İnsan bir sırdır. Kâinatın özeti ve akleden bir kalp sahibi olarak mahlûkat arasında şeref pâyesine sahiptir. Muhabbet mülkünde nefeslenerek pür-mehabet ve pür-marifet safâlarla var olma sırrına âgâhtır. İrade sahibidir, tercih kudretine mâliktir. Bununla birlikte ezel bezminde muhatap kabul edilmenin hükmüne tâbiyette sâbit-kadem olmakla mükelleftir. Başıboş bırakılmamıştır. Var edilişinin şânı gereği bahşedilen akıl nimetini fıtrat üzere kullanmakla, hakikate yüzünü dönmekle emrolunmuştur. İyi ile kötü, güzel ile çirkin, doğru ile yanlış, muhabbet ile nefret, hak ile bâtıl idraki içinde; “ilk söz”e yahut “yaradılış sırrı”na riayet ederek, akıl ve iradesini kullanıp aşağılardan aşağı olma sefaletine/rezaletine düşmemesi ihtar edilmiştir.

“İlk söz”ün şerhi; mutlak itaat ve tazimle Yüce Yaradan’ı bilmek, celâline de cemâline de boyun büküp, bu saadetle nefsini bilmek ve kullukla müşerref olmaktır. Esasen varlık âleminde hakikat yolcusu olan insanın en değerli muhatap kabul edilişinin kaynağı olan ezeldeki ikrar sırasında, saadetli mükâlemenin sesi, Hak kelâm duymaya âşina olanların can kulaklarında sürekli yankılanmaktadır. O naîf ses, cennet-âsâ bir âhenk olarak, Âdem’e, daima halife tahtında bir sultan olduğunu hatırlatır durur. Zikir, fikir ve şükür bu hatırlamanın bereketidir. Fakat hâl böyle olmakla birlikte, mâveraî ilânın hükmünce amel, selîm bir kalb sahibi olmayı icap etmektedir. Çünkü kalb, âlem gizli Âdem’e Hak nişânesidir. Öyle ki, bu nişâneye ait bütün ahkâm; dil ile ikrar, kalb ile tasdik ve fiil ile tezahür demek olan sahih bir inanç manzumesi etrafında ve muhabbet hâkimiyetinde kıvamını almıştır. Kalb, Hakk’ın aynasıdır, “Tevhid”le parlar. Bu bakımdan esas mesele, insanlık sırrının dibâcesi, hâtimesi, ya da Fenâ fi’l-Hak olmanın lâzımesi kalb selâmetidir. Kalbi marifete doğmuş selîm insan, “kul” olma şuuru içinde “kül” olunca en yüksek seviyeye yani abdiyyet yahut insaniyyet makamına erer. Böylece Hazreti İnsan olur.

İşte bu mânânın müeddeb bir ifadesi ve talimnâmesidir tasavvuf…

Tasavvuf, Mirât-ı Muhammed’de Hakk’ı görmektir. Tasavvuf, Adı Güzel’e, Kendi Güzel’e cânı fedâ kılmaktır.

Tasavvuf, Ehlisünnet aidiyeti, Ehlibeyt tâbiyeti ve muhabbeti ile serfiraz olmaktır.

Tasavvuf, Hanefî ve Maturîdî olarak, insanın lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilerek yaşamanın adıdır.

Tasavvuf, Dost’a dost olmaktır.

Tasavvuf, sûreten ve sîreten güzel kılan bir kalb lisanıdır.

Tasavvuf, akıl nimetiyle yaşanan hayatın şuurunda olmak ve üslûp kazanmaktır.

Tasavvuf, hamlıktan azat olup aşk ocağında pişmektir.

Tasavvuf, ihsan kemâline erişebilme maksadı ve gayretidir.

Tasavvuf, sevgilinin gözünden düşme korkusu içinde “fakr”ını idrak etmektir.

Tasavvuf, kolaylaştırmak ve güçleştirmemektir.

Tasavvuf, sevdirip nefret ettirmemektir.

Tasavvuf, bilme gayreti içinde olup bilinme kaygısı taşımamaktır.

Tasavvuf, şöhretten uzak durup riyâset, ticaret ve siyasette istismara tavır koymaktır.

Tasavvuf, el kârda gönül yârda olmaktır.

