Sosyal bilimlerde gücün yaygın olarak iki kullanım şekli vardır. Bunlar, kişinin bir şeye muktedir olması anlamına gelen ve arzulanan sonucu gerçekleştirebilme kapasitesine dayanan power to (-e muktedir olma) ile bir kişinin diğeri üzerindeki gücünü ifade eden power over (…nın üzerinde güç sahibi olma) şeklinde açıklanabilir. Birincisi özgücü yansıtırken, diğeri ise öğretmenin öğrencileri ya da ebeveynin çocukları üzerindeki gücü gibi hiyerarşik bir ilişkiyi ifade eder. Bu iki kavramı uzlaştırarak aşmaya dönük bir girişimi ise Power: A Radical View başlıklı eseriyle Steven Lukes ortaya koymuştur. Lukes, gücün aslında bir kişinin başka bir kişiye olağan şartlar altında yapmayacağı bir şeyi yaptırması olduğunu söyler.

Peki bu nasıl mümkün olur? Literatürün buna verdiği yanıt iki temel güç yorumunu doğurur:

1- Güç, karar alma süreçlerini etkileyebilme kapasitesidir.
2- Güç, siyasi gündemi dizayn ederek, karar almayı engelleme becerisidir.

Elbette gücün ilk boyutu alınan ya da alınacak kararların içeriğini belirleme becerisidir. Bu, iktidarda olmanın yarattığı ve değiştirilmesi büyük ölçüde iktidar değişimine bağlı olan faktördür.

Ancak iktidar ya da muktedir olmak, başka bir ifadeyle gücü elinde bulundurmak yalnızca gücü kullanarak ortaya çıkmaz. Bazı durumlarda da var olan gücü kullanmama tercihini getirir. Başka bir ifadeyle belirli uzlaşmazlıkların ya da belirli konuların gücü elinde bulunduranın çıkarlarını sarsacak biçimde gündeme gelmesini engellemek de ikinci bir güç kullanma yöntemidir.

Bu yöntemle hem bazı meseleler siyasetin gündemine alınırken bazıları dışında bırakılır hem de gündeme alınan meselelerde toplumsal bir oydaşma dayatılarak tek seslilik inşa edilir. Bu yolla, belli grupların çıkarlarını temsil etme iddiasındaki siyasi partilerin bazı konularda hemfikir hale getirilmesiyle siyaset siyasetsizleştirilmiş olur. Nitekim Türkiye’de iktidarın tam da bu noktada muhalefeti özellikle LGBTİ konusuyla ahlak, HDP meselesiyle ise milliyetçilik üzerinden kendi milliyetçi muhafazakâr anlayışıyla nasıl terbiye ettiğine hepimiz şahit oluyoruz.

Böyle olduğu andan itibaren ise Türk siyasetinin mevcut yapısında siyaset de demokrasi de artık birer soru olmuyor. Siyaset de demokrasi de birkaç sorudan ibaret hale geliyor: Yerli ve milli misin, değil misin? LGBTİ’ci misin, değil misin? PKK’lı mısın, değil misin? Siyasetin ahlakçı ve güvenlikçi bir perspektiften iktidar tarafından kolonize edildiği bir düzenden çıkışın yolu elbette buna teslim olmayacak alternatif yöntemler bulmaktır.

İYİP’in “hür ve müstakil” olma iddiasıyla ortaya koyduğu yaklaşımda ise böyle bir içerik bulmak henüz pek de mümkün değil. İYİP, iktidarın bir yandan kendi seçmenini sabitlerken, diğer yandan da Türkiye’deki muhalif seçmeni alternatif sağ olarak isimlendirilen hareketlere yönlendirebilme kapasitesini doğuran HDP karşıtlığına yaslanarak iktidarın “sahip olunan gücü kullanmama” konforuna dayanan ikinci tür güç kullanımına alan açıyor.

Oysa bizzat Akşener’in kendisi, Öcalan ve Demirtaş, PKK ve HDP arasında bir ayrıma gitmiş ve ikincisinin meşru bir aktör olduğunu vurgulamış ve ezber bozmuştu. Bunu da tam olarak benim argümanımla yapmış ve iktidarın bu meseleyle bir “mıntıka temizliği”ne soyunduğunu şöyle ifade etmişti: “Bizi; bu memleketin eşit ve şerefli vatandaşları olan Kürtleri temsile yetkili yegane kişinin Abdullah Öcalan olduğunu söyleyenlerle de, Apo’nun emriyle mıntıka temizliği yapanlarla da sakın karıştırmayın.”

Ancak bugün gelinen noktada İYİP, ZP’deki yükselişin de etkisiyle, bu konuda iktidarın söylemiyle benzeşiyor ve CHP’yle ayrılığın sebebini de HDP üzerinden açıklamanın konforuna sığınıyor. Fakat bu durum, “hür ve müstakil” olup “merkeze” açılma iddiası olan İYİP açısından da bütün bir muhalefet açısından da çeşitli risklere gebe. Çünkü, iktidarın muhalefeti terbiye etme sahası olan bu konuda eli iyice güçlendikçe zaten halihazırda %25’ten %12,5’a gerilemiş olan ılımlı ve merkez seçmen tamamen ortadan kalkabilir. Bu da İYİP’in açılma iddiasında olduğu merkez sağın ihtiyaç duyduğu rasyonel seçmenlerin değil, ZP’nin ihtiyaç duyduğu alternatif sağ seçmenlerin sayısını arttırır. Yani, İYİP’in iktidara açtığı bu sahip olunan gücü kullanmama alanı, seçmenlere normalde yapmayacağı bir şeyi yaptırıp onları alternatif sağa yönlendirebilir.

