“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” (Mâide: 49.)

Bu yazımızda, “silahlı savaş manasındaki cihadın devrinin geçtiğinin” söylenmesinin arka planında ne olduğunu, bunun nereden kaynaklandığını anlatmaya çalışacağız.

Konuyla ilgili daha önceki yazılarımızda da geçtiği gibi, cihad imanın tezâhürüdür, bir ibadettir. İcrası, keyfiyeti, şartları, İslâm hukukunu, yani İslâm’ın “muamelat” sahasını ilgilendirir. Cihadın ne zaman, kime karşı yapılacağı, buna kimin karar vereceği, şartlarının hazır olup olmadığı, doğuracağı sonuçlar vs. gibi pek çok konu, muamelat bahislerinde “cihad” başlığı altında anlatılmaktadır. Bu hükümler bütünüyle Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas’la oluşan edille-i şer’iyye ile sabittir. Bunlara uymadan, keyfî kararlara göre yapılan eylemlerin “katliam” olacağı bilinmelidir. İslâm, keyfilikle bir cana kıyılmasına asla müsaade etmez.

I- FİİLÎ CİHADA YAKLAŞIMDA YAPILAN İKİ BÜYÜK YANLIŞ

Günümüzde cihad söz konusu olduğunda başlıca iki büyük yanlış yapılmaktadır.

Bunlardan birincisi, cihadın inkâr edilmesidir. Tahrifatçı ve bid’atçi bazı reformistler -özellikle batılılara şirin görünmek için- İslâm’ın barış dini olduğu gerçeğini suiistimal ederek veya bundaki maksadın dışına çıkarak, “İslâm’da saldırmak, adam öldürmek yoktur” gibi söylemlerle, silahlı savaş manasındaki cihadı inkâr yoluna gitmektedirler. Bunlara göre cihad demek, sadece İslâm’ı tebliğ edip anlatmak demektir. Bunun dışında zâhirî ve fiilî bir savaş yoktur…

Bu hezeyanı -bilindiği kadarıyla- ilk ortaya atan, 18. Asırda, İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da, güya Müslümanları temsil mevkiinde bulunan İngiliz işbirlikçisi hain Ahmed Seyid Han’dır. Anlaşılacağı gibi bu İngiliz ajanının maksadı, işgale karşı çıkan Müslümanların direniş ruhunu kırmaktı. Nitekim bu hedefe büyük ölçüde ulaşılmış ve Hindistan’daki Müslümanlar katliama maruz bırakılarak bölgedeki İslam hâkimiyetine darbe vurulmuştur.

Bu “fiilî cihadı inkâr yoluyla Müslümanları pasifize etme zihniyeti”, daha sonra Mısır’a geçmiş ve oradan da bir hastalık gibi tüm İslâm âlemine ârız olmuştur. Netice itibariyle bugün cihad Müslümanlara neredeyse unutturulmuş durumdadır.

Fiilî cihadla ilgili ikinci büyük yanlış ise, onu terörle eşleştirerek, saldırgan bir zihniyeti “İslâmî terör” adı altında, İslâm’a mal etmektir. Bu bâtıl ve gayri İslâmî telakkinin kaynağı, batılı müsteşrik ve oryantalistlerdir.

Onlar, bugün adına “algı operasyonu” denen bir şartlandırma ile İslâmî terörün yanında bir de “İslâmofobi (İslâm korkusu, Müslümanlara karşı duyulan nefret, kin ve düşmanlık)” zihniyeti icat etmişlerdir.

Gerçek İslâm’ın saf ve orijinal halinden çıkarılarak, önüne ideolojik bazı yabancı sıfatlar ilave edilmesi bundandır. “Radikal İslâm” ya da “fundamentalist İslâm” gibi…

Bu yaklaşımlar İslâm’ı tahrif ve tahrip girişimleridir. İslâm’ı ve Müslümanları itibarsızlaştırmaya yönelik menfur teşebbüslerdir.

Bu tarz algı operasyonlarıyla İslâm’daki cihad kavramı terörle bir tutulmuş, cihad, sanki Müslüman olmayanların can, mal ve namusuna saldırı aracı gibi gösterilmek istenmiştir. Bugün dünya çapında tanınan el- Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütleriyle İslâm’a leke sürme gayretleri, işte bu algı operasyonunun sonucudur. Şer güçler bunları bahane ederek masum Müslümanlara saldırmaktadır. Bu bir senaryodur, İslâm’ı ve Müslümanları imha etme planıdır.

