Ahmet Türk’ün "Kemal Kılıçdaroğlu'nun Kürt sorununu çözeceğine inancımız yoktu. Bugün de yok. CHP bu kadar muazzam bir sorunu çözecek kabiliyette değil. Bugün bir lider yok orada. Çözmek isterse Erdoğan çözer, çünkü o lider." açıklamalarıyla başlayan garip bir tartışma var…

Bu tartışma bir yanıyla sanki CHP daha önce hiç söylenmemişi söylememişçesine bir hava içindeki bir haksızlığa dayanıyor. Diğer yanıyla ise bu açıklama yine çözüm sürecinde yapılan bir hataya dayanıyor… Yani süreci kurumsallaştırmak yerine biri gayri meşru biri meşru iki kişinin, Öcalan ve Erdoğan’ın arasında ilerleyen bir sürece indirgemeye…

Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olmasından 13 ay sonra gerçekleşen kendi liderliğindeki ilk genel seçim olan 2011 seçimlerinde CHP’nin yayımladığı “41 Söz” kitapçığının bazı başlıkları Kürt sorunuyla ilgili olmuştu. Bu kitapçığın 6. ve 7. maddeleri CHP’nin Türkiye’yi çoğulcu demokrasiye taşıyacağını ifade ederken, barajın en fazla %5 olacağı belirtilmişti. Dolayısıyla bu madde doğrultusunda bu dönem seçimlere hâlâ bağımsız adaylarla katılan meşru Kürt hareketi, bu dönüşüm sonrasında kurumsal kimliğiyle seçimlere katılabilecekti.

Yine bunun yanında CHP, bir Hakikat Komisyonu kurulacağını ve bu komisyonun bölgedeki faili meçhul cinayetler ile devletin içindeki çeteleşmeleri ortaya çıkaracağını ifade etmişti. Yine raporun 14 ve 17. başlıkları, bölgesel bir kalkınma planıyla birlikte bölgenin iktisadi ve sınai geri kalmışlığının aşılacağını belirtmişti. 2011 Mayıs’ında yayımlanan “Demokrasi, Eşit Yurttaşlık ve Özgür Toplum” raporunda ise CHP, Kürt sorununun ne reddiyeci bir tutum ne de etnik merkezli bir anlayışla çözülemeyeceğini ifade etmişti. CHP’ye göre bu sorun, çözüm için bir üçüncü yola, demokratik yola ihtiyaç duymaktaydı. Bu yolun olmazsa olmazları, daha adil bir iktisadi paylaşım, bölgeler arası adalet, herhangi bir kültürü normatif saymayan özgürlükçü bir kültürel yaklaşım ve özgür bir siyasi tartışma ortamıydı.

2015’e gelindiğinde CHP, “22 Soru 22 Cevap” başlıklı seçim bildirgesinde AK Parti’nin mimarı olduğu çözüm sürecini şehitler gelmemesi ve silahlı çatışmayı sonlandırması bakımından önemli bulmakla beraber, sürdürülebilir olmadığının altını çizmişti. CHP, bu sürecin meşru organda, parlamentoda kurumsallaştırılmaması dolayısıyla AK Parti’nin amacının Kürt sorununu çözmek değil, iktidarda kalabilmek için barış umutlarını sömürmek olduğunu ifade etmişti.

Nitekim HDP’nin parti olarak seçime girip barajı aşması ve AK Parti iktidarı için bir ontolojik tehdit oluşturmasıyla beraber daha gün geceden sabaha dönmeden sürecin anında bitirilmesi, CHP’yi bu çıkarımında haklı kılmıştır. CHP’nin bu çıkarımı yapmasının nedeni, sürecin hem diğer aktörlerin katılımını engelleyen hem de kurumsallaştırılmadan İmralı-Beştepe arasına sıkıştırılan yapısı olmuştur. Yani Ahmet Türk’ün kutsadığı, yukarıda aktarılan liderliğe dayalı, kurumsallaştırılmamış bir çözüm perspektifinin gerçekçi ve iyi niyetli olmadığı vurgulanmış, yakın tarihimiz de CHP’nin bu itirazını haklı çıkarmıştır.

TOPLUMSAL MÜTABAKAT KOMİSYONU, ORTAK AKIL HEYETİ…

Peki CHP, hem Kılıçdaroğlu döneminde hem de bugün buna karşı neyi öneriyor?

