Türkler, Avrupa’ya ayak bastığından itibaren Avrupalılar, Türkleri Avrupa’dan sürüp çıkarmak için çabaladılar. Osmanlı Devleti, bir nebzede olsa akılcı davrandığı ve pozitif bilimlere yer verdiği için güç ve teknik bakımdan üstün idi. Bu nedenle Avrupalılar Osmanlıları atma girişimlerinde başarılı olamadılar

16. Yüz yıldan itibaren Avrupa devletleri Rönesans ve Reform hareketleri sonunda bilim ve teknikte gelişti. Buna karşılık Osmanlı Devleti, akıl ve bilime sırt çevirdi. Medrese zihniyeti, yani bireyleri hayata hazırlamak yerine ahirete hazırlama anlayışı üstün geldi. Medreselerin programlarından pozitif bilimler ve güzel sanatlarla ilgili dersler çıkarıldı. Bu nedenledir ki Osmanlı Devleti Avrupa’daki gelişmelere ayak uyduramadı. Bu durum, çöküntünün temelini oluşturdu.

Kanuni Sultan Süleyman, Avrupa’ya egemen olmak için 1529’da Viyana’yı kuşattı ise de alamadı, bu başarısızlık Devletin Avrupa’daki genişlemesinin sonu oldu.

Padişah IV. Mehmet’in Vezir-i Azamı (Büyük Veziri) Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Kanuni’yi geçmek ve büyük şöhret kazanmak için 1683’te Viyana’yı ikinci kez kuşattı, başarılı olamadı, 2. Viyana Kuşatması ile Osmanlı Devleti ve Kutsal İttifak Devletleri olan Avusturya-Lehistan-Venedik ve Rusya ile 15 yıl sürecek bir savaş başlamış oldu.

Osmanlı Devleti, 11 Eylül 1697’de Padişah II. Mustafa komutasında Zanta’da Avusturya ile giriştiği savaşta çok büyük hezimete uğradı: 20 bin askerini savaşta, 10 bin askerini nehirde boğularak yitirdi. Padişah hazinesi (40 bin altın), ordu hazinesi (3 milyondan fazla altın), Büyük Vezirde bulunan devlet mührü düşman eline geçti.

Ayrıca 90 adet top, 26 bin gülle, 500’den çok bomba, 9 bin araba, 60 bin deve, 15 bin öküz, 7 bin at; padişah ailesine ait 18 koşulu araba, Sultan’a ait 10 kadın da düşman eline geçmiştir.

Daha da beteri şudur ki devletin üst kademelerinde görevli olan Büyük Vezir Elmas Mehmet Paşa, Temeşvar Muhafızı Koca Cafer Paşa, Anadolu Beylerbeyi Mısırlıoğlu İbrahim Paşa, Yeniçeri Ağası Baltaoğlu Vezir Mahmut Paşa, Rumeli Beylerbeyi Küçük Cafer Paşa, Diyarbakır Valisi Kavukçu İbrahim Paşa, Adana Valisi Vezir Fazıl Paşa, birçok sancak beyi, ocak ağaları, alaybeyleri bu savaşta şehit oldu.

Zanta Bozgunu sonunda Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı. 26 Ocak 1699’de Karlofça Antlaşması’nı imzaladı. Buna göre Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki egemenliği sona erdi ve büyük toprak kaybına uğradı. Zanta Bozgunu’ndan sonra Osmanlı Devleti toparlanamadı.

Yenilgiler durmadı. Osmanlı Devleti, padişah III. Ahmet zamanında Avusturya Venedik ile Varadin’de giriştiği savaşı da yitirdi ve 21 Temmuz 1718’de Pasarofça Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşma ile Balkanlara çekildi, Balkanların ötesinde toprağı kalmadı.

II. Abdülhamit, 21 Ağustos 1876’da tahta çıktı, kuşkucu bir yapısı vardı. Mithat Paşa’yı ve düşüncelerini sevmezdi, yine onu sadrazam yaptı. 2. Abdülhamit’ten başka da Anayasa karşıtları vardı. Anayasa’nın 113. Maddesin “padişahın kuşkulandığı kişileri yurt dışına sürgüne gönderme yetkisini içeren bir fıkra” eklediler. Mithat Paşa kabul etmek zorunda kaldı.