Böylesi bir durumda İYİP, hem milliyetçi seçmenini ZP’ye kaptırmak gibi bir riskle karşılaşırken hem de büyükşehirlerdeki seküler kaygıları yüksek seçmenlerini “iktidarın işine yarayan adımlar attığı” düşüncesiyle CHP’ye ve Memleket Partisi’ne kaptırabilir. Yine İYİP, aramakta olduğu merkez sağ seçmenin kalan tortularını da kendi elleriyle yok edebilir. Bununla beraber HDP konusunda tek sesliliğin tesis edildiği ve alternatif sağın yükseldiği böylesi bir konjonktür CHP’yi de iyice marjinalize ederek demokratik muhalefetin büyük yara almasına sebep olabilir.

Her ne olursa olsun bu yazı, İYİP’in alternatif arayışlar içinde olmasını yadırgamak amacında değildir. Daha açık bir ifadeyle bu arayışa esastan değil, usulden bir itirazdır. Nitekim Türkiye’de merkez sağın ne olduğuna dair yazdığım bir başka yazıyla bu sürece yapıcı bir eleştiri de sunmuştum. Ancak İYİP, “hür ve müstakil” bir siyaset arayışındaysa HDP ve CHP’yi karşısına alarak yaptığı “neye karşı olduğunu anlatma” siyasetinden vazgeçip, neye ulaşmak istediğini anlatma siyasetine başlamalıdır.

Aksi takdirde tartışılmaz bir lider iradesi, neyi savunduğundan ziyade neyin karşısında konumlandığını tekrarlayan bir söylem ve sürekli üzerinde oyunlar oynandığını söyleyen özcü bir mağduriyet hikayesiyle yukarıda sıraladığım risklere ek olarak varılacak yer, başta CHP’yle ittifaktan yana irade kullanan herkesin peyderpey tasfiye edilmesi ve lider-teşkilat-doktrin noktası olacaktır. Bu alanda ise zaten bir aktör enflasyonu vardır.

QOSHE - Sosyal Bilimlerde Güç Yaklaşımı ve İYİ Parti - Onur Alp Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sosyal Bilimlerde Güç Yaklaşımı ve İYİ Parti

20 1
17.12.2023

Sosyal bilimlerde gücün yaygın olarak iki kullanım şekli vardır. Bunlar, kişinin bir şeye muktedir olması anlamına gelen ve arzulanan sonucu gerçekleştirebilme kapasitesine dayanan power to (-e muktedir olma) ile bir kişinin diğeri üzerindeki gücünü ifade eden power over (…nın üzerinde güç sahibi olma) şeklinde açıklanabilir. Birincisi özgücü yansıtırken, diğeri ise öğretmenin öğrencileri ya da ebeveynin çocukları üzerindeki gücü gibi hiyerarşik bir ilişkiyi ifade eder. Bu iki kavramı uzlaştırarak aşmaya dönük bir girişimi ise Power: A Radical View başlıklı eseriyle Steven Lukes ortaya koymuştur. Lukes, gücün aslında bir kişinin başka bir kişiye olağan şartlar altında yapmayacağı bir şeyi yaptırması olduğunu söyler.

Peki bu nasıl mümkün olur? Literatürün buna verdiği yanıt iki temel güç yorumunu doğurur:

1- Güç, karar alma süreçlerini etkileyebilme kapasitesidir.
2- Güç, siyasi gündemi dizayn ederek, karar almayı engelleme becerisidir.

Elbette gücün ilk boyutu alınan ya da alınacak kararların içeriğini belirleme becerisidir. Bu, iktidarda olmanın yarattığı ve değiştirilmesi büyük ölçüde iktidar değişimine bağlı olan faktördür.

Ancak iktidar ya da muktedir olmak, başka bir ifadeyle gücü elinde bulundurmak yalnızca gücü kullanarak ortaya çıkmaz. Bazı durumlarda da var olan gücü kullanmama tercihini getirir. Başka bir ifadeyle belirli uzlaşmazlıkların ya da belirli konuların gücü elinde bulunduranın çıkarlarını sarsacak biçimde gündeme gelmesini engellemek de ikinci bir güç kullanma yöntemidir.

Bu yöntemle hem bazı meseleler siyasetin gündemine alınırken bazıları dışında bırakılır hem de gündeme alınan meselelerde toplumsal bir oydaşma dayatılarak tek seslilik inşa edilir. Bu yolla, belli grupların çıkarlarını temsil etme iddiasındaki siyasi partilerin bazı konularda hemfikir hale getirilmesiyle siyaset siyasetsizleştirilmiş olur. Nitekim Türkiye’de iktidarın tam da bu noktada muhalefeti özellikle LGBTİ konusuyla........

© HalkTV


Get it on Google Play