Bu senaryoyu yazanlar, bu planları kuranlar; inancına, mukaddesatına, malına, canına, izzet ve şerefine dokunulan Müslümanların, bu değerlerini savunarak, saldırganlardan şikâyetçi olmasını da “nefret suçu” olarak niteleyerek Müslümanları bir de bununla suçlamaktadırlar. Ne garip değil mi?...

Asıl konumuza dönecek olursak, cihada bu iki bakış da yanlıştır; daha doğrusu cihadı hedefinden saptırmaya yöneliktir. Bu sebeple asla kabul edilemez.

II- FİİLÎ CİHADIN İNKÂRININ ARKASINDAKİ BATI KAYNAKLI İKİ PROJE

Esasen başlıkta geçen söz konusu “iki proje” sadece silahlı savaş manasındaki cihadı inkârla kalmayıp; bütünüyle İslâm’ın mahiyetini değiştirmeye, İslâm’ı tahrif ve imhaya yönelik söylemler kullanmaktadır. Biz meseleye konumuzla ilgili olarak cihad açısından yaklaşacağız.

1- Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü Projesi

Bilindiği gibi Vatikan kaynaklı dinlerarası diyalogda asıl maksat, kendi kaynaklarında açıkça belirtildiği üzere “Mesih misyonunu”, yani Hıristiyanlığı yaymaktır.

Bu proje “tek kutuplu” ve dolayısıyla da “tek dinli” bir dünya amaçlamaktadır. Bu tek din de Hıristiyanlıktır. Şüphesiz ki bunun önünde gördükleri en büyük engel İslâmiyet’tir. Bu sebeple dinlerarası diyalog çerçevesinde geliştirilen “cihadın inkârı” gibi pek çok söylem de bu engeli bertaraf etmeye yöneliktir.

Dinlerarası diyalogcuların vitrininde hep barış, kardeşlik, birlik beraberlik, dayanışma, savaşların bitmesi, eşitlik, adalet, dünyayı yaşanır bir hale sokmak gibi sloganlar vardır. Ama uygulamada -özellikle Müslümanlar söz konusu olduğunda- bu yaldızlı sözlerin esamesi bile okunmaz.

Dinlerarası diyalogun revaçta olduğu son yarım yüz yılda İslam dünyasının haline şöyle hızlıca bir bakalım:

Afganistan’da 3 - 4 milyon şehit,

Irak işgalinde 1,5 - 2 milyon şehit,

Suriye’de 800 - 900 bin şehit,

Muhacir olup yolda izde ölenleri ve sakat kalanları saymıyoruz bile.

Biraz daha geriye gidecek olursak Fransızların Cezayir işgalinde 3 milyon şehit…

Batının teşvik ve tahrikiyle çıkan İran - Irak Savaşını, Balkanlardaki Bosna Savaşını, Kafkas katliamlarını, Orta Asya’da Çin zulmünde şehit olan yüz binleri ve Arakan şehitlerini de hesaba kattığımızda, böyle kısa bir süre içinde on beş milyondan fazla Müslümanın şehit olması ne demektir?

Peki, şimdi sormak gerekmez mi?

Madem bir Vatikan projesi olan dinlerarası diyalog ve hoşgörü, barışı, kardeşliği, dayanışmayı esas alıyor; o zaman bu son dönemdeki Müslüman katliamı karşısındaki sessizlik nasıl izah edilecektir?

Haçlı - Siyonist işbirliği ile İslam coğrafyasına yönelik işgaller Gazze’de olduğu gibi bütün hızıyla devam ederken, Müslümanlara “İslâm barış dinidir, İslâm’da silahlı cihad yoktur” iddiasını kabul ettirmeye çalışmanın arkasında bir su-i maksat olduğunu düşünmemek mümkün müdür?

Kaldı ki, yukarıdaki satırlarda bu iddianın ilk olarak 18. Asırda, İngiliz işgali sırasında Hindistan’da seslendirildiğini ve maksadın yerli halk olan Müslümanların İngilizlerin işgaline karşı çıkmalarını önlemek olduğunu ifade etmiştik. Böyle bir oyuna gelmenin acı faturası tarihin sayfalarında önümüzde dururken, “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz”[1] nebevî ikazını hatırlayarak, buna göre tavır almak her mü’minin boynunun borcu değil midir?

