(Her mahkemeye gelen suçlu değildir)

Günümüzde bir moda var, her gözaltına alınan ve her mahkemeye çıkarılan suçlu olarak görülüyor. Adam mağdurdur ama yalancı şahitlerle suçlu gösterilip mahkemeye çıkarılır, suçsuzluğunu ispatlayıncaya kadar da canı çıkar.

Şimdi sizlere gözlerimizi de yaşartacak bir mahkemeye çıkarılan insanların hikayesini anlatmak istiyorum.

Salona eli bağlı üç kişi getirildi, sanık sırasına oturtuldular. Mahkeme başkanı Saruhan mebusu Mustafa Necati, sanıklardan en yaşlısı olan ihtiyar köylüye sordu.

Baba adın ne?

Dinleyicilerde bir ferahlama görüldü. Demek bu ihtiyarın suçu ötekilerden daha hafifti. Bu yüzden ilk yargılanıyordu.

İhtiyar ayağa kalktı.

Hüsnü

Baba adı?

Ramazan

Nerelisin?

İnebolu’nun Çatal bucağından

Baba sen askerden kaçan oğlunu evinde saklamış, bir asker kaçağına yataklık etmişsin!

Tövbe de Reis bey

Ben tövbe dedim, sen ne dersin?

İhtiyar köylü başkanın üstelemesinden sıkılmıştı. Elini koynuna sokup yıpranmış, bir tomar kağıt çıkardı, kürsüye doğru salladı.

Reis Bey, Reis Bey! Şu kafa kağıtlarının içini okusan bana dediklerinden utanırsın !

Neden?

Bu kağıtlar Balkan Harbi’nde ve Çanakkale’de şehit düşen oğullarımın nüfus kağıtlarıdır.

İki aslanını millet için şehit veren baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim savaşında bir kahbe gibi gizlemez Reis Bey!

Salonda çıt yoktu.

Mahkeme üyeleri birbirlerinin yüzüne baktılar.

Şaşkındılar. İhtiyar birden yamalı mintanını yırttı. Çıplak, ak kıllı göğsü dışarı fırladı.

Hele gel Reis Bey, yakın gel de, şu kalbura dönmüş göğsüme bak! Bu gördüğün yaraları Makedonya’da Bulgar çeteleriyle dövüşürken aldım. Sekiz yıl askerliğim var benim. Kurşun yarasına yara demem ben. Şehit aslanlarımın yarasıdır bağrımı delen. Benim oğlum askerden kaçsa bile ben saklamam. Bunu böyle bil!

Mustafa Necati Bey sıkıntısını gizleyemeyerek sordu:

Peki baba, oğlunu en son ne zaman, nerede gördün?

En son ilk kar düştüğünde gördüm. Aha şurada, Kastamonu Askerlik Şubesinin önünde. Ankara’ya selametlerken…

Sonra hiç haber almadın mı?

İhtiyar duraladı. Bu soruyu beklemediği belliydi. Kuşkulu gözlerle dinleyicilerden yana baktı. Orada birilerinden, birilerinin bir şeyler söylemesinden korkuyordu sanki.

Kararsızdı. Bir süre sağına soluna baktı. Sonra tükenmiş bir sesle başkana döndü:

Diyecem diyecem, emme o itin ipini de ben çekecem!

Başkan, gün görmüş geçirmiş bir tavırla sordu:

Anlat bakalım baba!

Askerin bazısı kandırılmış, başı bozuk olmuş dediler. Askerden kaçanları ortada görmüyorduk, emme kulağımıza geliyordu. Kaçaklar yakalanırım korkusuna evine ocağına gelmezmiş. Kimi dağa çıkıp eşkiyalık edermiş. Kimi de bir kıyıya siner mektup yazıp evden para istermiş. Bir ay önce bana da bir mektup geldi. Muhtar getirdi. Hah dedim, oğlan askerden kaçtı para ister. Benim okumam yazmam yok. Utancımdan kimseye okutamadım. Muhtar her önüne gelene demiş bana mektup geldiğini. Ele güne bakamaz oldum. Dünyaya kahrettim, eve kapandım.

