Seçimler, Türkiye siyaseti için bir “öfori” dönemi: 31 Mart yerel seçimleri de, danslar, şarkılar, atışmalar, hareketli meydanlar ve göreceli bir ifade özgürlüğüyle politikayı hareketlendirdi.

1 Nisan’dan sonra, yaklaşık dört yıllığına böylesi bir seçim ortamına tanık olmamamız gayet olası. İktidar; Cumhur İttifakı, seçimlere gitmek istemezse, 2028’e kadar Türkiye’nin önünde herhangi bir sandık olmayacak.

Bu da demektir ki, Türkiye demokrasisinin sınırlarıyla başbaşa kalacağız. Ve yüksek ihtimalle, bu sınırlar da bugünkü alanında bile kalmayıp daha da daraltılacak.

Muhalefetin geneli, yerel seçimler sonrasını iyi okuyamayarak çok bölündü. Kendi adaylarını çıkarmakta ısrarcı olanların, en azından “muhalefete muhalefet etmeyip”, ortak bir takım oyununda birleşebilmeleri gerekirdi. Bunun yapılamamasının faturası, 31 Mart gecesi, muhalefetin ortak bir oyun oluşturamadıkları için ucu ucuna kaybettiği il ve ilçelerin çokluğuyla çıkacak. Geri kalan dört-beş yıl boyunca da, hem yerelde hem de merkezde kötü yönetimlerin bedelini ödemekten iflahı kesilecek seçmenler, bugünün “muhalefete muhaliflerini” silip geçecek.

Bu seçimlerin şimdiden “acı kaybı”

31 Mart’a giden dönemdeki “sürprizlerden” biri, “derin dondurucudaki” Kürt Meselesi’nin yeniden gündeme gelmesiydi. Türkiye siyasetinin içinde ve dışında, olası bir Çözüm Süreci’ni destekleyen hiçbir somut ipucu olmamasına rağmen, seçimlere gün sayarken bu konuyu çok konuşur olduk.

ABD’nin Irak’taki ve ardından yüksek ihtimalle Suriye’deki 3500 kadar askerini geri çekmek için ilk yoklama turlarına girişince, bölge hareketlendi. Özellikle, Ankara’nın Irak ve Suriye sınırını da, fırsattan istifade “yeniden dizayn” hedefiyle, Bağdat ve Washington hattında görüşmelere girişmesiyle bu gündem daha da yoğunlaştı.

Ankara’nın hedefinde, sadece sınırlarını askeri bakımdan kendine göre “güvenlikli” ve hegemonyasını net biçimde kendi belirlediği şekilde yeniden tasarlamak yok. Aynı zamanda, “Kuru Kanal” olarak adlandırılan ticaret koridorunun da oluşturulması var: Irak'ın çok önem verdiği “mega proje”nin bir ayağı, Basra’daki Faw Limanı'nın yeniden inşasını Güney Koreli şirket Daewoo yürütüyor. Bu kısım, 2025’te bitecek. İkinci ayak ise "Kuru Kanal" koridoru olarak bilinen Faw Limanı'ndan başlayarak Divaniye, Necef, Kerbela, Bağdat ve Musul'dan geçerek Türkiye sınırına uzanacak. Koridorun Türkiye sınırından ise Mersin Limanı'na erişim sağlaması öngörülüyor.

Tabii, bu projenin Kuzey tarafında bazı “engeller” var: silahlı örgütler. Belli ki, Irak-Türkiye’nin diplomatik görüşmelerinden, bölgedeki Kürtleri de içeren “büyük barış projesi” çıkacağını düşünenler var; bu beklentide gözüken PKK da, Nevruz döneminde “müjdeli haber açıklayacağına” işaret etti. DEM Parti’nin son aylar ve haftalarda artan dozda, “Yeni Çözüm Süreci” için hükümete çağrı yaptıkları da düşünülürse, yüksek ihtimalle açıklamalar örtüşecek. Selahattin Demirtaş’ın Kürt Konferansı’na yolladığı açıklamasında olduğu üzere, “Çözümün muhatabı Recep Tayyip Erdoğan’dır” gibi bir yaklaşım ortaya konacak. Diğer bir deyişle, o cephede artık “bulmacanın eksik parçaları” açığa çıkıyor; bilmeceler tamamlanıyor.

Türkiye’nin demokratikleşmeden “Kürt Sorunu”nu çözmesi gibi ilginç bir formülasyon da, bilfiil masaya sürülüyor; hem de, Kürt siyaseti ve diğer aktörleri tarafından…

“Kuru Kanal” olursa, neden “Demokrasisiz Çözüm Süreci” olmasın?

Bu yaklaşım da, Türkiye toplumunda Kürtlerle Türkleri pek de birbirine yaklaştıracak bir durum değil. Tersine, insan hakları mücadelesiyle toplumun farklı kesimleri arasında oluşan ince köprüler de yıkılacak; pamuk iplikleriyle bağlı dayanışmalar daha da kopacak gibi gözüküyor.

Uluslararası ilişkilerdeki dengeler

Öte yandan, bölgedeki uluslararası ilişkiler de, pek öyle demokratik eksene doğru evrilmediğinden, tüm Kürtlere yönelik baskının artması daha da muhtemel. Irak Federal Mahkemesi, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi seçim yasası ve gelirlerini ilgilendiren davalar ile ilgili uzun zamandır beklenen kararlarını geçtiğimiz haftalarda açıkladı. Mahkeme, Barzanilerin yönetimindeki Kürt Bölgesi'nin petrol ve petrol dışı tüm gelirlerini Bağdat'a iade etmesine ve Kürdistan Bölgesi'ndeki çalışanların maaşlarının da "borç sayılmadan" ödenmesine karar verdi.