Tasavvuf, mükellefiyetlerin muhabbetle yaşanmasıdır.

Tasavvuf, nefsi tezkiye edip gönül mülküne Süleyman olmaktır.

Tasavvuf, eşyanın ehramı altında ezilmemektir.

Tasavvuf, hoş görüp gönül kırmamaktır; çünkü kalb, nazargâh-ı İlâhîdir.

Tasavvuf, yetmiş iki milleti bir göz ile görüp mahlûkata şefkat nazarıyla bakmaktır.

Tasavvuf, mütevazı bir muhabbet fedâisi olmayı baş tacı bir karakter bilmektir. Çünkü “mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür.”

Tasavvuf, ağlayarak gelinen dünyadan tebessüm ederek gitmektir.

Tasavvuf, hakikatli olup yolda olmak, yolunca yürümektir.

Tasavvuf, maddî varlığından sıyrılarak kendinde varlık görmeden iradeyi Hakk’a teslim etmektir.

Tasavvuf, bütün ilâhî güzellikleri kazanarak yâr ile hemdem olmaktır.

Tasavvuf, varlığı hazmedip, toprak ve sudan ibaret olan fâni kisveyi çıkarıp nurdan bir libas giymektir.

Tasavvuf, gönül ocağını muhabbet ateşiyle tutuşturarak yanmak ve aydınlanmaktır.

Tasavvuf, İlâhî sır, tecellî ve iradenin hikmetlerini bilerek arif olmaktır.

Tasavvuf, dertli olmak, dertliye derman olmaya çabalayarak insanlığa hizmet etmektir.

Tasavvuf, ten kafesinin kapısını Allah anahtarı ile açarak can evinde Hak sırrının tecellîsine şahit olmaktır.

Tasavvuf, büyük hakikat ummanında can bularak, tâbir ve te’vîl ilimlerine vâkıf olmak ve böylece insan, kâinat, Kur’ân ve Sünnetteki İlâhî sırları idrak etmektir.

Tasavvuf, Hakk’ın azamet, kudret ve güzelliği karşısında büyük bir hayret içinde mest olmaktır.

Tasavvuf, bütün zerrelerde Hakk’ı müşâhede etmektir.

Tasavvuf, âlemlere bir güneş olup doğarak mahlûkatın dilini bilmek ve varlıkla dilleşmektir.

Tasavvuf, Hakk’ın insana armağanı ve emaneti olan Kur’ân’ı canla başla taşımaktır.

Tasavvuf, İlâhî mağfiret ayetlerinin mazharı olmaktır.

Tasavvuf, kâinata “İsm-i A’zam”la tasarruf ederek canlı bir Kur’ân olabilmektir.

Tasavvuf, gönlünü Hakk’ın ilmine mekân ederek âlim olmak ve bir damla hükmünde iken enginlerden engin bir derya hâline gelmektir.

Tasavvuf, insanın arınmış bir gönülle tevhîd sırrına ererek kâmil olmasıdır.

Tasavvuf, “ölmeden evvel ölmek” sırrını idrak ederek kalbi diri kılmaktır.

Tasavvuf, miraç vuslatındaki tecellî olan “iki yaydan daha yakın” şeklinde ifade buyrulan bir yakınlık içinde gizli kalmaktır.

Tasavvuf, canı cânâna fedâ kılıp esaretten kurtulmaktır.

Tasavvuf, ilim, amel ve ihsan faziletiyle süslenmektir.

Tasavvuf, beşer varlığının insana mâlik olmamasıdır.

Tasavvuf, Hak ile ihyâdır.

Tasavvuf bilinmemeyi ihtiyar etmek ve hayırlı olmayan şeylerden sakınmak ve başına adam toplamamaktır.

Tasavvuf, şeriatın zâhir ve bâtınını, ahkâm ve âdâbını bilerek hakikat adamı olarak yaşamaktır.

Tasavvuf, hakikat sarayının kapısının ilim olduğunu bilerek ibadet etmek ve bu sayede manevî mertebelere yükselip sâlihler zümresine dahil olmaktır.

Tasavvuf, İslâm hakikatlerinin kuvveden fiile, yani kâl’den hâl’e, nazariyeden ameliyeye dönüşüdür.

