menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

AKP’nin kültür savaşları

9 1
07.08.2025

Enternasyonal Sosyalizm’in geçtiğimiz sayısında Judy Cox, aşırı sağın yürüttüğü kültür savaşlarını çok iyi bir şekilde anlatmış ve solun bu kültür savaşlarını basitçe “kimlik politikası” diye tanımlayıp geçemeyeceğini tartışıyordu.1 AKP’nin LGBTİ ’ların varlığını sorunsallaştıran yasa tasarısının meclise gelmesi, sezaryenle doğuma kısıtlamalar getirilmesi ve köpekler etrafında yaratılan ahlaki paniğin dehşet verici hâller alması sonrasında bu tartışmayı derinleştirmek gerektiğini düşünüyorum.

Ancak tartışmanın sadece AKP boyutu yok. CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun önce gözaltına alınıp sonra da tutuklanması sırasında ortaya çıkan devasa kitle hareketinde de bir kimlik savaşı yürüdü. Öğrencilerin fitilini ateşlediği harekette çeşitli üniversitelerde ve sokaklarda feminist, lubunya, vegan, Kürt, Alevi gibi kimliklerin tanınmasını savunanlarla, yüzlerine siyah maskeler takıp gökkuşağı, trans, Filistin veya DEM Parti bayraklarına saldıranlar arasında bir fark var ve bu fark asla üzerinden atlanıp geçilmemesi gereken bir fark. Bu sebeple öncelikle AKP’nin özellikle 2010’lu yıllardan başlayarak giderek dozunu arttırdığı kültür savaşlarından bahsedeceğim, yazının son kısmında ise AKP’nin yarattığı bu zeminin yeni sağcılık/yeni faşizm için ne gibi bir zemin yarattığını tartışacağım.

AKP’nin mevzi savaşı

90’ların sonunda ve 2000’lerin başlarındaki bir politik bir de ekonomik krizin, yani 28 Şubat darbesinin ve 2001 ekonomik krizinin ürünü olarak iktidara gelen AKP, ilk döneminde temel olarak bir dönem önceki ekonomi politikalarına çözüm olarak Dünya Bankası’ndan getirilen bir teknokrat olan Kemal Derviş’in IMF ile anlaşmaya ve özelleştirmelere dayalı ekonomi politikasını benimsiyordu. Bunu yaparken hem kendi içinden çıktıkları Refah Partisi’nin ve siyasal İslam’ın tabanında yer alan Anadolu burjuvazisini ürkütmemeye (mümkün olan her alanda ise ilerletmeye) çalışıyor ama aynı zamanda kendilerine karşı olduğu çok açık olan, TÜSİAD tarafından temsil edilen sermayeyi kendisinin neoliberalizmin en iyi uygulayıcısı olacağına ikna etmeye çalışıyordu. İç ve dış politikada Avrupa Birliği’ne üyelik hedefini koyan ve çeşitli demokratikleşme adımlarını da içeren yapısal reformları hayata geçirme sebepleri temelde bu ekonomik politikaydı.

“Muhafazakâr demokratlık” tanımını benimseyen AKP bu dönemde toplumun geniş bir kısmını kapsayan bir hegemonya kurmaya çalıştı. İçinden geldiği Milli Görüş geleneğiyle kendini ayırt etmeye dayalı bir strateji izledi. Gramsciyen terimlerle medyanın dönüşümünü ele alan Vahdet Mesut Ayan’ın belirttiği gibi 2002-2008 arası bu dönemi AKP’nin Antonio Gramsci’nin tarif ettiği şekilde “mevzi savaşı” verdiği bir dönemdi.2

Genellikle “elitler-millet” ikilemi yaratarak bir hat çizmeye çalışan AKP, ordu ve devlet bürokrasisinin önemli bir kısmının kendisine karşı koymasıyla, 27 Nisan 2007’de verilen muhtıra ve arkasından gelen kapatma davasıyla bu ikilem üzerinden orta sınıfların da desteğini alan bir hegemonyayı inşa etmeyi başardı.

AKP’nin kalkınma modeli: Kültür savaşı olarak inşaat

AKP 2008 sonrasında kendi kontrolünde bir medya yaratmaya ve inşaata dayalı bir kalkınma modeli benimsemeye önem verdi. Özellikle 2011 sonrasında giderek otoriterleşmeye başladığı bu döneme bir yandan da altemperyalist hedefler eşlik etti. Artık “muhazakar demokratlık” yerini Erdoğan ve AKP şahsında bölgenin hamiliğine soyunmuş bir “Yeni Osmanlıcılık” ideolojisine bıraktı.

Kuşkusuz AKP’nin bölgesel olarak bir fırsat görmesinin sebebi Ortadoğu’yu sarsan devrim hareketleriydi. Tunus’ta işsiz Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan ayaklanma dalgası kısa sürede tüm coğrafyayı sardı ve arka arkaya diktatörleri devirdi. Mısır, Bahreyn, Libya’yı saran hareket en sonunda Baas rejiminin önemli merkezlerinden Suriye’ye ulaştı ve kısa bir süre sonra iç savaşa dönüştü. Arap Baharı olarak adlandırılan bu süreç dünyanın tüm ezilenlerine ilham veren kitle hareketlerine şahit oldu, ancak AKP için mesele bu değildi. Arap Baharı, AKP tarafından fırsat olarak görüldü, bölgesel gücünü arttırmanın ve iç siyaseti de bunun etrafında yeniden yapılandırmanın bir aracı olarak kullanıldı: “Diktatörlere karşı başkaldıran din kardeşleriyle dayanışma söylemi, AKP’nin Ortadoğu’daki Müslümanların hamisi olma iddiasıyla harmanlanmış ve Arap Devrimlerine verilen açık destek, AKP için bir kaldıraç işlevi görmüştür”.3

Arap Baharı’nın son halkası Suriye ise AKP için başlı başına dış politikada önemli bir mesele haline gelmişti. Özgür Suriye Ordusu’nun çeşitli kanatlarıyla ve sahadaki örgütlerin bir bölümüyle ilişkilenen AKP iktidarı, Suriye’deki iç savaşa kendi çıkarları yönünde müdahale etmeye çalışan ABD-Rusya gibi güçlerin yanında altemperyalist ancak önemli bir güç olarak Suriye’deki ayaklanmayı araçsallaştırdı.