CHP’ye göre gerçek bir çözüm süreci dört ayak üzerine yükselmeli. Bunlardan ilki, gelişmiş bir demokrasiye dayanan eşit yurttaşlık. İkincisi, parlamentoda temsil edilen tüm siyasi partilerin katılacağı bir Toplumsal Mutabakat Komisyonu’yken üçüncüsü de parlamentoda temsil edilmeyen grupları, siyasi partileri, STK’ları, sendikaları ve işveren örgütlerini içeren Ortak Akıl Heyeti...

Parlamentoya bağlı olarak faaliyet yürüten üçüncü önerideki komitenin bir diğer görevinin de PKK’nın silah bırakma sürecini takip etmek olacağı ifade eder. CHP, bu modelini iktidarın Akiller Heyeti’nden ayrıştırır ve o modelin AK Parti’nin modelini anlatan insanlardan oluştuğunu söylerken, CHP’nin modelinin toplumsal istekleri parlamentoya anlatan bir heyet kurmaya odaklandığı belirtir.

CHP’nin son önerisi bir Gerçekleri Araştırma Komisyonu kurulması olurken bu komisyonun amacı da bir yandan dünyadaki çözüm süreçlerinin argümanlarını incelemek diğer yandan da Kürtlerin yabancılaşmasına neden olan tarihsel-toplumsal dinamiklerle yüzleşmek olarak tarif edilir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun parlamentoyu çözüm yeri olarak göstermesi salt bir kurumsal fetiş değil, kapsamlı bir diyalog zemini arayışına dayanır.

Dolayısıyla Kürt hareketi, ya bir gayri meşru aktör olan “İmralı’nın muhatap alınması”nı ve bunun Beştepe’den yapılmasını savunacak ya da gerçek bir çözüm süreci için toplumun tüm kesimlerinin parlamento aracılığıyla sürece katılacağı meşru bir zemini tercih edecek. Kan davasına dönmüş bir süreci de temsil eden bu sorunun tüm toplum kesimlerinin mi yoksa İmralı’nın mı önceliği olacağıyla ilgili tercihin ikincisinden yana durmak DEM Parti’nin Türkiyelileşmeyi tamamen bir kenara bırakıp,

Erdoğan’ın sultanistik rejiminde yeni bir role talip olduğu anlamına gelecek.
CHP’nin tarihsel olarak kalkınma ve demokratikleşme gibi meselelerin bu sorunun çözümündeki önemine yaptığı vurgunun geçerliliği, demokrasi sınırlarının hiç olmadığı kadar daraltıldığı son 5-6 yıllık süreçte anlaşıldı. Liyakatin de parçası olduğu eşit yurttaşlıktan refahın adil dağıtımına ve demokratikleşmeye kadar varan sınırlar bu sorunun çözümünün önkoşulları.

Geri kalanın tayin yeri de ne İmralı ne Beştepe ne de masabaşları. Sorunun muhatabı Türkler ve Kürtler, dolayısıyla bizler ve bizlerin siyasi arenadaki meşru muhatapları olmalı. Diğer tüm kaygıları bir kenara dahi bıraksak yaşanan ilk örnekte gördüğümüz gibi bu süreç, kurumlar yerine kişilere indirgendiğinde kapsayıcı olmaktan çok dışlayıcı, çözüm odaklı olmaktan çok kişisel ihtiras odaklı bir hâl alıyor. Nitekim CHP, sorunun yöntemine itiraz etse de Kılıçdaroğlu yine de 2012’de “iktidara açık çek veriyoruz” demişti. Erdoğan’ın buna “Sen bana açık çek verecek adam değilsin” diye karşılık vermesine rağmen birtakım “münevverlerimiz”in güleç bir tavırla bu süreci Erdoğan lehine alkışlamaları, kişilere indirgenmiş süreçlerin rasyonelliğin bile yitimine sebep olacak kadar kişilere bel bağlanmasına sebep olduğunu göstermiştir. Ayrıca yine gizli kapaklı yürütülen bu süreçler, iki tarafın da birbirini sürekli olarak Oslo tutanaklarını açıklamakla tehdit etmeleri örneğinde görüldüğü gibi kirli ilişkilere girilmesine sebep olarak ortaya çıkış amacından sapmasına sebep olabiliyor.

Dolayısıyla gerçek bir çözüm aranıyorsa süreç kişilerarasına indirgenmemeli ve kurumsallaşmalı. Biri meşru biri gayri meşru iki liderden birinin Türklerin, diğerinin Kürtlerin yerine konuştuğu önkabulünden vazgeçerek demokraside yurttaşların kendilerini yönetecek kurallara karar vermesi için seçilmiş temsilcilerini gönderdikleri yasama organı olan TBMM bu sürecin başat aktörü olmalı. Hem Türklerin hem de Kürtlerin hassasiyetleri gözetilmeli… Unutmamak gerekir ki bir sorunu çözmek bir tarafın karşılıksız fedakarlığıyla mümkün değildir… Bir sorunu çözmek, uzlaşmayla mümkündür… Uzlaşma da tarafların birbirlerinin hassasiyetlerini gözetip bir orta nokta bulmalarıyla…

Yani yapılması gereken bu demokratik alanın milli güvenlik siyasetine yeniden boğdurulmasına izin vermeyecek şekilde PKK’nın ve İmralı’nın kriminalliğini vurgularken, DEM’in de o ölçüde meşru olduğunu vurgulamak olmalı. Bu iradeyi tüm siyaset kurumu gösterebilmeli. En başta da DEM…

QOSHE - Ahmet Türk’ün Çıkışı, HDP’nin Türkiyelileşme İddiasının Bugünü ve CHP - Onur Alp Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ahmet Türk’ün Çıkışı, HDP’nin Türkiyelileşme İddiasının Bugünü ve CHP

22 1
10.02.2024

Ahmet Türk’ün "Kemal Kılıçdaroğlu'nun Kürt sorununu çözeceğine inancımız yoktu. Bugün de yok. CHP bu kadar muazzam bir sorunu çözecek kabiliyette değil. Bugün bir lider yok orada. Çözmek isterse Erdoğan çözer, çünkü o lider." açıklamalarıyla başlayan garip bir tartışma var…

Bu tartışma bir yanıyla sanki CHP daha önce hiç söylenmemişi söylememişçesine bir hava içindeki bir haksızlığa dayanıyor. Diğer yanıyla ise bu açıklama yine çözüm sürecinde yapılan bir hataya dayanıyor… Yani süreci kurumsallaştırmak yerine biri gayri meşru biri meşru iki kişinin, Öcalan ve Erdoğan’ın arasında ilerleyen bir sürece indirgemeye…

Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olmasından 13 ay sonra gerçekleşen kendi liderliğindeki ilk genel seçim olan 2011 seçimlerinde CHP’nin yayımladığı “41 Söz” kitapçığının bazı başlıkları Kürt sorunuyla ilgili olmuştu. Bu kitapçığın 6. ve 7. maddeleri CHP’nin Türkiye’yi çoğulcu demokrasiye taşıyacağını ifade ederken, barajın en fazla %5 olacağı belirtilmişti. Dolayısıyla bu madde doğrultusunda bu dönem seçimlere hâlâ bağımsız adaylarla katılan meşru Kürt hareketi, bu dönüşüm sonrasında kurumsal kimliğiyle seçimlere katılabilecekti.

Yine bunun yanında CHP, bir Hakikat Komisyonu kurulacağını ve bu komisyonun bölgedeki faili meçhul cinayetler ile devletin içindeki çeteleşmeleri ortaya çıkaracağını ifade etmişti. Yine raporun 14 ve 17. başlıkları, bölgesel bir kalkınma planıyla birlikte bölgenin iktisadi ve sınai geri kalmışlığının aşılacağını belirtmişti. 2011 Mayıs’ında yayımlanan “Demokrasi, Eşit Yurttaşlık ve Özgür Toplum” raporunda ise CHP, Kürt sorununun ne reddiyeci bir tutum ne de etnik merkezli bir anlayışla çözülemeyeceğini ifade etmişti. CHP’ye göre bu sorun, çözüm için bir üçüncü yola, demokratik yola ihtiyaç duymaktaydı. Bu yolun olmazsa olmazları, daha adil bir iktisadi paylaşım, bölgeler arası adalet, herhangi bir kültürü normatif saymayan özgürlükçü bir kültürel yaklaşım ve özgür bir siyasi tartışma ortamıydı.

2015’e gelindiğinde CHP, “22 Soru 22 Cevap” başlıklı seçim bildirgesinde AK Parti’nin mimarı olduğu çözüm sürecini şehitler gelmemesi ve silahlı çatışmayı sonlandırması bakımından önemli bulmakla beraber, sürdürülebilir olmadığının altını çizmişti. CHP, bu sürecin meşru organda, parlamentoda kurumsallaştırılmaması dolayısıyla AK Parti’nin amacının Kürt sorununu çözmek değil, iktidarda kalabilmek için barış umutlarını sömürmek olduğunu ifade etmişti.

Nitekim........

© HalkTV


Get it on Google Play