Anayasa (Kanun-i Esasi), Yani Birinci Meşrutiyet 23 Aralık 1876’da Beyazıt Meydanı’nda ilan edildi. Mithat Paşa 5 Şubat 1877 Avrupa’ya sürüldü.

2. Abdülhamit, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı bahane ederek Anayasayı rafa kaldırdı. Osmanlı-Rus Savaşı hem batıda hem doğuda olmak üzere iki cephede yapıldı. Batı Cephesi’nde Osmanlı Ordusu Niğbolu’da yenildi. 7000 esir, 113 top, 10 bin tüfek Ruslara bırakıldı.

Plevne’de ise Ruslar saldırılarla kaleyi ele geçiremeyeceğini anladı ve kaleyi kuşattı. Kuşatma uzun sürdü, yeterli yardım ve destek gelmedi. Osman Paşa, kuşatmayı yarma girişiminde bulundu, atı vurularak öldürüldü, Osman Paşa teslim olmak zorunda kaldı. Rus güçleri 20 Ocak 1878’de Edirne’ye girdi ve ilerleyerek Yeşilköy’e kadar geldi. 3 Mart 1878’de Yeşilköy (Ayastafanos) Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti Balkanlardaki topraklarının büyük bölümünü yitirdi. Rusların toprak kazanımlarını sınırlandırmak için Berlin’de bir konferans düzenlendi 2. Abdülhamit, Berlin Konferansı’ndan sonra 30 yıl baskıcı ve sansürlü bir yönetim uyguladı.

Doğu Cephesi’nde Ruslar üç koldan ilerledi; Ardahan, Kars, Doğu Beyazıt Rus eline geçti. İstanbul Sarayı, savaşı uzaktan seyretti. Ruslar Erzurum kapısına kadar geldi, Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi. Şehir düşmek üzereydi Nene Hatun, önderliğindeki halk orduya destek çıktı ve Rusları şehre sokmadı.

2. Abdülhamit Dönemi’nde 4 Haziran 1878’de Kıbrıs İngilizlere bırakıldı. Fransa, 4 Nisan 1881’de Tunus’a yerleşti.15 Temmuz 1881’de İngilizler Mısır’a girdi.

Osmanlı Devleti, bu dönem içinde ekonomik yönden de çökmüştü. 1876’da Ramazan kararnamesi ile iflas ilan edildi, 1879 ve 1881’de Muharrem Kararnameleri ile devletin gelirlerine yabancılar el koydu.

2. Abdülhamit’in baskıcı ve sansürcü yönetimine karşı İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. Bu derneğe bağlı bazı subaylar, Manastır ve Selanik’te ayaklandı. Padişah 2. Abdülhamit, 24 Temmuz 1908’de Anayasa’yı ve Meşrutiyeti ikinci kez ilan etmek durumunda kaldı. Ancak İttihat ve Terakki ve Anayasa karşıtları, mollalar İstanbul’da ayaklandı. Selanik’te oluşturulan Hareket ordusu İstanbul’a gelip ayaklanmayı bastırdı. Bu ordunun Kurmay Başkanı Yüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk) idi.

Mustafa Kemal (Atatürk), 1881’de Selanik’te Subaşı Mahallesi’nde öz be öz Türk ve Müslüman bir ailenin öz be öz Türk çocuğu olarak dünyaya geldi. (Muharrem kararnamesinin ilan edildiği yıl). 1893’te Askerî Ortaokula, 1895’te Manastır Askerî Lisesi’ne, 13 Mart 1899’de İstanbul Harp Okulu’na, 1912’de Harp Akademisi’ne girdi. 11 Ocak 1905’te Kurmay Yüzbaşı olarak çıktı ve Şam’daki V. Odu emrine verildi. Orada arkadaşlarıyla Vatan ve Hürriyet Derneği’ni kurdu.