Tasavvuf, aşktır, muhabbettir.

Tasavvuf, görünen ve görünmeyen varlık dünyasında iradî olarak idrakin açılarak kendi kendini arayış ve kavrayıştır.

Tasavvuf, nefsin terbiyesi, ruhun tezkiyesi ve kalbin arınması ve saflaşması ile ilâhî hakikatlerin yansıdığı bir ayna olmasıdır.

Tasavvuf, yolcunun, maksada erişme gayesi ile yolun her türlü meşakkatine katlanmasıdır.

Tasavvuf, yaradılış sâfiyetine kavuşma yani ümmîleşmedir.

Tasavvuf, kendinde bir varlık görmeme, varlığı da hazmetme marifetidir.

Tasavvuf, insanın idrak yollarının tamamen açılması, gönül sofrasına konan mâverâî nafakadan doyuncaya kadar nasiplenmesidir.

Tasavvuf, dünyada bir dünyalı iken derunî tarlanın sürülerek tevhid tohumunun ekilmesi, filizlenen cevherin bire yedi yüz bereketinde başağa durması ile doğruluğun, güzelliğin, muhabbetin ve irfanın hasat edilmesidir.

Tasavvuf, manevî tahassüslerin zindeliği; maddî hayata bir nizam vererek kim ve ne olduğu sorusuna cevap vermek, dünyada olmanın farkına varmak, zamana değer katmak ve mahlûk olmaktan terfi ederek kulluk rütbesini takmaktır.

Tasavvuf, işine dikkat etmek, içine bakmak ve yaradılıştan gelen özelliklerle Rahman’a yönelmektir. Dilin aşkla söylemesi ve kalbin tevhid etmesidir.

Tasavvuf, yolu yapan ve yolcuya yol veren Ebedî Kurtarıcı’nın rehberliği ile can bulmaktır.

Tasavvuf, Âdem’in benliğe düşüp ademe mahkûm olmamasıdır.

Tasavvuf, yola dair tarif veren kılavuzların öğrettikleri ile kendi kitabını okuyacak hâle gelmektir.

Tasavvuf, bir tefekkür deryası olan imanın bütün benliği kaplayarak, aşkın ve irfanın mücessem hâline dönüşmüş kişinin Allah’ı bir/lemesi ve tevhid içinde adeta kaybolmasıdır.

Tefekkür ve marifet alanında itikat ve amelin sarıp sarmaladığı kişinin nazarı hakikate dönüktür ve daima muhatabını arar. Halk içinde Hak ile olmak esastır. Taşra çıkıp tenhada yol yürümek, münzeviliği ihtiyar etmek çıkmaz sokaktır. Ruhbanlık yoktur. Unutmamalı ki her kuş cinsi ile uçar. Kâinatta her zerre Yaratıcı Kudret’in varlık kitabından bir harftir. Gönlü hakikate doğmuş insana her şey O’nu söyler. Kendi iç âlemini ıslah eden ezel bahtlısı, hayatı âhenkle sürerken güzel görüp güzelleştirirken, bir denge ile yaptığı muamelelerinde de rehberin tarif ve talim ettiği yolda olmanın şuurundan bir an bile ayrılmaz/ayrılamaz. Kaynağı Zât-ı Pâk-i Nebevî olan kâmil insan’ın öğrettiklerinin ışığı ile yolunu yürür, seyrine devam eder.

Tasavvuf, irfan ve ihsan şuurunu bir amel hâline getirmektir. Bunun için üstad bir öğretici, hâzık bir tabib, kâmil bir ruh hamurkârı gerekir.

Tasavvuf, yolcunun şerîat, tarîkat, hakîkat ve mârîfet’e şârih olmasıdır.

