21'inci yüzyılın ilk yıllarında Ortadoğu'da ve Orta Asya'da diktatörlükler birbiri ardına yıkılıp yerine ılımlı yönetimler kurulunca İslam coğrafyasında demokrasi ve insan hakları açısından bir umut oluştu.

Önce uzun zamandır Sovyet boyunduruğu altında bulunan Orta Asya ve Kafkasya'daki Türk Cumhuriyetleri bağımsızlığa kavuştu, ardından karanlık Taliban rejimi devrildi, yerine demokratik değerlere bağlı cumhuriyet rejimi kuruldu.

Ardından Ortadoğu'nun en karanlık iki diktatörü, Saddam Hüseyin ile Muammer Kaddafi devrildi ve idam edildi.

Çok geçmeden Mısır'ın firavunu Hüsnü Mübarek aynı akıbete uğradı. Suriye diktatörü Beşşar Esad her an yıkılacakmış gibi bir görüntü veriyordu.

Tüm bunlar, İslam coğrafyasında demokrasi ve özgürlüklerle dolu yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyordu.

Zira Tunus'ta başlayan Arap Baharı, güçlü bir rüzgâr gibi tüm Arap diktatörlerini önüne katmış, süpürüp tarihin çöplüğüne atacakmış gibi görünüyordu.

Rus esaretinden kurtulan Sovyet coğrafyasındaki Türk Cumhuriyetlerinde de yepyeni bir dönem başlamıştı.

Gerçi Nazarbayev'den Niyazov'a ve Karimov'a kadar bir gecede kendilerini demokrat ve milliyetçi ilan eden tüm liderler, Sovyetlere bağlılıkla hizmet eden eski komünist yöneticilerdi, ama yine de yerel kamuoyunda refah ve özgürlüklerle dolu yeni bir dönemin başladığına dair güçlü bir kanaat oluşmuştu.

Afganistan tarihinin en karanlık gücü olan Taliban da yağmur suları gibi çekilip gitmişti ve tüm dünya savaş yorgunu ülkenin yaralarını sarmak için seferber olmuştu.

Bu yüzden Afganlar da umut doluydu. Zira, geçmeyecek gibi görünen karanlık gece nihayet sona ermiş, şafak sökmüş, ortalık aydınlanmıştı.

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Nedense çok geçmeden İslam coğrafyasının üzerine yoğun bir bulut tabakası gibi karanlık ve umutsuzluk çöktü.

Zira tatsız gelişmeler birbirini izledi. Önce, İran'ın İslami modeli ile Türkiye'nin yamalı demokrasi düzeni arasında bir tercihe zorlanan Türk Cumhuriyetleri, her ikisini de reddederek katı birer laik diktatörlüğe dönüştüler.

Böylece Azerbaycan ve Türkmenistan örneğinde olduğu gibi babadan oğula aile yönetimleri oluştu.

İşbaşındaki diktatörün kendisinden sonra iktidarını devredebileceği uygun bir oğlu yoksa, iktidar tek adamın en yakınındaki kişiye geçit.

Tıpkı Özbekistan ve Kazakistan'da olduğu gibi. Dolayısıyla Türk Cumhuriyetlerindeki demokrasi umudu ikinci bahara kaldı.

Tunus'ta başlayan Arap Baharı da kısa sürede fiyaskoya dönüştü. Mısır'da iktidar Hüsnü Mübarek'ten sonra bir sonraki askeri diktatör Abdulfettah es-Sisi'nin eline geçerken Kaddafi sonrası Libya ve Saddam sonrası Irak kanlı bir iç savaşa sahne oldu.

Bunu da milyonlarca insanı yurtlarından eden Suriye'deki iç savaş izledi. Ortadoğu'nun üç ülkesi Libya, Irak ve Suriye uzun yıllar sürecek kanlı çatışma alanlarına dönüşürken daha güzel günler beklentisi içinde olan bu coğrafyadaki halklar eski günleri mumla aramaya başladı.

İlginçtir, bir şey ters gidince diğer terslikler de onu izler. Ortadoğu ve Orta Asya'da demokratikleşme ve özgürlükler alanında yaşanan gerileme yetmezmış gibi, Taliban da 20 yıl aradan sonra kötü bir kâbus gibi geri döndü.

Amerikan ve Nato askerleri kaçarcasına uçaklarına atlayıp ülkeden ayrılırken karanlık bakışlı çember sakallı Taliban milisleri muzaffer bir şekilde Kabil'e girdi.

Elbette, Batı'nın demokrasi ve insan hakları vaatlerine yürekten inanan kentli Afgan azınlık büyük bir şok yaşadı.

