İçimden hep ölümü konuşmak ve yazmak geliyordu… Bunu yapmamın dinleyici ve okuyucu üzerinde nasıl bir etki bırakacağını hesap etmeden önce bizatihi kendi nefsimin ölmeden önce ölümle yüzleşmem gerektiğine inandığım için... Annemin ölümü de yıllarca içimde taşıdığım fakat hep ertelediğim bu düşünceyi yazıya dökmemi tetikledi diyebilirim…

Biliyoruz ki yaşam kalitemiz ölümü hatırlama ya da unutmamıza göre anlam kazanıyor…

Hayat-memat dengesini kurmaya çalışırken ölüm şuuru ve ahiret bilincinin ne kadar önemli olduğunun az çok farkındayız… Ölümlü olduğumuzu unuttukça hayatın anlam ve amacından uzaklaşıyoruz...

Ahiret inancının, kişilerin bu dünyada kendilerini sınırlamalarına şeytanın şerrinden, nefsin tuzaklarından uzak durmalarına ciddi anlamda etki ettiğini biliyoruz…

Bu hakikati bilmemize rağmen, ölüme çok uzaklarda kalmış eski bir dost gibi bakıyoruz... Zaten dünyasını cennet eyleyen ehli dünya, ölümü çoktan dışladı düşlerinden, dualarından ve dünyalarından...

Ahiret hedefimiz hızla hafızalarımızdan ve hayatımızdan siliniyor… Yüreklerimiz ahirete dönük sevdaları konuk edemez oldu...

Daralan ahiret ufku, körelen ölüm şuuru her türlü kirlilik ve kötülüğün önünü açıyor...

Kan gölüne dönen coğrafyalarımızdan toplu ölümlere tanıklık ediyoruz ama hâlâ ölümü doğru tanımlama ve hayatın merkezine taşıma yoluna gitmiyoruz...

Ölülerle diriler arasındaki alaka koptu... Ölülerin dirilere, dirilerin ölülere sanki ihtiyacı yok gibi…

En yakınlarımızın ölümü bile bize yeterince ölümü hatırlatmıyor... Kulaklarımız “ötelerin” sesini duymaya ayarlı değil… Yâkînimizi kaybettik… Aşkınlığımız zayıfladı…

Ahiret havasını teneffüs edeceğimiz mekânlarımız, zamanlarımız, daha doğrusu zihinlerimiz yok… Ölümün vatanı işgale uğradı, istimlak edildi...

Artık ölüm hayatın içinde değil, uhrevi iletişim erozyona uğradı…

Sürekli şiirlere, öykülere, türkülere, filmlere, masallara konu olan ölüm nedense yüreklerde yeterince yer edinemedi… Hayatın akışına etki etmedi…

Hayat dediğimiz nedir ki “Ol” emri ile “Öl” emri arasındaki geçen sınav değil mi?

Bize sürekli ahireti hatırlatacak duyarlı dostlar lazım…

Ölümle burun buruna gelmek, ölümle yakın temas veya bir şekilde ölümü yaşamak, hemen her faninin hayatında bir şekilde vardır… Veya şöyle ifade edeyim; her birimizin bir ölüm provası olmuştur…

Ölüm yalayıp geçtiğinde anlarız, hayat öyle zannettiğimiz gibi elimizin altında değil…

Ölüm kişiyi birden fazla yoklar… Umursuyor muyuz yoksa umrumuzda değil mi? İbret alan var mı, yok mu?

Bu bağlamda yaşanılan her olay bir tefekkür aralığı açar bizlere…

Adım adım ölüme yürürken ölümü kanıksıyor muyuz yoksa yadsıyor muyuz? Kabulleniyor muyuz, öfkeli miyiz? Ölümden konu açılınca psikolojimiz nasıl?

Evet! Adım adım, nefes nefes, yudum yudum ölüme yürüyoruz… Ceset ceset, tabut tabut, mezar mezar ölümü görüyoruz… Nedense görmemezlikten geliyoruz…

Bizi sarıp sarmalayan ölüm gerçeğini geçiştiriyoruz…

Bizde bir tuhaflık var sanki! Bunca tabut, bunca mezar, bunca ölüm… Neden hiç oralı değiliz?

Yerküre bir dolup, bir boşalırken başıboşluktan, boşvermişlikten kurtulamıyoruz…

Yalan dünyanın yoksul ve yalnız yolcuları değil miyiz? Ölümle hiç karşılaşmayacakmışız gibi nasıl davranabiliriz?

Ayaklarımızın altında kayıp giden toprağa öylesine bel bağlamışız ki, bir gün bizi bağrına çekeceğini hatırlamak istemiyoruz…

Kaçmak mümkün değil… Baksanıza üstümüze üstümüze geliyor ölüm… Her an bizi yoklarken, nasıl yok sayabiliriz? Ölüm kapı komşumuz… Hep yanı başımızda…

Yakın zamanlarda depremler, seller, yangınlar, salgınlar, savaşlar ardı arkası kesilmeyen toplu ölüm vakalarıyla sarsılıyoruz ancak hemen unutuyoruz… Bu unutkanlığımızı gidermeye, ölüm şuuru ve ahiret bilincini inşa etmeye yönelik, ruhumda depreşen duygu ve düşünceleri sizlerle paylaşmak istedim…

Bu amaçla bir kitap çalışması yapmak nasip oldu…

Derdim sadece bir kitabın okunması değil, hayatımızı gözden geçirmek, daha derinlikli düşünmek, ölümle yüzleşmek, emaneti Sahibine yüz akıyla verebilmektir...

Arada bir, bunaldığımızda hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize bir 10 dakika ayırın ve son gününüzü düşünün…

Dünya için bu kadar üzülmeye değer mi?

Eninde sonunda gideceğimiz yer toprak…

‘’YARIN İÇİN’’ isimli bu çalışma ölmeden önce öteler ötesine bir seferi hedefliyor…

QOSHE - 'Yarın için' - Ramazan Kayan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

'Yarın için'

31 8
03.11.2023

İçimden hep ölümü konuşmak ve yazmak geliyordu… Bunu yapmamın dinleyici ve okuyucu üzerinde nasıl bir etki bırakacağını hesap etmeden önce bizatihi kendi nefsimin ölmeden önce ölümle yüzleşmem gerektiğine inandığım için... Annemin ölümü de yıllarca içimde taşıdığım fakat hep ertelediğim bu düşünceyi yazıya dökmemi tetikledi diyebilirim…

Biliyoruz ki yaşam kalitemiz ölümü hatırlama ya da unutmamıza göre anlam kazanıyor…

Hayat-memat dengesini kurmaya çalışırken ölüm şuuru ve ahiret bilincinin ne kadar önemli olduğunun az çok farkındayız… Ölümlü olduğumuzu unuttukça hayatın anlam ve amacından uzaklaşıyoruz...

Ahiret inancının, kişilerin bu dünyada kendilerini sınırlamalarına şeytanın şerrinden, nefsin tuzaklarından uzak durmalarına ciddi anlamda etki ettiğini biliyoruz…

Bu hakikati bilmemize rağmen, ölüme çok uzaklarda kalmış eski bir dost gibi bakıyoruz... Zaten dünyasını cennet eyleyen ehli dünya, ölümü çoktan dışladı düşlerinden, dualarından ve dünyalarından...

Ahiret hedefimiz hızla hafızalarımızdan ve hayatımızdan siliniyor… Yüreklerimiz ahirete dönük sevdaları konuk edemez oldu...

Daralan ahiret ufku, körelen ölüm şuuru her türlü kirlilik ve kötülüğün önünü açıyor...

Kan gölüne dönen coğrafyalarımızdan toplu ölümlere tanıklık ediyoruz ama hâlâ ölümü doğru tanımlama ve hayatın merkezine taşıma yoluna gitmiyoruz...

Ölülerle diriler arasındaki alaka koptu... Ölülerin dirilere, dirilerin ölülere sanki ihtiyacı yok gibi…

En........

© Milat


Get it on Google Play