Elbette ki borcudur. Hal böyleyken nasıl olur da hâlâ fiilî cihad inkâr edilebilir?

2- Ilımlı İslâm Projesi

Müslümanlara fiilî cihadı inkâr ettirmek üzere çalışan ikinci proje de, Ilımlı İslam Projesidir.

Bu projenin menşei, ABD’li Evangelistlerdir. Proje, BOP’un dinî ve kültürel ayağı olarak hazırlanmıştır. Ilımlı İslam Projesi d. diyalogla, “tek kutuplu dünyada Hıristiyanlığı tek din yapmak” hedefinde birleşmektedir. Dolayısıyla tıpkı d. diyalogda olduğu gibi, bu hedefin önündeki en büyük engelin İslâm olduğunu düşündüklerinden; İslâm’ın imha edilmesi, bu mümkün değilse, cihad başta olmak üzere pek çok kavram üzerinden tahrif edilmesi hedeflenmektedir.

BOP’un 30 küsur İslâm devletinin haritasını / sınırlarını değiştirmeyi hedeflediği, bunların içinde Türkiye’nin de olduğu bilinmektedir.

Ilımlı İslâm Projesinin tatbiki manasında bir örnek verelim:

ABD’nin Irak’ı işgalinde, CIA tarafından hazırlandığı iddia edilen “Gerçek Furkan” adlı bir sözde kutsal kitap hakkındaki haberler medyaya şöyle yansımıştır:

“ABD’nin Texsas eyaletinde Evangelistlere ait bir yayınevi, Kur'an-ı Kerîm'i tahrif ederek hazırladığı ve kutsal kitap olduğunu öne sürdüğü yeni bir kitap yayınladı. Omega 2001 ve Wine Press Yayınevleri tarafından ‘Gerçek Furkan’ adıyla piyasaya sürülen kitap, Arapça ve İngilizce olarak basıldı. Kitap, 366 sayfa ve 77 sureden oluşuyor. Kitapta geçen surelerden bazılarının adları şunlar: Fatiha Suresi, Sevgi Suresi, Mesih Suresi, Barış Suresi, Zina Suresi, Kurban Suresi, Evlilik Suresi, Cennet Suresi, Münafıklar Suresi, Cizye Suresi, İman Suresi, Hak Suresi, Kadın Suresi, İncil Suresi, Mâide Suresi, Peygamberler Suresi.

‘İbrahimî Dinler’ vurgusunun yapıldığı kitapta, genelde Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere, İncil'den ve Tevrat'tan alıntılar bulunuyor. Surelerin çoğunun adı Kur’an-ı Kerîm surelerinden alınmış. Âyetlerin de büyük çoğunluğu Kur’ân’dan alınmış, ancak tahrif edilerek, kelimelerin hepsinin yerine başka kelimeler konularak alıntılanmış. 21. yüzyılın kutsal kitabı olarak tanıtılan kitap, ‘Barış Kitabı’ ve ‘Üç Dinin Kitabı’ olarak da isimlendiriliyor.”[2]

ABD güçleri bu uyduruk kutsal kitabı Müslümanlara kabul ettirmek için baskı ve tehditle karışık ikna yolunu da denemişler, fakat Iraklılardan kabul görmedikleri için muvaffak olamamışlardır.

Burada bizi düşündürmesi gereken husus, tek hak din olan İslâm’a yapılmak istenen bu korkunç müdahale ve Müslümanlara yönelik bu cüretkârlıktır.

“Kutsal kitap” uydurup bunu Müslümanlara dayatma cüretinin, Müslümanların cihad ruhundan uzaklığından kaynaklandığını söylesek, herhalde hata etmiş olmayız.

Ilımlı İslâm Projesinin hedefleri doğrultusunda yine aynı yıllarda, medyaya “radikal dinî grupların farklı anlamlar yüklediği” gerekçesiyle, bir kısmı Kur’ân’da geçen bazı kelimelerin kullanımına yasak getirileceği yönünde haberler yansımıştı ki şu kelimeler onlar arasındaydı:

Beyt'ülmal, Biat, Cemaat, Cihad, Dar'ül Harp, Dar'ül İslâm, Emir (lider), Emir'ül mü'minin, Fetva, Firavun, Halife, Hicret, Hizbullah, Hizb'uş Şeytan, İmam, İmamet, İnfak, Kâfir, Karun, Medrese, Mele (molla) Mücahid, Mü'min, Münafık, Şehadet, Şehit, Şeriat, Şeyh, Şeyh'ül İslâm, Şirk, Şûra, Tağut, Tebliğ, Tekke, Tevhid.