İtalya, 1911’de Osmanlı toprağı olan Libya’ya (Trablusgarp) saldırdı. Binbaşı Mustafa Kemal, Binbaşı Enver Beyler ve bazı subaylar gönüllü olarak halkı örgütlemek için Trablusgarp’a gittiler. Enver Bey, Arap dünyasında büyük ün yapmıştı. Bu nedenle daha sonraları İslam Birliği düşüncesiyle hareket etti. Mustafa Kemal ise “HALKIN SÖZÜ, HAKKIN SÖZÜDÜR” ilkesinin gücünü anlamış ve benimsemiş, ona göre davranmıştır.

8 Ekim 1912’de, Balkan Devletleri, Osmanlı Devleti’ne savaş açtılar. Bulgarlar, 17 Kasım 1912’de Çatalca’ya saldırdı. Bunun üzerine Osmanlı Genel Kurmayı, Binbaşı Mustafa Kemal’i, Akdeniz Boğazı Savunma Şubesi Müdürlüğüne getirdi. Mustafa Kemal, Truva Savaşlarında Akhalar’ın karaya çıktıkları alanları inceleyip gerekli önlemleri almıştır.

Osmanlı Genelkurmayı, Balkan devletlerince çıkarılacak savaş tehlikesi belirdiği halde önlem almamıştı. Ayrıca komutanlar arasında da anlaşmazlıklar vardı. Bu durum ordunun gücünü zayıflatmıştı. Araç gereç desteği de yeterli değildi. Bu nedenle, Osmanlı devleti, savaşa olumsuz koşullarda başladı. Savaş, Osmanlı ordusunun bozulmasıyla çabuk bitti, 3 Aralık 1912’de ateşkes ilan edildi. 12 Aralık 1912’de Londra’da toplanan konferans kararları uyarınca Bulgarlar 26 Mart 1913’de Edirne’ye girdi. Selanik, Güney Makedonya ve Girit Yunanistan’a bırakıldı.

Balkan Devletleri aldıkları toprakların paylaşımında anlaşmadı, birbirine girdi, Osmanlı Devleti bu fırsatı değerlendirdi, Binbaşı Mustafa Kemal’in Kurmay Başkanı olduğu Bolayır kolordusu 22 Temmuz 1913’te yaptığı bir baskın ile Edirne’yi kurtardı. 27 Ekim 1913’te Bükreş Antlaşması imzalandı; ama asıl büyük savaş ufukta göründü.

Almanya hammadde kaynaklarına ulaşmak, Rusya sıcak denizlere ulaşmak ve Türk Boğazlarına egemen olmak, İtalya geri kalmışlığını kapatmak; Osmanlı yöneticileri de İttihat ve Terakki üçlüsü, Osmanlı Devleti’nin eski görkemli durumuna dönmek istiyordu. Bu nedenle aralarında anlaşıp ittifak kurdular. İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya bir yanda: Almanya, Romanya, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti öbür yanda yer aldı. Emperyalistlerin asıl amacı, Türkleri ve Türk’ün yurdunu tarihten silmekti.

1914’te çakan bir kıvılcım (28 Haziran 1914’te Arşidük Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da öldürülmesi), savaşın başlamasına neden oldu. İngiliz, Fransız ve İtalyan donanmaları Ruslara yardım için Çanakkale Boğazı’nı geçmek istedi. Yapılan kanlı mücadelede Türk topçuları ve Nusret Mayın Gemisi personeli geçit vermedi.

Boğazı geçemeyeceğini anlayan düşman, karaya asker çıkararak ilerlemek istedi. Karşılarında Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) ve kahraman Mehmetçik vardı. 19. Tümen komutanı olarak gerekli tüm önlemleri alan Yarbay Mustafa Kemal, 5 Nisan 1915’te çıkarma yapan Anzak kuvvetlerini püskürtüyor, en tehlikeli ve zor durumlarda sorumluluk alarak giriştiği üç seferde de zafer kazanarak Müttefik güçlerine en acı darbesini vuruyor. Böylece tarih sahnesine çıkıp Anafartalar kahramanı olarak adını altın harflerle yazdırıyor. Düşmanın tüm çıkarma girişimleri, Mustafa Kemal tarafından durduruluyor. Düşman, başarısız kalarak geri çekilmek zorunda kalıyor.