İslâm dininin dünya ve ahiret hayatını düzene koymak için konan hükümlerinin, kalbî/ruhî, batınî/sırrî/derûnî boyutu da vardır. Şerîat has bir elbise ve cevheri saran bir kılıftır. Tasavvuf/tarîkat, şerîatı tefsir, izah ve ikmal eder. Şerîatle tarîkat birbirinden ayrılmaz. Şerîat ayrı, tarîkat da onun gayrısı değildir. Tarîkat yolundaki yürüyüşün ölçüsü şerîattır. Şerîat ve hakîkat kelime mânâ olarak bir bütünün parçası olup biri olmadan diğeri olmaz. Şerîat asıl ve esastır; hakîkat ise onun parçasıdır. Şerîat hakîkatten, hakîkat de şerîattan ibaret olduğundan, şerîat ile hakîkat birbirinden farklı şeyler değildir. Bu beraberliğin sonucu olarak hakîkat ve mârîfet kapıları açılır. Yol/tarîk, esasen birdir. Yolbaşçı kâmil olduktan sonra hangisi olursa olsun, yol aynı noktaya çıkar. Ölçü ve itidalle akl-ı selim ve idrak cevheri ile hayatın idamesi ve maksadın hâsıl olması temin edilebilir.

Tasavvuf, aştır. Aşk dahi bir istidattır, her kişide bulunmaz. İnsan aşkı nispetinde hakikati bilebilir. Aşk, akıl gözünün dürbünüdür. Su, yatağında akarken bazen taşkınlık yapsa da gürültü çıkarsa da deryaya karışınca sessizleşir. Belli bir noktadan sonra âşıkın/ârifin yaptığı sadece sükûttur.

Tasavvuf, seçkin bir mihver şahsiyetin elinde işlenip kıvamını bulmaktır.

Tasavvuf, uyanık olmayı öğrenmek, topluma faydalı, sağlam karakterli, çelik gibi iradeli bir üretici insan olmaktır. Haşin çalımı ile tüketici, maceracı, menfaatçi, haris, hazlarının arasında sıkışıp sırandanlaşan ve taassup ehline olana yol verilmez.

Tasavvuf, kişiyi, zor olunur az bulunur derviş eylemektir.

Tasavvuf, beşer zaaflarından sıyrılıp nefes almaktır.

Tasavvuf, hayatın yüklerinden, tahammülü zor ağırlıklarından, kasvet, yeis ve ıstıraplarından kurtulup nezih bir ortama inkılap etmektir.

Bu özellik/güzellik ise seyr ü sülûk denen mânâ yolculuğunun/eğitimin başlayıp devam etmesi sonucu ahlâkî bir kemâl/olgunluk getirir.

En güzel şekilde ve fıtrat üzere yaratılan insanın dünyada varoluşunun esas gayesi güzel ahlâkı kazanmaktır. Fıtrattan ve ana gayeden taşra düşen, türlü endişelere mağlup bir hâlette yakalandığı fenalığın pençesinde kıvranır da kıvranır. İddiaları ile debelenir durur. Bu bakımdan silkelenip temizlenmek, her fenalıktan sıyrılarak “güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen” tertemiz Mustafâ’nın ahlâkı ile güzelleşmelidir. İlâhî bir rayiha ile mest olmalıdır. Eşyanın ve tabiatın künhüne vâkıf bir mazhar-ı hakikat olarak, âlemle hoş geçinmeye bakmalıdır. İşte bu ancak mânevî eğitim/sülûk sonucunda ulaşılabilen yücelik mertebesidir.

Allah’ı bilen için âlem ve insan, seyri muhabbet veren hakikatli bir irfan manzarasıdır. İlim, edep ve aşk sayesinde ve bir dost’un refakatinde bu hakikate ulaşabilir. Hak ile ünsiyetin mehabet postunda oturan nazariyesi ve pratiği olan irfanî bilgi, terbiye ile hayatı dönüştüren, insanı kemâle erdiren ve toplumsal bütünlüğe hizmet eden en kavî harçtır. Akl-ı selimin kalb-i selime yolculuğunda, ayıplardan âzad olarak pespayeliğin her türlüsüne set çeken ve kendi gerçekliğini idrak eden, sonunda, kesrette vahdetin dinginliği sayesinde sevgi dili ile konuşur ve varlık aynasında tecellî eden hakikatleri görmeye başlar. Aşk mektebine kaydolan, kaybolmaz.

Tasavvuf, Fenâ fi’l-Mille ve Fenâ fi’d-Devle bir mücahid olarak hizmeti esas almanın talimhânesi olan irfan ocaklarında, Anadolu’nun ve Rumeli’nin toprak olmaktan çıkıp vatan kılınması için aşılanan bir ruhtur.

