk Çağı: Hakikatin Suç, Sessizliğin Erdem Sayıldığı Düzen
Bir zamanlar casusluk, devletlerin birbirine karşı yürüttüğü karanlık bir oyundu. Haritaların kenarında, diplomatik notaların arkasında, soğuk savaşların dilsiz koridorlarında dolaşan bir kelimeydi. Sınırları geçmek, gizli bilgilere sızmak, düşmanın hamlesini önceden öğrenmekti anlamı. Fakat artık bu kelime yön değiştirdi. Bugün casusluk, dışarıdan içeriye değil, içeriden içeriye işliyor. Devletler artık birbirini değil, kendi yurttaşlarını izliyor. Ve bu izleme, sadece gözle değil, yasayla, sadece kamerayla değil, yargıyla yapılıyor.
Eskiden casusluk, devletin egemenliğini koruma refleksiydi; şimdi ise iktidarın kırılganlığını örtme biçimi. Çünkü her rejim, kendi korkusunu gizlemek için bir suç icat eder. Çağımızın suçu “casusluk”tur. Artık düşman sınırın ötesinde değil; gazetecinin kaleminde, akademisyenin düşüncesinde, sanatçının sahnesinde. Casusluk suçlaması, iktidarın kendi vatandaşına çevirdiği aynadır; o aynada gördüğü şey, gerçeği dile getiren yüzdür.
Bir ülkede hukuk sustuğunda, kelimeler suç olmaya başlar. Gazetecilik casuslukla, eleştiri ihanetle, düşünmek sabotajla eş tutulur. Hukuk, bir koruma kalkanı değil, bir bastırma aracına dönüşür. Artık kanıt aranmaz; yalnızca niyet yeterlidir. Birinin ne dediği değil, ne demek istediği sorgulanır. Mahkeme salonları, adaletin değil, korkunun inşa edildiği mekânlara dönüşür. Yargıçlar, yasaları değil, iktidarın iradesini okur. Böylece “hukuk devleti” denilen şey, bir ironiden ibaret kalır.
Bu durum sadece bir yargı pratiği değil, bir düşünce........





















Toi Staff
Gideon Levy
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein