Doğada her şey birbirine ihtiyaç duyar. Var olmak için var etmek gereği buradan beslenir. Zaten hayatın kökenindeki en derin içgüdü de buna göre ayarlanmıştır. Kendini korumak, türünü sürdürmek… Aslında bu ikisi de birbiriyle bağlantılıdır. Kendini koruyamayan daha baştan varoluş sınırlarından sürüldüğü için öncelik kendini korumaya aittir. Bununla birlikte, kendini korumanın gerekçesi de türünü sürdürmektir. Son aşamada her canlı, mücadelesini türünün devamını garanti altına almak için verir. Ağaçlar bu amaçla toprağa sarılır, rüzgara direnir, suya heves eder, kendini ışığa açar. Günün sonunda bir çiçek açar, o çiçek meyveye durur, o meyve de ağacın türünü garanti eder. Bir hayvan, hayatı boyunca bunun için avlanır. Açlık ve sefaletten kurtulmak sadece yaşamını sürdürme neşesiyle ilgili değildir fakat aynı zamanda türün zaman içindeki yolculuğunun da mutlak temini anlamına gelir. Bir hayvan, avının üstüne atladığı zaman da karnı doyup köşeye çekildiği zaman da içgüdüsel olarak hep o büyük resme, türün devamına olan sözleşmesine bağlı kalır. Yine bu amaçla karnı doyar doymaz kenara çekilir. Çevresindeki zayıf ve aç hayvanlara yer açar, onların da bir şekilde hayata tutunmasının imkanlarını üretir. Burada ne ağaçlar arasında toprak kavgasına şahit oluruz ne hayvanlar arasında kendi türüne ihanet ile karşılaşırız. Hakikat olsa bile “büyük balığın küçük balığı” yediği cümlesini ağzına sakız yapıp toplumdan topluma, nesilden nesle aktaran da bizleriz. Mesela daha fazla toprağa sahip olmak için bitkiler ve ağaçlar arasında bir kökler, damarlar savaşı oluyor mu? Hangi ağacın ötekine “bu alan benim saçaklanma yerim, sen başka topraklara git” dediğini duydunuz? Veya karnı doymuş, kuyruğunu keyifle sallama vakti gelmiş hangi hayvanın yemeyi sürdürdüğünü, diğer karnı toklarla birbirine girdiğini, karnı aç hayvanların önündekileri aşırma planları yaptığına şahit oldunuz? Yazık ki bitkilerde ve hayvanlarda bulunmayan birçok hastalık insanda, sadece insanda var. Toprak hastalığı, yer kapma hastalığı, yerinden etme ve verdiği zararın kendisine faydası olmayacağını bile bile zarar vermeye devam etme yalnızca insana mahsus… Mesela siz hiç yaprakları benden farklı diye bir ağacın diğerinin üstüne yürüdüğünü gördünüz mü? Rengi bir aşağılama gerekçesi gören her hangi bir bitkiyle karşılaştınız mı? Bu ağacın rengi kızıl millet, yeşilimizin fiyakasını bozuyor, hadi üstüne yürüyelim ve yok edelim şu kızıl çeneklileri diyen her hangi bir ormana rastlanmış mıdır? Ya da uzun tüylü hayvanlar bir olup kısa tüylülerin tüylerini yolmak için organize olmuş mudur?

İnsana gelince işler nasıl da bir anda değişiyor? Etini yemediğimiz halde sırf keyif olsun diye öldüren de avlayan da bizleriz, içimizden öyle geçtiği için dal budak kıran da. Rengimize zarar vermediği halde öteki renkleri taşlayan, dünyanın ta öte tarafına sürmeye çalışan da biziz, insanları şekline şemaline ayırarak ötekileştiren, aşağılayan, onlara cehennemi yaşatan da. Hangi hayvan, karnı doyduktan sonra da yemeye devam eder? Hangi ağaç, büyüyünce güneşini kesme ihtimali taşıyor diye yanındaki fidanın canına okur? Hangi orman, bin meşakkatle silahlanıp yanı başındaki ormanı işgale gider, onun kökünü kurutmak için kendindeki sayısız güzelliği feda eder? Dibine düşen tohumu yemeye kalksa hangi ağaç, türünü bugüne ulaştırabilirdi? Büyüğü küçüğünü, zengini yoksulunu, güçlüsü güçsüzünü telef etse hangi hayvan soyu kurumadan buralara varabilirdi? Oysa insan, neredeyse bütün hayatını yok etmeye, kendi faydasına olsa da olmasa da yok etmenin kendisine adıyor. Öldürmeye ayarlı iç dünyalar, öldürmenin kodlarını yaygınlaştırıyor, paradigmalarını kuruyor, stratejilerini üretiyor ve kendi dışındaki her şeyi kendine yönelmiş tehdit olarak algılayıp dünyayı hayattan kurtarmanın içgüdüsüyle her gün, her saat öldürüyor. Metalleri, toprağı, bitkileri, hayvanları, insanları, önüne ne gelirse nefesindeki hırs aleviyle yakıp yıkıyor. Bilimleri de sanatları da kültürleri de manipülasyonları da propagandaları da hep bunun için, bir canlıyı daha yok etmek için kullanıyor. Düşünün ki en başından bugüne kadar yaratmak/yaşatmak ile yok etmek/öldürmek arasındaki bütün icatlarda ikinciler hep bir adım önde gidiyor. Düşünün ki kale duvarları bahçe çitlerinden, savaş mimarisi tıp mimarisinden çok daha muhkem olarak inşa ediliyor. Düşünün ki savunma ve saldırı bütçeleri eğitim ve sağlık bütçelerinin çok üstünde yer tutuyor. Bunu görmek, bu insanlık ormanının diğer bütün ormanları yok etme iradesini gözlemlemek için uzağa gitmeye gerek yok. Sadece çocuklar için üretilen oyunların içeriğine bakıldığında vaziyet olanca çıplaklığıyla hem de kendiliğinden ortaya çıkacak. Bugün sanal medyada üretilen oyunların mesela ne kadarı insan ufkunu ileri taşımaya, insan ile doğa arasındaki eko sistemi olduğundan daha sağlıklı hale getirmeye, ötekilerin sınırlarını ihlalin kötülüğüne, çalıp çırpmanın zararlarını ortaya koymaya yönelik; kaçı insanın insanı öldürmesine, insanın diğer insanların kalelerini zaptetmesine, yakıp yıkmasına, yok etmesine ayarlanmış ? Oyunun sonundaki zafer neye işaret ediyorsa oyunun amacı da odur.