Tasavvuf, irfanımızın köşe taşları ve ruh hamurkârlarımız olan Ser-çeşme-i Türkistan ve Şâh-ı Cihân Hâce Yûsuf-ı Hemedânî, Hâce-i Cihân Abdülhalık Gücdüvânî, Hazreti Şâh-ı Geylânî, Hazret Sultan Hoca Ahmed Yesevî, Pîr-i Pîrân Hazreti Şâh-ı Nakşibend, İmam Sadreddin-i Konevî, Hazreti Mevlânâ, Seyyid Burhaneddin-i Velî, Hacı Bektaş-ı Velî, Yûnus Emre, Hacı Bayram-ı Velî, Şeyh Şabân-ı Velî, Aziz Mahmud Hüdâî, Nureddin-i Cerrâhî, Çerkeşî-i Velî, Mevlânâ Hâlid Ziyâeddin Bağdâdî, Seyyid Tâhâ-i Hakkârî, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Erbilli Seyyid Es’ad-ı Velî, Ser-Türbedar Ahmed Âmiş Efendi, Yozgatlı Şâkir Efendi, Ken’ân Rifâî, Ramazanoğlu Hacı Mahmud Sâmi Efendi, Seyyid Abdülhakim-i Velî, Yozgatlı Hoca Ahmed Şevkî-i Velî, Topbaşzâde Hacı Musa Efendi, Hacı Ömer Tuğrul Efendi ve daha pek çok mânâ sultanının temsil ettikleri insaniyet, teslimiyet ve medeniyettir.

İlim ve hikmet ocağına kurulmuş muhabbet kazanında pişen İnsan-ı Kâmiller, medeniyet dairemizin kandilleri sıfatıyla birer Süreyya Yıldızı hükmünde doğdular ve ufuklarımızı aydınlattılar. Her biri kendi sahasında kolbaşı olarak küre-i arza tat verdi! Nazarları “câna safâ, ruha gıda” oldu her zaman. Saye-i himmetleriyle kurulan irfan meclisleri, uşşâkın dertlerine derman arayıp kemâl nasiplerine kavuştukları vahdet köşeleri oldular. İlim ve irfanla müzeyyen bir kulluk şuurundan yine saye-i himmetleriyle haberdar olundu. Ancak bu karar üzre, kalpler titredi. Yürürken ve yan üzere yatarken, her halde dillerden düşmeyen yâd-ı cemîl, sâlihlere mânâ nasibi bir vird oldu. Kâinatın Varlık Sebebi’ne karşı pür-muhabbet bir idrâk içinde: “O ne diyorsa doğrudur.” diyebilme makamı ihsan edildi. Nûr-ı Hüda’dan bir tac olan edeb, hayata zarafet katan öteler ötesinin İlâhî bir armağanı vasfıyla, nice sırlara gönüller açtı. Aziz ve mübarek vatan toprakları o kâmetlerin tasarrufları sayesinde kâşâneye çevrildi.

Bu bakımdan Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında tasavvufun ve tarikatların derin tesiri tartışılamaz. Türkiye tarihinin ikbâl devrinde, tasavvuf düşüncesinin tahsil ettirildiği mekân olan tekke, gönüller yapmış ve sîne hakketme mesleğini icra etmiştir. Bu icranın sonucu olarak; sanatta, edebiyatta, mûsıkîde, ahlakta, cesarette, hizmette, muhteşem eserler görülmüştür. Anadolu’nun mânâ çehresini ak eden yollardan biri olarak tebarüz etmiş irfan ocakları, kolları ve şubeleri vasıtasıyla ufukları kuşatmış medeniyetin dilbestelerini söylemiştir.

Hak erlerinin kâmetleri olan İnsan-ı Kâmiller, her devirde vatan ufkuna mühürlerini basmışlar, irfan halkaları ile uşşâkı çepeçevre kuşatmışlar ve büyük cihad’la küçük cihad’ın sırrına vâkıf olmanın tecrübesiyle nâmütenahî bir iklimde gönül dokumuşlardır. “Kâinatın Varlık Sebebi”nden tevarüs ettiklerinin hâsılası olan edeb tacının saltanatıyla tasarrufta bulunmuşlar ve menzil-i maksuda âşık bahtlılara, hükmünce amelin yolunu tarif etmişlerdir. Bu topraklardaki ruh mimarları olarak hayata üslûp kazandırmanın, el kârda gönül yârda olmanın, mükellefiyetlerin muhabbetle yaşanmasının, nefsi tezkiye edip gönül mülküne Süleyman olmanın ve eşyanın ehramı altında ezilmemenin adâbını talim ettirmişlerdir. Zamanın her durağı, bu lâhûtî gayrete şahittir! Bu gökkubbe, bu küre-i arz, bu sırra âgâh olarak eren nice zat-ı şerifin varlığına şahitlik etmiştir.