Ilımlı İslâm Projesi, ABD’nin İslâm dünyasını işgal etme plan ve programının bir parçası olarak, Evangelistlerin uydurduğu, suni bir din anlayışıdır.

Her şey bir yana, bu projede İslam’ın önüne “ılımlı” kelimesinin konması bile başlı başına İslâm’a hakarettir. Zira Allah’ın, hak ve adalet üzere son hak dini olan İslâm’ın başına ılımlı ifadesini koymak, (haşa) İslâm’ın özünde aşırı sert olduğu izlenimini verir; Allah’ı tenkit etmek olur. Dolayısıyla (haşa) sert kabul edilen bu dini ılımlı hale getirmeye çalışmak da, Allah’ın dinine açık bir müdahaledir. Ilımlı İslâm, aslında “Amerikan İslâm’ı” demektir. Ne acıdır ki Türkiye’de bu akıma kapılan pek çok bedbaht bulunmaktadır; bu ayrı bir boyuttur.

Dinlerarası diyalog ve Ilımlı İslam adlı bu iki projenin yanında, İslâm’ı tahrife yönelik plan ve projeler sadedinde, İslâm’ı Hıristiyanlık potasında eritmeyi hedefleyen Chrislam, tevhid-i edyan, İbrahimî Dinler gibi projeler de anılabilir, ama biz bu kadarıyla iktifa ediyoruz.

Bütün bu projelerde hedef, küfür ve zulmün ayyuka çıktığı bir ortamda Müslümanları pasifize etmektir. Küfür ve zulüm bütün şiddetiyle Müslümanların üstüne çullanırken, “silahlı cihad dönemi geçmiştir” denilerek Müslümanların dinlerini, mukaddesatlarını, can, mal ve namuslarını, vatanlarını savunmaktan vazgeçmeleri istenmektedir.

Müslümanlar için bunu kabul etmekten daha büyük zillet olamaz.

İslam bir bütündür. Bu bütünün içinde en temel ibadetlerden biri de cihaddır.

Şu ayet-i kerime, Allah’ın hükümlerinden bir kısmının devre dışı bırakılmasını şiddetle men etmekte, bunu yapanların musibete uğrayacaklarını haber vermektedir:

“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” (Mâide: 49.)

Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere, İslâm düşmanlarının oyununa gelerek fiilî cihadı inkâr etmek, dünyada zillet olduğu gibi, Allahü Teâlâ’nın Kur’ân’daki hükümlerinden bir kısmını inkâr demek olduğundan, küfre sürüklenip ebedî hayatımızı mahvetmek anlamı da taşımaktadır.

Bu vehamet karşısında akletmezsek daha ne zaman akledeceğiz?

[1] Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.

[2] Yeni Şafak, 30 Kasım 2004.

QOSHE - FİİLÎ CİHADIN İNKÂRININ ARKA PLANI - Ali Değermenci
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

FİİLÎ CİHADIN İNKÂRININ ARKA PLANI

4 1
16.01.2024

“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır.” (Mâide: 49.)

Bu yazımızda, “silahlı savaş manasındaki cihadın devrinin geçtiğinin” söylenmesinin arka planında ne olduğunu, bunun nereden kaynaklandığını anlatmaya çalışacağız.

Konuyla ilgili daha önceki yazılarımızda da geçtiği gibi, cihad imanın tezâhürüdür, bir ibadettir. İcrası, keyfiyeti, şartları, İslâm hukukunu, yani İslâm’ın “muamelat” sahasını ilgilendirir. Cihadın ne zaman, kime karşı yapılacağı, buna kimin karar vereceği, şartlarının hazır olup olmadığı, doğuracağı sonuçlar vs. gibi pek çok konu, muamelat bahislerinde “cihad” başlığı altında anlatılmaktadır. Bu hükümler bütünüyle Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas’la oluşan edille-i şer’iyye ile sabittir. Bunlara uymadan, keyfî kararlara göre yapılan eylemlerin “katliam” olacağı bilinmelidir. İslâm, keyfilikle bir cana kıyılmasına asla müsaade etmez.