Mustafa Kemal (Atatürk), 1 Haziran 1915’te Albaylığa; 1 Nisan 1916’da Tuğgeneralliğe (paşalığa) yükseliyor. Çanakkale’deki başarılarından dolayı Doğu ve Güney cephelerinde de görev veriliyor. 6/7 Ağustos 1916’da Muş ve Bitlis’i Rus işgalinden kurtarıyor.

7. Ordu Komutanı olarak 19 Eylül 1918’de askerlerini Halep kuzeyine çekerek gerekli önlemleri aldı.

30 Ekim 1918’de Osmanlı Yönetimi ülkenin işgaline izin veren Mondros Ateşkes Anlaşması’nı imzalamıştır. Mustafa Kemal ise yenilgiyi, Mondros Anlaşması’nı ve İngilizlere teslimiyeti kabul etmemiş; Saray ile telgraf mücadelesi başlatmış, MÜTHİŞ BİR DİRENEŞ VE KARARLILIK RUHUNU ortaya koymuştur. Güney Cephesi’nde savaş sona ermiştir; ancak savaş Mustafa Kemal (Atatürk) için bitmemiştir: "GÜNEY CEPHESİ’NDE MÜTTEFİKLER İÇİN SAVAŞ BİTMİŞ OLABİLİR; AMA BİZİ İLGİLENDİREN SAVAŞ, İSTİKLAL SAVAŞIMIZ ŞİMDİ BAŞLAYACAKTIR.” diyerek direnişte kararlı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918’de İşgal kuvvetlerinin devasa savaş gemileri arasından geçerken “GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER.” diyerek direnişte kararlı olduğunu göstermiştir. Savaş gemilerinin İstanbul Limanını işgal etmelerinden sonra kara işgalleri de hemen başladı. 1 Ocak 1919’dan itibaren Ülkemiz hızla işgal edildi. 15 Mayıs 1919’da Yunan güçleri İzmir’e çıktı.

30 Nisan 1919’da Mustafa Kemal Paşa Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine getirildi. Bandırma Vapuru ile 16 Mayıs akşamı İstanbul’dan ayrılıp Samsun’a doğru yola çıktı. 19 Mayıs 1919’da Samsun ufuklarında bir güneş gibi parladı. Havza’dan gönderdiği direktiflerle Sivil ve askeri birimleri örgütlemeye çalıştı. Amasya Genelgesi ile hem kurtuluş için ulusa çağrı yaptı ve egemenliğin ulusa ait olduğunu belirtti hem de kurulacak yeni devletin temelinin laiklik olacağını vurguladı.

Erzurum ve Sivas Kongreleri ile ulusu bir çatı, bir bayrak altında birleştirdi, YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” parolası ile savaşımı başlattı. 23 Nisan 1923’te Ankara’da Türkiye büyük Millet Meclisi’ni topladı, demokrasi ve cumhuriyet niteliklerini taşıyan yeni bir devlet kurdu.

Dört yıla yakın kanlı ve çetin süren Bağımsızlık Savaşı’nı kazanarak emperyalist güçleri, el koyucuları, onların ülkedeki yandaşlarını ve işbirlikçilerini sürüp çıkardı. 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandı. Lozan’da tam bağımsızlık savaşımı verildi ve 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalanarak Türkiye’nin ve Türk ulusunun tam bağımsızlığını tüm dünya tanıdı.

29 Ekim 1923 günü yeni devletin adının Cumhuriyet olduğu tüm dünyaya duyuruldu. Cumhuriyet, Atatürk’ün en büyük eseridir. Atatürk’e göre cumhuriyet: CUMHURİYET REJİMİ DEMEK, DEMOKRASİ SİSTEMİYLE DEVLET BİÇİMİ DEMEKTİR. DEMOKRASİ İLKESİNİN EN ÇAĞDAŞ VE MANTIKLI UYGULAMASINI SAĞLAYAN YÖNETİM (hükûmet) BİÇİMİ, CUMHURİYETTİR.

CUMHURİYET, AHLAKSAL ERDEME DAYANAN YÖNETİMDİR. CUMHURİYET YÖNETİMİ ERDEMLİ, NAMUSLU BİREYLER YETŞTİRİR.