Bununla birlikte, vatanın her köşesinde hizmetlerini bihakkın ifâ eden ulema ve meşâyih, cismaniyetleriyle aramızda değiller belki. Fakat ruhaniyetleriyle aynı hizmeti ifâya memurdurlar. Çünkü: “Kılıç kından çıkmıştır.” Öyle olduğu içindir ki bu millete şöyle demek sezadır: “El- Muzaffer Daima…”

QOSHE - Hazreti İnsana Ait Bir Marifet Dili: Tasavvuf - Burhanettin Kapusuzoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hazreti İnsana Ait Bir Marifet Dili: Tasavvuf

23 19
19.02.2024

İnsan bir sırdır. Kâinatın özeti ve akleden bir kalp sahibi olarak mahlûkat arasında şeref pâyesine sahiptir. Muhabbet mülkünde nefeslenerek pür-mehabet ve pür-marifet safâlarla var olma sırrına âgâhtır. İrade sahibidir, tercih kudretine mâliktir. Bununla birlikte ezel bezminde muhatap kabul edilmenin hükmüne tâbiyette sâbit-kadem olmakla mükelleftir. Başıboş bırakılmamıştır. Var edilişinin şânı gereği bahşedilen akıl nimetini fıtrat üzere kullanmakla, hakikate yüzünü dönmekle emrolunmuştur. İyi ile kötü, güzel ile çirkin, doğru ile yanlış, muhabbet ile nefret, hak ile bâtıl idraki içinde; “ilk söz”e yahut “yaradılış sırrı”na riayet ederek, akıl ve iradesini kullanıp aşağılardan aşağı olma sefaletine/rezaletine düşmemesi ihtar edilmiştir.

“İlk söz”ün şerhi; mutlak itaat ve tazimle Yüce Yaradan’ı bilmek, celâline de cemâline de boyun büküp, bu saadetle nefsini bilmek ve kullukla müşerref olmaktır. Esasen varlık âleminde hakikat yolcusu olan insanın en değerli muhatap kabul edilişinin kaynağı olan ezeldeki ikrar sırasında, saadetli mükâlemenin sesi, Hak kelâm duymaya âşina olanların can kulaklarında sürekli yankılanmaktadır. O naîf ses, cennet-âsâ bir âhenk olarak, Âdem’e, daima halife tahtında bir sultan olduğunu hatırlatır durur. Zikir, fikir ve şükür bu hatırlamanın bereketidir. Fakat hâl böyle olmakla birlikte, mâveraî ilânın hükmünce amel, selîm bir kalb sahibi olmayı icap etmektedir. Çünkü kalb, âlem gizli Âdem’e Hak nişânesidir. Öyle ki, bu nişâneye ait bütün ahkâm; dil ile ikrar, kalb ile tasdik ve fiil ile tezahür demek olan sahih bir inanç manzumesi etrafında ve muhabbet hâkimiyetinde kıvamını almıştır. Kalb, Hakk’ın aynasıdır, “Tevhid”le parlar. Bu bakımdan esas mesele, insanlık sırrının dibâcesi, hâtimesi, ya da Fenâ fi’l-Hak olmanın lâzımesi kalb selâmetidir. Kalbi marifete doğmuş selîm insan, “kul” olma şuuru içinde “kül” olunca en yüksek seviyeye yani abdiyyet yahut insaniyyet makamına erer. Böylece Hazreti İnsan olur.

İşte bu mânânın müeddeb bir ifadesi ve talimnâmesidir tasavvuf…

Tasavvuf, Mirât-ı Muhammed’de Hakk’ı görmektir. Tasavvuf, Adı Güzel’e, Kendi Güzel’e cânı fedâ kılmaktır.