Keza, İran’da geçtiğimiz hafta yapılan seçimlerde, Urumiye kentindeki 12 milletvekilliğinin 7’sini Kürt adayların kazanması, bölgedeki Azerilerle gerilime yol açmıştı. İran’da seçimlere katılımın yüzde 40’lı seviyelere düştüğü; tüm kesimlere baskının arttığı bir dönemde, o taraftaki Kürtlere baskının yoğunlaşacağını öngörmek de çok zor değil.

Türkiye’de ise bahsettiğimiz gibi “seçimsiz” bir döneme gidiyoruz. Dahası, Avrupa kurumları gibi, Türkiye’de demokratik sicili konusunda eleştiri getirenler bile artık suskun.

Geçen hafta, Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilen iş insanı ve insan hakları aktivisti Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 10 Aralık 2019 tarihinde açıklanan ve 11 Temmuz 2022 tarihinde de onaylanan “derhal serbest bırakılması” yönündeki karar, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından bu hafta Strasbourg'da bir kez daha ele alındı. Bakanlar Komitesi de, AİHM'nin Osman Kavala kararının uygulanış sürecinde “Ankara ile teknik diyaloğun sürülmesine” karar verdi. Türkçe meâli ile; Komite, Ankara ile yürütülen “üst düzey siyasi görüşmelerin” devam etmesini kararlaştırdı. Türkiye’ye karşı yaptırım kararı almadı.

Bahsi geçen “üst düzey siyasi görüşmeler” konusuna dönelim:

“Kavala dosyası 13 Kasım 2023 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejcinovic-Buric ile Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Ankara'da gerçekleşen görüşmelerinde ele alınmış, Bakanlar Komitesi bu ziyaret sonrası Aralık 2023'teki toplantılarında Mart 2024'e kadar üst düzey teknik temasların devam etmesi yönünde karar almıştı. Bu karar kapsamında Avrupa Konseyi'nden üst düzey bir heyet 'Kavala'nın serbest bırakılması için Türk yargı sistemindeki mevcut yolları' görüşmek üzere 15 Şubat 2024 tarihinde Ankara'da temaslarda bulunmuştu.”

Bunda şaşılacak bir şey yok: Ukrayna ve Gazze Savaşları’nın bölgesel yüklerinin tam ortasında kalan Türkiye ile ABD de, Avrupa da iyi geçinmek istiyor.

Türkiye, kendi dinamikleri ile başbaşa: bu siyasi dengelerde de, stratejik ve demokrat akıl nadide bulunan bir çiçek, nesli tükenen bir canlı gibi. Bulunca üzerine titremek gerekiyor.

QOSHE - Türkiye Demokrasisinin Sınırlarıyla Başbaşa Kalmak - Sezin Öney
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türkiye Demokrasisinin Sınırlarıyla Başbaşa Kalmak

18 1
17.03.2024

Seçimler, Türkiye siyaseti için bir “öfori” dönemi: 31 Mart yerel seçimleri de, danslar, şarkılar, atışmalar, hareketli meydanlar ve göreceli bir ifade özgürlüğüyle politikayı hareketlendirdi.

1 Nisan’dan sonra, yaklaşık dört yıllığına böylesi bir seçim ortamına tanık olmamamız gayet olası. İktidar; Cumhur İttifakı, seçimlere gitmek istemezse, 2028’e kadar Türkiye’nin önünde herhangi bir sandık olmayacak.

Bu da demektir ki, Türkiye demokrasisinin sınırlarıyla başbaşa kalacağız. Ve yüksek ihtimalle, bu sınırlar da bugünkü alanında bile kalmayıp daha da daraltılacak.

Muhalefetin geneli, yerel seçimler sonrasını iyi okuyamayarak çok bölündü. Kendi adaylarını çıkarmakta ısrarcı olanların, en azından “muhalefete muhalefet etmeyip”, ortak bir takım oyununda birleşebilmeleri gerekirdi. Bunun yapılamamasının faturası, 31 Mart gecesi, muhalefetin ortak bir oyun oluşturamadıkları için ucu ucuna kaybettiği il ve ilçelerin çokluğuyla çıkacak. Geri kalan dört-beş yıl boyunca da, hem yerelde hem de merkezde kötü yönetimlerin bedelini ödemekten iflahı kesilecek seçmenler, bugünün “muhalefete muhaliflerini” silip geçecek.

Bu seçimlerin şimdiden “acı kaybı”

31 Mart’a giden dönemdeki “sürprizlerden” biri, “derin dondurucudaki” Kürt Meselesi’nin yeniden gündeme gelmesiydi. Türkiye siyasetinin içinde ve dışında, olası bir Çözüm Süreci’ni destekleyen hiçbir somut ipucu olmamasına rağmen, seçimlere gün sayarken bu konuyu çok konuşur olduk.

ABD’nin Irak’taki ve ardından yüksek ihtimalle Suriye’deki 3500 kadar askerini geri çekmek için ilk yoklama turlarına girişince, bölge hareketlendi. Özellikle, Ankara’nın Irak ve Suriye sınırını da, fırsattan istifade “yeniden dizayn” hedefiyle, Bağdat ve Washington hattında görüşmelere girişmesiyle bu gündem daha da yoğunlaştı.

Ankara’nın hedefinde, sadece sınırlarını askeri bakımdan kendine göre “güvenlikli” ve hegemonyasını net biçimde kendi belirlediği şekilde yeniden tasarlamak yok. Aynı zamanda, “Kuru Kanal” olarak adlandırılan ticaret koridorunun da oluşturulması var: Irak'ın çok önem verdiği “mega proje”nin bir ayağı, Basra’daki Faw Limanı'nın yeniden inşasını Güney........

© HalkTV


Get it on Google Play