TÜKİYE CUMHURİYETİ, HER ANLAMDA BÜYÜK TÜRK MİLLETNİN ÖZ VE AZİZ MALIDIR.

ÇAĞDAŞ BİR CUMHURİYET KURMAK DEMEK, ULUSUN İNSANCA YAŞAMASINI BİLMESİ, İİNSANCA YAŞAMANIN NEYE BAĞLI OLDUĞUNU ÖĞRENMESİ DEMEKTİR.

Atatürk, Türk ulusunun insanca yaşayabilmesini sağlamak için bir dizi devrimler ve yenilikler gerçekleştirdi. Çünkü Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyete yokluk, yoksulluk, sefalet, diz boyu cehalet; sıtma ve verem başta birçok hastalıklar vb. kalmıştır. Düşman ve yandaşları denize gömüldüğü gün, ”asıl savaşımız şimdi başlıyor” diyerek insanca yaşamasını bilen bir toplum, çağdaş bir ulus ve devlet oluşturulacağını belirtmiştir.

Cumhuriyet öncesi Türk kadını insan bile sayılmıyordu. Hiçbir hakkı hukuku yoktu. Eşi “Boş ol!” deyince bir kenara atılıyordu. Atatürk ve Cumhuriyet, Türk kadınını insan onuruna yüceltti, erkekler gibi her iş ve eğitim alanından yararlanmasını sağladı; seçme ve seçilme haklarına kavuşturdu.

Atatürk ve Cumhuriyet, bilgisizlikle amansız bir savaşıma girdi. Önce yüz yılarca insanımızı bilgisiz bırakan Arap yazısı yerine Göktürk Runik kökenli Yeni Türk Yazısı benimsendi. Ardından Ulus Okulları ile okuma yazma seferberliği açıldı, Eğitmen Kursları, Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri ile çağdaş bir eğitim gerçekleştirildi.

Türk ulusunun ve Türkçenin insanlık tarihiyle eş değerli olduğu ortaya çıkarmak için Türk Tarih ve Türk Dil Kurumları kuruldu. Tarihsel ve kültürel varlıklarımızın korunması için çeşitli müzeler açıldı.

Hastalıklarla mücadele etmek için ilk meclis açılır açılmaz, (ordu kurmadan) Sağlık Bakanlığı oluşturuldu.

Kalkınma planları hazırlanarak öncelikle yatırım yapılacak alanlar şöyle sıralanmıştır: Bayındırlık işleri, ağır endüstri, hafif endüstri, ticaret ve hizmetler.

Yabancıların elinde bulunan madencilik, deniz yolları, demiryolları işletmeleri bir bir millileştirildi. Yeni yollar yapıldı, tüneller açıldı. İş Bankası başta olmak üzere, Deniz Bank, Etibank, Sümerbank gibi çok gerekli bankalar açıldı. Demir-çelik başta olmak üzere tarımsal ürünleri işleyecek fabrikalar açıldı. Hayvancılığa önem verildi, Devlet Üretme Çiftlikleri oluşturuldu, kooperatifçilik özendirildi.

Atatürk, halkçı, ulusal, tam bağımsızlıktan yana, gerçekçi, plânlı ve devletçi bir ekonomik politika uygulatarak kısa sürede kendi kendimize yeter duruma gelmemizi sağlamıştır.

Atatürk diyor ki:

CUMHURİYET, YENİ VE SAĞLAM TEMELLERİYLE TÜRK ULUSUNU GÜVENLİ VE SAĞLAM GELECEK YOLUNA KOYDUĞU KADAR, ASIL DÜŞÜNCELERDE VE RUHLARDA YARATACAĞI GÜVENLİK BAKIMINDAN BÜSBÜTÜN YENİ BİR YAŞAMIN MÜJDECİSİ OLMUŞTUR.

Atatürk kimdir diye sorarlarsa deyin ki:

Atatürk, Müslüman Türk ulusunu iki kere kurtaran tek liderdir. Birincisi Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı sırasında emperyalizmin pençesinden kurtarmıştır. İkincisi ise Kurtuluş Savaşı sonrasındaki çağdaşlaşma hareketiyle karanlığın ve taassubun pençesinden kurtarmıştır.

Atatürk, Türk ulusunun ve Türkiye’nin tarih sahnesinden silinmesini, yok olmasını önleyen büyük bir asker, büyük bir devlet insanıdır.

Unutma Türkiye! Atatürk’ü Allah’a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk’e borçlusun.

Atatürk demek, cumhuriyet demektir.

Atatürk, büyük Türk ulusunun öz be öz ve aziz evladıdır

---------------------------------

KAYNAKLAR:

Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi 3
Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi IV, V
Abdullah Özkan, Osmanlı’nın İzinde
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, II, III
Prof. Dr. Utman Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri
Sinan Meydan, Atatürk ile Allah Arasında
Hanri Benazus, İşte Atatürk
Kâzım Saymalı, Atatürk, Cumhuriyet ve Devrimleri’nde Aydınlanma

QOSHE - Osmanlı Devleti'nin Çöküşü, Atatürk ve Cumhuriyet - Kâzım Saymalı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Osmanlı Devleti'nin Çöküşü, Atatürk ve Cumhuriyet

5 1
10.11.2023

Türkler, Avrupa’ya ayak bastığından itibaren Avrupalılar, Türkleri Avrupa’dan sürüp çıkarmak için çabaladılar. Osmanlı Devleti, bir nebzede olsa akılcı davrandığı ve pozitif bilimlere yer verdiği için güç ve teknik bakımdan üstün idi. Bu nedenle Avrupalılar Osmanlıları atma girişimlerinde başarılı olamadılar

16. Yüz yıldan itibaren Avrupa devletleri Rönesans ve Reform hareketleri sonunda bilim ve teknikte gelişti. Buna karşılık Osmanlı Devleti, akıl ve bilime sırt çevirdi. Medrese zihniyeti, yani bireyleri hayata hazırlamak yerine ahirete hazırlama anlayışı üstün geldi. Medreselerin programlarından pozitif bilimler ve güzel sanatlarla ilgili dersler çıkarıldı. Bu nedenledir ki Osmanlı Devleti Avrupa’daki gelişmelere ayak uyduramadı. Bu durum, çöküntünün temelini oluşturdu.

Kanuni Sultan Süleyman, Avrupa’ya egemen olmak için 1529’da Viyana’yı kuşattı ise de alamadı, bu başarısızlık Devletin Avrupa’daki genişlemesinin sonu oldu.

Padişah IV. Mehmet’in Vezir-i Azamı (Büyük Veziri) Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Kanuni’yi geçmek ve büyük şöhret kazanmak için 1683’te Viyana’yı ikinci kez kuşattı, başarılı olamadı, 2. Viyana Kuşatması ile Osmanlı Devleti ve Kutsal İttifak Devletleri olan Avusturya-Lehistan-Venedik ve Rusya ile 15 yıl sürecek bir savaş başlamış oldu.

Osmanlı Devleti, 11 Eylül 1697’de Padişah II. Mustafa komutasında Zanta’da Avusturya ile giriştiği savaşta çok büyük hezimete uğradı: 20 bin askerini savaşta, 10 bin askerini nehirde boğularak yitirdi. Padişah hazinesi (40 bin altın), ordu hazinesi (3 milyondan fazla altın), Büyük Vezirde bulunan devlet mührü düşman eline geçti.

Ayrıca 90 adet top, 26 bin gülle, 500’den çok bomba, 9 bin araba, 60 bin deve, 15 bin öküz, 7 bin at; padişah ailesine ait 18 koşulu araba, Sultan’a ait 10 kadın da düşman eline geçmiştir.

Daha da beteri şudur ki devletin üst kademelerinde görevli olan Büyük Vezir Elmas Mehmet Paşa, Temeşvar Muhafızı Koca Cafer Paşa, Anadolu Beylerbeyi Mısırlıoğlu İbrahim Paşa, Yeniçeri Ağası Baltaoğlu Vezir Mahmut Paşa, Rumeli Beylerbeyi Küçük Cafer Paşa, Diyarbakır Valisi Kavukçu İbrahim Paşa, Adana Valisi Vezir Fazıl Paşa, birçok sancak beyi, ocak ağaları, alaybeyleri bu savaşta şehit oldu.