Tasavvuf, Ehlisünnet aidiyeti, Ehlibeyt tâbiyeti ve muhabbeti ile serfiraz olmaktır.

Tasavvuf, Hanefî ve Maturîdî olarak, insanın lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilerek yaşamanın adıdır.

Tasavvuf, Dost’a dost olmaktır.

Tasavvuf, sûreten ve sîreten güzel kılan bir kalb lisanıdır.

Tasavvuf, akıl nimetiyle yaşanan hayatın şuurunda olmak ve üslûp kazanmaktır.

Tasavvuf, hamlıktan azat olup aşk ocağında pişmektir.

Tasavvuf, ihsan kemâline erişebilme maksadı ve gayretidir.

Tasavvuf, sevgilinin gözünden düşme korkusu içinde “fakr”ını idrak etmektir.

Tasavvuf, kolaylaştırmak ve güçleştirmemektir.

Tasavvuf, sevdirip nefret ettirmemektir.

Tasavvuf, bilme gayreti içinde olup bilinme kaygısı taşımamaktır.

Tasavvuf, şöhretten uzak durup riyâset, ticaret ve siyasette istismara tavır koymaktır.

Tasavvuf, el kârda gönül yârda olmaktır.

Tasavvuf, mükellefiyetlerin muhabbetle yaşanmasıdır.

Tasavvuf, nefsi tezkiye edip gönül mülküne Süleyman olmaktır.

Tasavvuf, eşyanın ehramı altında ezilmemektir.

Tasavvuf, hoş görüp gönül kırmamaktır; çünkü kalb, nazargâh-ı İlâhîdir.

Tasavvuf, yetmiş iki milleti bir göz ile görüp mahlûkata şefkat nazarıyla bakmaktır.

Tasavvuf, mütevazı bir muhabbet fedâisi olmayı baş tacı bir karakter bilmektir. Çünkü “mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür.”

Tasavvuf, ağlayarak gelinen dünyadan tebessüm ederek gitmektir.

Tasavvuf, hakikatli olup yolda olmak, yolunca yürümektir.

Tasavvuf, maddî varlığından sıyrılarak kendinde varlık görmeden iradeyi Hakk’a teslim etmektir.

Tasavvuf, bütün ilâhî güzellikleri kazanarak yâr ile hemdem olmaktır.

Tasavvuf, varlığı hazmedip, toprak ve sudan ibaret olan fâni kisveyi çıkarıp nurdan bir libas giymektir.

Tasavvuf, gönül ocağını muhabbet ateşiyle tutuşturarak yanmak ve aydınlanmaktır.

Tasavvuf, İlâhî sır, tecellî ve iradenin hikmetlerini bilerek arif olmaktır.

Tasavvuf, dertli olmak, dertliye derman olmaya çabalayarak insanlığa hizmet etmektir.

Tasavvuf, ten kafesinin kapısını Allah anahtarı ile açarak can evinde Hak sırrının tecellîsine şahit olmaktır.

Tasavvuf, büyük hakikat ummanında can bularak, tâbir ve te’vîl ilimlerine vâkıf olmak ve böylece insan, kâinat, Kur’ân ve Sünnetteki İlâhî sırları idrak etmektir.

Tasavvuf, Hakk’ın azamet, kudret ve güzelliği karşısında büyük bir hayret içinde mest olmaktır.

Tasavvuf, bütün zerrelerde Hakk’ı müşâhede etmektir.

Tasavvuf, âlemlere bir güneş olup doğarak mahlûkatın dilini bilmek ve varlıkla dilleşmektir.

Tasavvuf, Hakk’ın insana armağanı ve emaneti olan Kur’ân’ı canla başla taşımaktır.

Tasavvuf, İlâhî mağfiret ayetlerinin mazharı olmaktır.

Tasavvuf, kâinata “İsm-i A’zam”la tasarruf ederek canlı bir Kur’ân olabilmektir.

Tasavvuf, gönlünü Hakk’ın ilmine mekân ederek âlim olmak ve bir damla hükmünde iken enginlerden engin bir derya hâline gelmektir.

Tasavvuf, insanın arınmış bir gönülle tevhîd sırrına ererek kâmil olmasıdır.

Tasavvuf, “ölmeden evvel ölmek” sırrını idrak ederek kalbi diri........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play