Ordudan polise, yönetimden eğitime ve sağlığa hayatın her alanında yer alan milyonlarca Afgan kadını yeniden dört duvar arasına kapandı. Kaçabilenler de kapağı yurt dışına attı.

Özgürlük ve eşitlik yanlısı Müslüman kadınlar bir şoku da İran'da yaşadı.

Bu ülkede kadınların başlattığı, aylar süren direniş başlangıçta molla rejimini sarsacak gibi görünse de sonraki aylarda şiddetle bastırıldı.

Dünyanın tepkisi ise göstermelik ambargolar ve kınama demeçlerinden öteye geçmedi.

2022 başında Kazakistan'da patlak veren halk ayaklanması da Rusya'nın gönderdiği askeri güç eliyle şiddetle bastırıldı.

Bundan cesaret alan Türkmenistan'da baba Cumhurbaşkanı Gurbangulı Berdimuhammedov göstermelik bir seçimle koltuğunu oğluna devretti.

21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan tüm bu gelişmeler, İslam coğrafyasında demokrasi ve bireysel haklara inanan Müslüman elitleri büyük bir hayal kırıklığına uğrattı.

Zira onlar, on yıllar boyunca kurtuluşun Batı demokrasisi olduğuna inanmışlardı.

Oysa onların bayıldığı Batı, kendi çıkarları söz konusu olduğunda inandığını söylediği tüm değerleri ayakları altına alabiliyordu.

Başlıktaki sorunun cevabına gelirsek, İslam coğrafyasında demokrasinin son çeyrek asırda ciddi bir gerileme yaşadığına kuşku yok.

Ama bu, umutsuz olmak için bir sebep değildir. Zira hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve yarınların neler getireceğini kimse bilemez.

Öyleyse, İslam coğrafyasında yaşanan facialardan ve Batı'nın sergilediği ikiyüzlü yaklaşımdan gerekli dersi çıkararak geleceğe daha iyi hazırlanabiliriz. Zira her şey kendi elimizde.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

QOSHE - İslam coğrafyasında demokrasi geriliyor mu? - Esedullah Oğuz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İslam coğrafyasında demokrasi geriliyor mu?

8 0
26.12.2023

21'inci yüzyılın ilk yıllarında Ortadoğu'da ve Orta Asya'da diktatörlükler birbiri ardına yıkılıp yerine ılımlı yönetimler kurulunca İslam coğrafyasında demokrasi ve insan hakları açısından bir umut oluştu.

Önce uzun zamandır Sovyet boyunduruğu altında bulunan Orta Asya ve Kafkasya'daki Türk Cumhuriyetleri bağımsızlığa kavuştu, ardından karanlık Taliban rejimi devrildi, yerine demokratik değerlere bağlı cumhuriyet rejimi kuruldu.

Ardından Ortadoğu'nun en karanlık iki diktatörü, Saddam Hüseyin ile Muammer Kaddafi devrildi ve idam edildi.

Çok geçmeden Mısır'ın firavunu Hüsnü Mübarek aynı akıbete uğradı. Suriye diktatörü Beşşar Esad her an yıkılacakmış gibi bir görüntü veriyordu.

Tüm bunlar, İslam coğrafyasında demokrasi ve özgürlüklerle dolu yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyordu.

Zira Tunus'ta başlayan Arap Baharı, güçlü bir rüzgâr gibi tüm Arap diktatörlerini önüne katmış, süpürüp tarihin çöplüğüne atacakmış gibi görünüyordu.

Rus esaretinden kurtulan Sovyet coğrafyasındaki Türk Cumhuriyetlerinde de yepyeni bir dönem başlamıştı.

Gerçi Nazarbayev'den Niyazov'a ve Karimov'a kadar bir gecede kendilerini demokrat ve milliyetçi ilan eden tüm liderler, Sovyetlere bağlılıkla hizmet eden eski komünist yöneticilerdi, ama yine de yerel kamuoyunda refah ve özgürlüklerle dolu yeni bir dönemin başladığına dair güçlü bir kanaat oluşmuştu.

Afganistan tarihinin en karanlık gücü olan Taliban da yağmur suları gibi çekilip gitmişti ve tüm dünya savaş yorgunu ülkenin yaralarını sarmak için seferber olmuştu.

Bu yüzden Afganlar da umut doluydu. Zira, geçmeyecek gibi görünen karanlık gece nihayet sona ermiş, şafak sökmüş, ortalık aydınlanmıştı.

Bu bölüm, konuyla ilgili referans........

© Independent Türkçe


Get it on Google Play