I- FİİLÎ CİHADA YAKLAŞIMDA YAPILAN İKİ BÜYÜK YANLIŞ

Günümüzde cihad söz konusu olduğunda başlıca iki büyük yanlış yapılmaktadır.

Bunlardan birincisi, cihadın inkâr edilmesidir. Tahrifatçı ve bid’atçi bazı reformistler -özellikle batılılara şirin görünmek için- İslâm’ın barış dini olduğu gerçeğini suiistimal ederek veya bundaki maksadın dışına çıkarak, “İslâm’da saldırmak, adam öldürmek yoktur” gibi söylemlerle, silahlı savaş manasındaki cihadı inkâr yoluna gitmektedirler. Bunlara göre cihad demek, sadece İslâm’ı tebliğ edip anlatmak demektir. Bunun dışında zâhirî ve fiilî bir savaş yoktur…

Bu hezeyanı -bilindiği kadarıyla- ilk ortaya atan, 18. Asırda, İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da, güya Müslümanları temsil mevkiinde bulunan İngiliz işbirlikçisi hain Ahmed Seyid Han’dır. Anlaşılacağı gibi bu İngiliz ajanının maksadı, işgale karşı çıkan Müslümanların direniş ruhunu kırmaktı. Nitekim bu hedefe büyük ölçüde ulaşılmış ve Hindistan’daki Müslümanlar katliama maruz bırakılarak bölgedeki İslam hâkimiyetine darbe vurulmuştur.

Bu “fiilî cihadı inkâr yoluyla Müslümanları pasifize etme zihniyeti”, daha sonra Mısır’a geçmiş ve oradan da bir hastalık gibi tüm İslâm âlemine ârız olmuştur. Netice itibariyle bugün cihad Müslümanlara neredeyse unutturulmuş durumdadır.

Fiilî cihadla ilgili ikinci büyük yanlış ise, onu terörle eşleştirerek, saldırgan bir zihniyeti “İslâmî terör” adı altında, İslâm’a mal etmektir. Bu bâtıl ve gayri İslâmî telakkinin kaynağı, batılı müsteşrik ve oryantalistlerdir.

Onlar, bugün adına “algı operasyonu” denen bir şartlandırma ile İslâmî terörün yanında bir de “İslâmofobi (İslâm korkusu, Müslümanlara karşı duyulan nefret, kin ve düşmanlık)” zihniyeti icat etmişlerdir.

Gerçek İslâm’ın saf ve orijinal halinden çıkarılarak, önüne ideolojik bazı yabancı sıfatlar ilave edilmesi bundandır. “Radikal İslâm” ya da “fundamentalist İslâm” gibi…

Bu yaklaşımlar İslâm’ı tahrif ve tahrip girişimleridir. İslâm’ı ve Müslümanları itibarsızlaştırmaya yönelik menfur teşebbüslerdir.

Bu tarz algı operasyonlarıyla İslâm’daki cihad kavramı terörle bir tutulmuş, cihad, sanki Müslüman olmayanların can, mal ve namusuna saldırı aracı gibi gösterilmek istenmiştir. Bugün dünya çapında tanınan el- Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütleriyle İslâm’a leke sürme gayretleri, işte bu algı operasyonunun sonucudur. Şer güçler bunları bahane ederek masum Müslümanlara saldırmaktadır. Bu bir senaryodur, İslâm’ı ve Müslümanları imha etme planıdır.

Bu senaryoyu yazanlar, bu planları kuranlar; inancına, mukaddesatına, malına, canına, izzet ve şerefine dokunulan Müslümanların, bu değerlerini savunarak, saldırganlardan şikâyetçi olmasını da “nefret suçu” olarak niteleyerek Müslümanları bir de bununla suçlamaktadırlar. Ne garip değil mi?...

Asıl konumuza dönecek olursak, cihada bu iki bakış da yanlıştır; daha doğrusu cihadı hedefinden saptırmaya yöneliktir. Bu sebeple asla kabul edilemez.

II- FİİLÎ CİHADIN İNKÂRININ ARKASINDAKİ BATI........

© İstiklal


Get it on Google Play