Odanın kemikleri
Bu odanın bir kokusu yok; bu oda, kokunun bizzat bedeni. Aldığım her nefes, ciğerlerime dolan kuru bir hava değil, ruhuma yapışan ıslak mezar toprağı gibi kekremsi bir tortu; çürüyen ahşabın, zamanla gevrekleşmiş kâğıdın ve hiç havalandırılmamış bir anının genzi yakan, fiziksel ağırlığı. Karşı duvardaki saatin sarkacı, paslı bir bıçak gibi saplanıyor sessizliğe. Her salınımı göğüs kafesimde hissedilen boğuk bir vuruş; sağı bir yara, solu bir kabuk. Tik. Tak. Bu, zamanın kemiklerinin çatırdaması değil, paslı bir makas gibi hayatı kesişinin sesi.
Pencereden sızan o tekil ışık hüzmesi, odayı bir cerrah neşteri gibi keserek havada asılı kalmış toz zerrelerinden örülü altın rengi bir nebulayı ortaya çıkarıyor. O zerreler sadece uçuşmuyor, adeta derime konuyor, tenimde eriyorlar; her biri unutulmuş bir saniyenin hayaleti. Uzanıp yakalamak beyhude. Dışarısı, üzerine nefesimle buğu kondurduğum camın ardında, suyun dibinden görünen bir dünya. Sesler bile oradan, derinlerden, boğuk ve şekilsiz geliyor. Cam, iki dünya arasına çekilmiş o kadar soğuk, o kadar kesin bir zar ki, dokunduğumda parmak uçlarım sızlıyor.
Elimi duvarda gezdiriyorum. Parmaklarım pürüzlü sıvayı değil, kurumuş bir deriyi, asırlık bir hayvanın kabuğunu okşuyor sanki. Bu kabuk hâlâ ılık. Hâlâ nefes alıyor. Yüzeyindeki her sıva çatlağını, her dökülmüş parçayı bir körün alfabeyi sökmesi gibi ezberliyorum. Bu ev yalnızca bir yapı değil. Hissediyorum. Temellerin derinlerinde atan o yorgun kalbi, duvarların damarlarında dolaşan o kadim, o fısıltılı kanı duyuyorum.
Gerçeklik neydi? Şu masanın sertliği mi, yoksa koltuğun kadifesinin bedenimle birleştiği o tekinsiz an mı?........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein