2024 yerel seçimlerinin İstanbul merkezli olarak genel seçim havasına büründüğünü, sebeplerini ve dinamiklerini bir önceki yazıda ele aldım. Bugün, özellikle İstanbul büyükşehir sonuçlarının, 1 Nisan sonrası Türkiye siyasetine etkileri üzerine tartışmak istiyorum. Bu başlık farklı nedenlere bağlı olarak henüz ayrıntılı bir tartışmanın konusu haline gelmedi. En azından bir başlangıç yapmış olmak istiyorum.

Bu tartışmanın kapsamı ve derinliği, elbette sadece yerel seçim sonuçlarıyla şekillenmeyecek. Zaten bugün dikkat çekmek istediğim ana konu da bu. Türkiye’nin gerçek gündemi, özellikle yakın coğrafyasındaki çatışmaların beslediği sorunlar ve muhtemelen hızlanacak radikal değişimler; İstanbul seçimlerinin sonucunda siyasi merkezde ortaya çıkması muhtemel yeni oluşumlara sıkıştırılacak kadar basit değil.

Ekrem İmamoğlu, 2019 seçimleri itibarıyla Türkiye siyasetinde muhalefetin en azından bir bölümünde, gelecek için lider adayı olarak anılıyor. Kendisi de bu yönde yeterince istekli. Şu anda yerel seçim zemininde kurmaya çalıştığı ittifaklar da bu arayışın ürünü. Kendi partisi içinde siyasi yarılmalara neden olmasına rağmen DEM konusundaki ısrarı, sadece bu partinin oylarından ibaret bir yaklaşım değil. Bu siyasi kurgunun sermayeden uluslararası ilgi ve desteğe kadar pek çok ortağı var.

14-28 Mayıs seçimleri, hemen tüm şartlar muhalefetin lehinde görünmesine rağmen, Cumhur İttifakı'nın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın net galibiyetiyle sonuçlandı. Muhalefetin topluma kendi hikayesini anlatmak yerine “Erdoğan gitsin”le sınırlı söylemi karşılık bulmadı. Bizzat kendi kamuoyunun ağır baskısıyla muhalefet bloğu içindeki tartışma ve ayrışmalar da toplumun gündeminden kaçırılmak istendi. Toplum görmesi gerekeni gördü ve tercihini yaptı.

Bugün İstanbul seçimlerini geleceğin seçimi olarak görmek isteyenler, İmamoğlu’nu “yeni lider” ya da umut olarak sunma çabasında. Tuhaf bir tekrarla “hele bir kazansın, sonrasına bakarız” yaklaşımıyla tartışanlar var üstelik. Bu, “Erdoğan gitsin” tezinin bir başka ifadesi aslında.

ÖNCE İSTANBUL, SONRA?

Elbette ana strateji, İBB seçimlerinin kazanılması üzerine kurulu. Eğer İmamoğlu, 2028’de cumhurbaşkanlığına yürüyecekse, siyasi kurgusunun bugünkü CHP’den çok farklı olması, başka bir ifadeyle CHP’yi dönüştürüp siyasi merkezde yeni bir kimlik kazandırma yönünde olması beklenebilir. Buna dair açık bir tartışma görmüyoruz. Çünkü CHP’nin böyle bir değişime ya da dayatmaya direnme kapasitesi beklenenden çok daha yüksek olabilir. Nitekim Afyon’da ortaya çıkan tepkiyi arkasında birileri var gibi görmek yerine, CHP’nin kodlarından gelen bir refleks olarak değerlendirmeyi tercih etmemelerinin nedeni de bu. İmamoğlu cephesi bu çıkışı, dar bir alana hapsetmeyi, böylece parti içindeki manevra alanlarını daraltmamayı hedefliyor. “Mevcut CHP ile olmaz, ama CHP’nin zeminine de ihtiyacımız var” diye özetlenebilecek bir tablo bu.

Öteki ihtimal, yani seçimlerin kaybedilmesi. O zaman 2028 yürüyüşünden vazgeçilecek mi? Hiç sanmıyorum. İşi çok daha zor olacak. CHP içindeki operasyonel alanları elinden çıkacak. Buna rağmen devam eder mi sorusunun cevabı, yukarıda değinmeye çalıştığım ittifakın kendisinin arkasında ne kadar duracağına bağlı.

