Atatürk’ün en çarpıcı özelliklerini sayacak olsam, birine de olgunluk ya da yetişkinlik derim herhalde. Yani bir kâmil insan olmak açısından söylüyorum bunu… Öyle ki, 30 Ağustos 1922’de kendinizi onun yerine koyun… Dünyanın sömürgeci devletlerinin 1815 Viyana Kongresi’nde ortaya koydukları emperyalist paylaşım planını yırtıp atmışsınız… Böylece yalnızca Türk ulusunun değil, ezilen ve müstemlekeştirilen tüm ulusların umudu ve kahramanı olmuşsunuz… Gücün de itibarın da zirvesindesiniz yani…

Ancak böyle bir durumda dahi soğukkanlılıktan kopmamış, imkânlarını ve sınırlarını iyi şekilde tahlil etmiş, atalet ve irrasyonel acullük arasında bir yerde konumlanmayı reddedip, yani bir yetişkin gibi davranıp elindeki imkan ölçüsünde üstüne düşeni yapmıştı.

Öyle ki etrafındakilerin “Selanik’e yürüme” kampanyasına rağmen, Selanik'e bile içi yana yana sırtını dönmüştü Atatürk. Ulusunu bir maceraya atmamıştı. Neden en sevdiği türkü Selanik Türküsü'ydü mesela? "Kavuşmak mahşere kaldı" diyor o türküde çünkü. Yani ulusuna bir gelecek bırakma hayalini, kendi hayallerinin önüne koymuştu. Kendi hayalleri pekala Türkülerde de yaşayabilirdi artık, ancak asıl olan ulusun ortak iyisi ve kaderiydi… Başka bir ifadeyle, ne ulusunun onurunun ezilmesine izin vermiş ne de savaş durumunun bir Türk-Yunan kan davasına dönüşeceği kalıcı bir hâl almasına izin vermişti… Yani, ergenlik yapmaktansa rasyonel davranmayı; fantezi dünyasındaki düşmanlarla kavga etmektense, tarihten beri süregelen düşmanlıkları bitirmeyi; kendi çıkarının peşinden kitleleri sürüklemekse, kitlelere gerçek çıkarlarının peşinden gitmeyi ve bunun için önce egemenliğini eline almış bir ulus olmaları gerektiğini ifade etmeyi yeğleyen bir kurucu iradeydi Atatürk’ün yaptığı.

Şimdi tüm bunları bir bir kenara koyup, tam karşısına da bugünkü iktidarı koyalım… İç politikada sahte kutuplaşmalarla toplumsal fay hatlarını derinleştirip rasyonel olanı yapay olana boğduran, dış politikada sürekli olarak düşmanlıklar kurgulayıp dış tehdit algısını güçlendiren, bugünün ve yarının Türkiye’sini konuşmak yerine ülkenin enerjisini arkaik tartışmalarla tüketen mevcut iktidarı… İşte bu benim “örgütlü ergenlik” hali dediğim hal. Ya da patolojik normallik de denebilir…

Öyle bir hal ki bu, kimsenin asgari yetişkin davranışı gereği üstüne düşeni yapmadığı, ergen gibi sürekli tepinip vasisinden daha fazlasını istediği ve bunu yaparken de toplumun bir bölümüne gücün onun vasisinin elinde bulunmasıyla hava atan tam bir örgütlü ergenlik hali…

Üstelik bu hal arada tesadüfen de olsa rasyonelliğe hiç ama hiç uğramıyor. Tıpkı dünkü hilafet isteme çılgınlığında gördüğümüz gibi… Hilafet demek, diğer Müslüman toplumların sizin vesayetinizi kabul etmesi demektir. 250 bin dolara vatandaşlığınızı alabilen petrol zengini Müslüman toplumlar, neden böyle bir vesayet altına girip ülkelerinin egemenlik haklarını size çiğnetsinler örneğin? İşte bu sorunun cevabına uğramaz bu örgütlü ergenlik.

Nasılsa kendileri “reis”i halife olacak kadar seviyorlarsa bütün Müslümanlar da öyle seviyordur değil mi? Çünkü hayat, onların beğenme duygularının ve değer yargılarının etrafında dönüyordur öyle değil mi? Başka toplumların tarihsel birikimlerinin, ulus olma bilinçlerinin varlığı da mevzubahis değildir bu anlatıda… Neticede 400 yıl beraber yaşamışızdır ve yeniden o birlikteliği sağlayacak lider gelmiştir, öyle değil mi? Çoktan ulusal bilinci oturmuş diğer Müslüman toplumların senin altın çağ olarak baktığın 400 yıla sonraki sömürge yıllarından çok da farklı bakmadığının da bir önemi yoktur elbette…

Ya da daha Suriyelilerle yaşamayı kabullenmemiş, vatandaşlık satılmasını içine sindirememiş Türk halkını, tüm Müslümanlarla eşit kılacak böyle bir projenin pratikteki karşılığının ne olduğu sorusuna da yer yoktur… Çünkü ergenlik, soru sormanın değil, yalnızca istemenin devridir. Ergenlik, soru sorup özneleşmenin değil, başkasından isteyip almanın, verilmediğinde ise öfkelenmenin devridir. Memleketin hemen hemen tüm sorunlarının altında yatan sebep de işte bu örgütlü ergenlik halidir.

QOSHE - Halifelik Sevdası ve Örgütlü Ergenlik - Onur Alp Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Halifelik Sevdası ve Örgütlü Ergenlik

12 15
02.01.2024

Atatürk’ün en çarpıcı özelliklerini sayacak olsam, birine de olgunluk ya da yetişkinlik derim herhalde. Yani bir kâmil insan olmak açısından söylüyorum bunu… Öyle ki, 30 Ağustos 1922’de kendinizi onun yerine koyun… Dünyanın sömürgeci devletlerinin 1815 Viyana Kongresi’nde ortaya koydukları emperyalist paylaşım planını yırtıp atmışsınız… Böylece yalnızca Türk ulusunun değil, ezilen ve müstemlekeştirilen tüm ulusların umudu ve kahramanı olmuşsunuz… Gücün de itibarın da zirvesindesiniz yani…

Ancak böyle bir durumda dahi soğukkanlılıktan kopmamış, imkânlarını ve sınırlarını iyi şekilde tahlil etmiş, atalet ve irrasyonel acullük arasında bir yerde konumlanmayı reddedip, yani bir yetişkin gibi davranıp elindeki imkan ölçüsünde üstüne düşeni yapmıştı.

Öyle ki etrafındakilerin “Selanik’e yürüme” kampanyasına rağmen, Selanik'e bile içi yana yana sırtını dönmüştü Atatürk. Ulusunu bir maceraya atmamıştı. Neden en sevdiği türkü Selanik Türküsü'ydü mesela? "Kavuşmak mahşere kaldı" diyor o türküde çünkü. Yani ulusuna bir gelecek bırakma hayalini, kendi hayallerinin önüne koymuştu. Kendi hayalleri pekala Türkülerde de yaşayabilirdi artık, ancak asıl olan ulusun ortak iyisi ve kaderiydi… Başka bir ifadeyle, ne ulusunun onurunun ezilmesine izin vermiş ne de savaş durumunun bir Türk-Yunan kan davasına dönüşeceği kalıcı bir hâl almasına izin........

© HalkTV


Get it on Google Play