İhtiyar eğildi, bağlı elleriyle yün çorabının arasından katlanmış bir kağıt çıkardı.

Aha mektup bu, alın okuyun! Neredeyim diyorsa gidin yakalayın. Asarken de ipini bana çektirin.

Mahkeme başkanı Mustafa Necati kağıdı açtı, okudu. Birden yerinden fırladı, ağlayarak kürsüden indi.

İhtiyarın önüne geldi, boğuk sesiyle hıçkırdı.

Baba bizi bağışla. Küçük oğlun da İnönü’de şehit düşmüş. Sana gelen mektup askerlik şubesinin şehitlik ilmühaberiymiş.

İhtiyar, elini öpmek isteyen Mustafa Necati Bey’i durdurdu.

VATAN SAĞOLSUN! SİZ ASLANLARIM SAĞOLUN!...

İhtiyar sessizce ağlamaya başladı. Çıplak ak kıllı göğsü körük gibi inip kalkıyor, kırışık yanaklarından süzülen gözyaşları sakallarının içinde kayboluyordu.

Vatan hainliği suçlamasından kurtulduğuna mı ağlıyordu, son oğlunu yitirdiğine mi? Kimse anlayamadı.

İşte bu vatan böyle kazanıldı, Cumhuriyet böyle kuruldu.

Bu yüzden kimsenin gücü yetmez bu milletin kalbinden ATATÜRK’ün adını silmeye.

Ne de kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’ni yıkmaya.

Kimsenin gücü yetmez ATATÜRK’ü gönüllerde öldürmeye.

Bu vesileyle bu cennet vatanımızı canlarını vererek bize bırakan başta GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ve silah arkadaşları olmak üzere bütün şehitlerimizi, gazilerimizi minnetle ve şükranla anıyoruz.

Mekanları cennet, ruhları şad olsun.

QOSHE - ATATÜRK'Ü ÖLDÜREMEZSİNİZ - Tevfik Günay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

ATATÜRK'Ü ÖLDÜREMEZSİNİZ

16 1
05.01.2024

(Her mahkemeye gelen suçlu değildir)

Günümüzde bir moda var, her gözaltına alınan ve her mahkemeye çıkarılan suçlu olarak görülüyor. Adam mağdurdur ama yalancı şahitlerle suçlu gösterilip mahkemeye çıkarılır, suçsuzluğunu ispatlayıncaya kadar da canı çıkar.

Şimdi sizlere gözlerimizi de yaşartacak bir mahkemeye çıkarılan insanların hikayesini anlatmak istiyorum.

Salona eli bağlı üç kişi getirildi, sanık sırasına oturtuldular. Mahkeme başkanı Saruhan mebusu Mustafa Necati, sanıklardan en yaşlısı olan ihtiyar köylüye sordu.

Baba adın ne?

Dinleyicilerde bir ferahlama görüldü. Demek bu ihtiyarın suçu ötekilerden daha hafifti. Bu yüzden ilk yargılanıyordu.

İhtiyar ayağa kalktı.

Hüsnü

Baba adı?

Ramazan

Nerelisin?

İnebolu’nun Çatal bucağından

Baba sen askerden kaçan oğlunu evinde saklamış, bir asker kaçağına yataklık etmişsin!

Tövbe de Reis bey

Ben tövbe dedim, sen ne dersin?

İhtiyar köylü başkanın üstelemesinden sıkılmıştı. Elini koynuna sokup yıpranmış, bir tomar kağıt çıkardı, kürsüye doğru salladı.

Reis Bey, Reis Bey! Şu kafa kağıtlarının içini okusan bana dediklerinden utanırsın !

Neden?

Bu kağıtlar Balkan Harbi’nde ve Çanakkale’de şehit düşen oğullarımın nüfus kağıtlarıdır.

İki aslanını millet için şehit veren baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim savaşında bir kahbe gibi gizlemez Reis Bey!

Salonda çıt yoktu.

Mahkeme üyeleri birbirlerinin yüzüne........

© İleri


Get it on Google Play