YENİ LİDERLİĞİN SINIRLARI

1 Nisan sonrasındaki siyasi takvime bakınca 4 yıl 2 ay kadar seçim yok. Böyle bir tabloda parlamentoda çoğunluğa sahip bir iktidar karşısında, üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi güçlü bir liderle yola devam ederken alternatif oluşturmak ve üstelik bunu muhalefetin ana aktörü haline getirmek ne kadar mümkün.

Sonuçta yukarıda anlattığım siyasi plan ya da senaryo, tümüyle işlese bile gözden kaçırılan bir başka nokta var. Burada siyasi merkezin bir kanadını yeniden kurmak ya da dizayn etmek; bugün Cumhur ittifakının bulunduğu alana karşı mutlak bir üstünlük sağlamak anlamına geliyor mu?

Bu soruya 2023 seçim yenilgisini örtmek için hala gündemde tutulan “Kılıçdaroğlu yerine İmamoğlu ya da Yavaş aday olsaydı kazanıyorduk” cevabını verenler var malumunuz. Aksini hep savundum, Cumhurbaşkanı her durumda seçimi kazanacaktı.

2024 seçim sonuçlarının, 2028’e giden yolu etkileyeceği elbette çok açık. Ancak bu sonuçların mevcut dengeleri tamamen alt-üst edeceğini, ortaya çıkacak muhtemel/muhayyel liderlerin Türkiye’yi yöneteceğini öngörmek, temelleri hayli zayıf bir iddia.

Türkiye’nin etrafındaki sorunları yönetme kapasitesi (Rusya-Ukrayna örneğin), bunlara dair erken hamleleri ve aldığı sonuçlar, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde oluşturmaya başladığı dengeler; nihayet ABD ile ilişkilerde yeni tanımlar ve yaklaşımlarla başlayan süreçler çok daha farklı bir döneme işaret ediyor. İstanbul üzerinden başlatılmak istenen hikayenin, bu tabloyu kuşatması ya da yönetmesi gerçeğin hayli uzağına düşüyor.

QOSHE - Türkiye'yi yönetmek - Nasuhi Güngör
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türkiye'yi yönetmek

39 0
12.03.2024

2024 yerel seçimlerinin İstanbul merkezli olarak genel seçim havasına büründüğünü, sebeplerini ve dinamiklerini bir önceki yazıda ele aldım. Bugün, özellikle İstanbul büyükşehir sonuçlarının, 1 Nisan sonrası Türkiye siyasetine etkileri üzerine tartışmak istiyorum. Bu başlık farklı nedenlere bağlı olarak henüz ayrıntılı bir tartışmanın konusu haline gelmedi. En azından bir başlangıç yapmış olmak istiyorum.

Bu tartışmanın kapsamı ve derinliği, elbette sadece yerel seçim sonuçlarıyla şekillenmeyecek. Zaten bugün dikkat çekmek istediğim ana konu da bu. Türkiye’nin gerçek gündemi, özellikle yakın coğrafyasındaki çatışmaların beslediği sorunlar ve muhtemelen hızlanacak radikal değişimler; İstanbul seçimlerinin sonucunda siyasi merkezde ortaya çıkması muhtemel yeni oluşumlara sıkıştırılacak kadar basit değil.

Ekrem İmamoğlu, 2019 seçimleri itibarıyla Türkiye siyasetinde muhalefetin en azından bir bölümünde, gelecek için lider adayı olarak anılıyor. Kendisi de bu yönde yeterince istekli. Şu anda yerel seçim zemininde kurmaya çalıştığı ittifaklar da bu arayışın ürünü. Kendi partisi içinde siyasi yarılmalara neden olmasına rağmen DEM konusundaki ısrarı, sadece bu partinin oylarından ibaret bir yaklaşım değil. Bu siyasi kurgunun sermayeden uluslararası ilgi ve desteğe kadar pek çok ortağı var.

14-28 Mayıs seçimleri, hemen tüm şartlar muhalefetin lehinde görünmesine rağmen, Cumhur İttifakı'nın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın net galibiyetiyle sonuçlandı. Muhalefetin topluma kendi hikayesini anlatmak yerine “Erdoğan gitsin”le sınırlı söylemi karşılık bulmadı. Bizzat kendi........

© Habertürk


Get it on Google Play