Peki bütün bunları derleyip toparladığımızda karşımıza nasıl bir resim çıkar? Nesneler, bitkiler ve hayvanlar eko sistemin korunması için elinden geleni sessizce yapmaya çalışırken insan onu aciz düşürmenin, yok etmenin açık irade hallerini sergiliyor. Bu üçlü iyilik ittifakına karşı insan tek başına kötülük ittifakına tabi ve diğerlerinden daha güçlü göründüğü için onları yarı yolda bırakıyor. Burada, tuhaf bir ironiyle elbette aramızdaki yoksullar, çaresizler, hastalar, erdemliler, iyiliğe düşkün, kötülüğün düşmanı olanlar insan kategorisinde görülmedikleri için kendiliğinden bu kötülük ittifakının mutlak hasmı addediliyor ve karşı tarafa, nesnelerin, bitkiler ve hayvanların kategorisine iteleniyor. Afrika’da olduğu gibi yoksul bırakılarak, Amerika ve Avrupa’da olduğu gibi kapitalizmin eğlenceli köpeği kılınarak, Güney Amerika’da olduğu gibi kumar, mafya, uyuşturucu ağına düşürülerek, Filistin’de olduğu gibi evleri, şehirleri bombalanarak, Türkiye gibi sözüm ona gelişmeket olan ülkelerde olduğu gibi madenlerde, göçüklerde çalıştırılarak, Güney Asya’da olduğu gibi gençleri birbiriyle savaştırılarak kötülük ittifakının hoyrat aracına dönüştürülüyor. İyi ki her zaman, her yerde son sözü doğa söylüyor.

QOSHE - Kötülük İttifakı - Prof. Dr. İsmet Emre
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kötülük İttifakı

12 1
28.02.2024

Doğada her şey birbirine ihtiyaç duyar. Var olmak için var etmek gereği buradan beslenir. Zaten hayatın kökenindeki en derin içgüdü de buna göre ayarlanmıştır. Kendini korumak, türünü sürdürmek… Aslında bu ikisi de birbiriyle bağlantılıdır. Kendini koruyamayan daha baştan varoluş sınırlarından sürüldüğü için öncelik kendini korumaya aittir. Bununla birlikte, kendini korumanın gerekçesi de türünü sürdürmektir. Son aşamada her canlı, mücadelesini türünün devamını garanti altına almak için verir. Ağaçlar bu amaçla toprağa sarılır, rüzgara direnir, suya heves eder, kendini ışığa açar. Günün sonunda bir çiçek açar, o çiçek meyveye durur, o meyve de ağacın türünü garanti eder. Bir hayvan, hayatı boyunca bunun için avlanır. Açlık ve sefaletten kurtulmak sadece yaşamını sürdürme neşesiyle ilgili değildir fakat aynı zamanda türün zaman içindeki yolculuğunun da mutlak temini anlamına gelir. Bir hayvan, avının üstüne atladığı zaman da karnı doyup köşeye çekildiği zaman da içgüdüsel olarak hep o büyük resme, türün devamına olan sözleşmesine bağlı kalır. Yine bu amaçla karnı doyar doymaz kenara çekilir. Çevresindeki zayıf ve aç hayvanlara yer açar, onların da bir şekilde hayata tutunmasının imkanlarını üretir. Burada ne ağaçlar arasında toprak kavgasına şahit oluruz ne hayvanlar arasında kendi türüne ihanet ile karşılaşırız. Hakikat olsa bile “büyük balığın küçük balığı” yediği cümlesini ağzına sakız yapıp toplumdan topluma, nesilden nesle aktaran da bizleriz. Mesela daha fazla toprağa sahip olmak için bitkiler ve ağaçlar arasında bir kökler, damarlar savaşı oluyor mu? Hangi ağacın ötekine “bu alan benim saçaklanma yerim, sen başka topraklara git” dediğini duydunuz? Veya karnı doymuş, kuyruğunu keyifle sallama vakti gelmiş hangi hayvanın yemeyi sürdürdüğünü, diğer karnı toklarla birbirine girdiğini, karnı aç hayvanların önündekileri aşırma planları yaptığına şahit oldunuz? Yazık ki bitkilerde ve hayvanlarda bulunmayan birçok hastalık insanda, sadece insanda var. Toprak hastalığı, yer kapma hastalığı, yerinden etme ve verdiği zararın kendisine faydası olmayacağını bile bile zarar vermeye devam........

© Milat


Get it on Google Play