Arap Baharı, dünyayı saran bir isyanlar dalgasının en önemli halkasıydı. Bu dönemde ABD’de Wall Street’i İşgal Et, İspanya’da Öfkeliler hareketi patlak vermiş ve meydan işgalleri dünyaya damgasını vurmaktaydı. Türkiye de bu dalganın dışında kalmadı. 2013’ün Mayıs ayının sonunda İstanbul Taksim’de bulunan Gezi Parkı’nın yerine Osmanlı’daki Topçu Kışlası’nın AVM’leştirilmiş bir versiyonunu yapmak isteyen AKP’ye karşı bir isyan patlak verdi. Türkiye’de hükümete muhalif olan yeni bir kuşak, Mısır’daki Tahrir Meydanı örneğini AKP’den bambaşka bir biçimde görüyordu. Gezi Parkı eylemleri hızla tüm Türkiye’ye yayıldı. Arap Baharı’na sempati beslediğini iddia eden AKP hükümetinin eylemlere verdiği tepki ise çok sert oldu. Taksim’deki meydan işgali dünyadaki örnekleri gibi gerçekleşse de Türkiye’nin dört bir yanındaki eylemlerde en az yedi kişi polis saldırılarında öldü, binlerce kişi yaralandı.

Tam da Gezi’nin patlak verdiği günlerde Arap devrimlerinin kaderini değiştiren bir olay yaşandı. Mısır’da devrimin ardından iktidara gelen Muhammed Mursi öncülüğündeki Müslüman Kardeşler hükümeti bizzat Mursi’nin atadığı Genelkurmay Başkanı Muhammed El Sisi tarafından darbeyle devrildi.4 Bu darbe ve öncesinde aslında devrimi çalmış olan Mursi hükümetine tepki gösteren eylemlerin büyüklüğü Erdoğan’a Gezi eylemlerini de darbe girişimi olarak damgalayıp kendi kitlesini konsolide etme imkanı verdi. Bu dönemden itibaren AKP’nin artık ofansif ve tam kapsamlı bir kültür savaşına başladığı söylenebilir. Gezi Parkı eylemlerine katılanlar Erdoğan tarafından artık “milletin” dışında tanımlanıyordu.5

Bu Akça’nın belirttiği gibi Gezi Parkı eylemlerinden önce başlamış olsa da Gezi’de biçimlenen bir olgunun ortaya çıkışıydı: Yaygın bir hegemonya stratejisinden, sınırlı bir hegemonya stratejisine geçiş.6 Yeni Osmanlıcılık etrafında şekillenen bu hegemonya stratejisinin bir ayağı kültürel savaşsa diğer yanıysa inşaata dayalı büyümenin tam kendisiydi: Ekonomik olanla kültürel olanın iç içe geçmesinin en net örneklerinden birini bu dönemin inşaat politikası gösteriyordu. AKP’nin arka arkaya ilan ettiği mega projeler, çılgın projeler, havalimanı, köprü, otoyol inşaatları dönemin temel ekonomik politikasını oluştururken, bu yapılar Osmanlı-Selçuklu mimarisi olduğu iddia edilen ucube bir mimariyle Yeni Osmanlıcılığın görsel yüzünü oluşturuyordu. Bu dönemde Toplu Konut İdaresi (TOKİ) de önemli bir ekonomik ve kültürel aygıt olarak işlev görmeye başladı:

Geç modernleşen, Türkiye’nin parçalı ve muğlak mülkiyet yapısına dayanan kentler, ilk defa AKP hükümeti döneminde tamamen soyutlaştırılarak birikim mekanizmasının içine çekilmiştir. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011 TOKİ Konut Kurultayı’nda dinleyicilere Türkiye haritasını göstererek “Bunlar hep şantiyeler. Şantiyesi olmayan neredeyse hiçbir ilimiz yok. Şu anda 81 il, 900 ilçede 1888 şantiyemiz aralıksız çalışıyor.” demesi bu durumun en belirgin ifadelerinden biridir. Yani kentler, bu derece soyut ve satılabilir hâle gelmiştir. Üzerinde şu zamana kadar hiçbir insan yaşamamış gibi gösterilen bu kentsel arsaların içinden yaşanmışlığı, bağlılığı, ilişkileri çıkararak, kentsel metrekare hesabına indirgenmiştir.7

Bir yandan ulusu yeni bir kimlik etrafında yeniden inşa etmeye çalışırken, bu çılgın projeler kentin soylulaştırılmasının, kent yoksullarının, transların, Kürtlerin, Çingenelerin kentin merkezinden dışlanmasının da araçları olarak işlev gördü. Cengiz İnşaat, Limak İnşaat, Kolin İnşaat, Kalyon İnşaat........

© marksist.org