Zanta Bozgunu sonunda Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı. 26 Ocak 1699’de Karlofça Antlaşması’nı imzaladı. Buna göre Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki egemenliği sona erdi ve büyük toprak kaybına uğradı. Zanta Bozgunu’ndan sonra Osmanlı Devleti toparlanamadı.

Yenilgiler durmadı. Osmanlı Devleti, padişah III. Ahmet zamanında Avusturya Venedik ile Varadin’de giriştiği savaşı da yitirdi ve 21 Temmuz 1718’de Pasarofça Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. Bu antlaşma ile Balkanlara çekildi, Balkanların ötesinde toprağı kalmadı.

II. Abdülhamit, 21 Ağustos 1876’da tahta çıktı, kuşkucu bir yapısı vardı. Mithat Paşa’yı ve düşüncelerini sevmezdi, yine onu sadrazam yaptı. 2. Abdülhamit’ten başka da Anayasa karşıtları vardı. Anayasa’nın 113. Maddesin “padişahın kuşkulandığı kişileri yurt dışına sürgüne gönderme yetkisini içeren bir fıkra” eklediler. Mithat Paşa kabul etmek zorunda kaldı.

Anayasa (Kanun-i Esasi), Yani Birinci Meşrutiyet 23 Aralık 1876’da Beyazıt Meydanı’nda ilan edildi. Mithat Paşa 5 Şubat 1877 Avrupa’ya sürüldü.

2. Abdülhamit, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı bahane ederek Anayasayı rafa kaldırdı. Osmanlı-Rus Savaşı hem batıda hem doğuda olmak üzere iki cephede yapıldı. Batı Cephesi’nde Osmanlı Ordusu Niğbolu’da yenildi. 7000 esir, 113 top, 10 bin tüfek Ruslara bırakıldı.

Plevne’de ise Ruslar saldırılarla kaleyi ele geçiremeyeceğini anladı ve kaleyi kuşattı. Kuşatma uzun sürdü, yeterli yardım ve destek gelmedi. Osman Paşa, kuşatmayı yarma girişiminde bulundu, atı vurularak öldürüldü, Osman Paşa teslim olmak zorunda kaldı. Rus güçleri 20 Ocak 1878’de Edirne’ye girdi ve ilerleyerek Yeşilköy’e kadar geldi. 3 Mart 1878’de Yeşilköy (Ayastafanos) Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti Balkanlardaki topraklarının büyük bölümünü yitirdi. Rusların toprak kazanımlarını sınırlandırmak için Berlin’de bir konferans düzenlendi 2. Abdülhamit, Berlin Konferansı’ndan sonra 30 yıl baskıcı ve sansürlü bir yönetim uyguladı.

Doğu Cephesi’nde Ruslar üç koldan ilerledi; Ardahan, Kars, Doğu Beyazıt Rus eline geçti. İstanbul Sarayı, savaşı uzaktan seyretti. Ruslar Erzurum kapısına kadar geldi, Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi. Şehir düşmek üzereydi Nene Hatun, önderliğindeki halk orduya destek çıktı ve Rusları şehre sokmadı.

2. Abdülhamit Dönemi’nde 4 Haziran 1878’de Kıbrıs İngilizlere bırakıldı. Fransa, 4 Nisan 1881’de Tunus’a yerleşti.15 Temmuz 1881’de İngilizler Mısır’a girdi.

Osmanlı Devleti, bu dönem içinde ekonomik yönden de çökmüştü. 1876’da Ramazan kararnamesi ile iflas ilan edildi, 1879 ve 1881’de Muharrem Kararnameleri ile devletin gelirlerine yabancılar el koydu.

2. Abdülhamit’in baskıcı ve sansürcü yönetimine karşı İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. Bu derneğe bağlı bazı subaylar, Manastır ve Selanik’te ayaklandı. Padişah 2. Abdülhamit, 24 Temmuz 1908’de Anayasa’yı ve Meşrutiyeti ikinci kez ilan etmek durumunda kaldı. Ancak İttihat ve Terakki ve Anayasa karşıtları, mollalar İstanbul’da ayaklandı. Selanik’te oluşturulan Hareket ordusu İstanbul’a gelip ayaklanmayı........

© Hürses


Get it on Google Play