Aslında kendisiyle ilgili en güzel tanımlamayı yine kendisi yapmıştı: “Her gün karşılaşabileceğin bir adam değilim ben!” Gerçekten de öyleydi...

Tam da ‘Christmas Günü’nde, 25 Aralık 1957’de İngiltere’ye göç etmiş İrlandalı bir ailenin oğlu olarak Tunbridge Wells’te dünyaya geldi. Tüm ailesi müzisyendi. Anne tarafından her gün bir şarkı öğrendiğini 3 yaşındayken bir gün kendisini mutfak masasına oturttuklarını ve her şeyin öyle başladığını anlattı: “O mutfak masasının üstünde söylediğim şarkı çok güzeldi... O günden sonra da sürekli kalabalıklar önünde şarkılar söyledim.”

Geçen yıl The Guardian’da Simon Hattenstone’la yaptığı (belki de yapamadığı demek gerek) son röportajında, intihara meyilli olduğu yönünde hakkında çıkan onca yazıya karşın, “Elbette hayatı seviyorum” diyen Shane MacGowan, o mutfak masası üzerinde ilk şarkısını söylediği günde tam 62 yıl sonra, dün Dublin yakınlarındaki evinde başucunda toplanan sevdiklerinin yanında hayata gözlerini yumdu.

1980’lerin başında bir araya gelen ‘İngiliz-İrlandalı’ punk-rock grubu The Pouges’un solisti, söz yazarı, bestecisi Macgowan için dosta Nick Cave, “Kendi neslinin en iyi şarkı yazarıydı” diyor. Uyuşturucu ve alkolle geçen yılların ardından sağlığı iyice kötüleşen Shane'i, geçen yıl evinde ziyaret eden Bruce Springsteen, “Bundan 100 yıl sonra hepimiz unutulacağız ama Shane’in müziğinin hatırlanacağına ve söylenmeye devam edeceğine inanıyorum” diye övüyordu onu.

‘TANIŞTIĞIM ANDA ONA AŞIK OLDUM’

5 yıl önce Dublin’de Shane’nin 60. doğum günü partisi için Bono, Nick Cave, Sinead O’Connor, Glen Hansard, dönemin İrlanda Başbakanı Michael D. Higgins’le birlikte sahneye çıkan Johnny Depp nasıl tanıştıklarını şöyle anlatıyor: “Onu ilk gördüğümde bir elinde bira bardağı diğerinde gitarla bir bilardo masasının yanında durmuş öne geriye sallanırken hangi tarafa düşeceğine karar vermeye çalışıyordu. Yaklaşık 15 dakika onun düşmesini bekledim. Düşmeden az önce de onunla tanıştırıldım. Hayatta öyle anlar vardır ki bunun sadece bir kez başına geleceğini bilirsin. İşte o tanışma anı benim için böyle bir andı, bir dâhiyle zaman geçirmek için hayatında bir kez yakalayabileceğini bir fırsat. Onunla tanıştığım anda ona aşık oldum ve hala da aşığım...”

Benim Shane MacGowan’la tanışmam ise hemen hemen Depp’le aynı döneme denk geliyor... Sesini ilk duyduğumda çarpıldığımı hatırlıyorum!

‘SİHİRLİ BİR KUTU’NUN İÇİNDE GÖRDÜM ONU

İlk özel televizyonumuz Magic Box‘ın test yayını yaptığı günlerdi. İlk orada duydum sesini... Sandığa oturmuş çirkin suratı boğuk sesiyle bir şarkı söylüyordu: “When it’s summer in Siam/ and the moon is full of rainbows...”

Şarkının sonunda grubun adını bir kâğıda yazdım: ‘The Pogues’. O günlerde bildiğim bütün kasetçilere sordum onları, kimse tanımıyordu. Henüz dev müzik marketlerin açılmadığı, bırakın Youtube’u, Spotify’ı, ‘internet’ kelimesinin daha cümle içinde bile kullanılmadığı, şimdi olduğum yerden bakınca tarih öncesiymiş gibi gelen günlerdi...

2 yıl sonra üniversitedeki ilk yılımda Beyoğlu‘nda Emek Sineması‘nın hemen yanındaki küçük kasetçide buldum The Pouges’u ve ‘dişsiz’ solisti Shane MacGowan’ı... Tezgahın arkasındaki ‘kasetçiye’, doğru düzgün telaffuz edemediğim için, grubun adının yazılı olduğu kağıdı uzattım: “Bu grubun kaseti var mı?”

Kaseti değil ama plağı varmış! Sadece bir kopyası olduğunu ve istersem bana kayıt yapabileceğini söyledi ‘kasetçi’... İstedim elbette! İlk The Pogues albümüme böyle sahip oldum...

Ve onların müziğini ilk duyduğumdan 11 yıl sonra 2001’de, bir Christmas günü onları canlı dinledim. Londra’da, Brixton Academy’de...

ELİNDE BİR PINT BİRA İLE GELDİ

Bilete kaç para ödedim hatırlamıyorum ama o parayı kazanmak için bir hafta boyunca yüzlerce tabak yıkadığımı hiç unutmuyorum! Konser günü evden nasıl çıktım, konser salonunu önüne nasıl geldim bugün silik fotoğraflar şeklinde gözümün önünde geçiyor. Ama tam vaktinde oradaydım! Ancak The Pogues randevusuna benim kadar sadık değildi! Christmas şarkıları dinleyerek geçirdiğimiz 3 saatlik bir beklemenin ardından orta yaşlı, temiz yüzlü, iki dirhem bir çekirdek 7 adam geldi sahneye... Grubun gitaristi yarım ağızla geç kaldıkları için özür diledi. Salonu, flüt, akordeon, banjo, mandolin, gitar, bas, davul seslerinin ahenkle birbirini kovaladığı bir müzik doldurdu ardından... Ve bir adam, kara gözlüklü, pis sakallı; pantolonu, gömleğinin düğmelerini patlatacakmış hissi veren ‘bira göbeğinin’ altında düştü düşecekmiş gibi duran bir adam, Shane MacGowan, elinde birasıyla ayaklarını sürüyerek mikrofona geldi: “Ne gelecek için şarkı söylüyorum / ne de geçmiş rüyası görüyorum / İlklerden de bahsetmiyorum / Zaten sonunu da hiç düşünmedim...”

İÇKİ ŞİŞELERİNDE YÜZEN BALIK

The Pogues denildiğinde akla gelen ilk kişi, grubun solisti ve neredeyse bütün şarkıların söz yazarı, bestecisi Shane MacGowan ya da “İçki şişelerinde yüzen balık!” Onu ayık görenlerin sayısı o kadar az ki! Biz de o gece o şanslılardan olamadık... Hakkında çıkan bir yazıda onun için şunlar yazıyordu: “Pop tarihi alkol ve uyuşturucu bağımlısı yıldızlar için iki sayfa ayırmış: Ölenler ya da tövbe edenler... Bir sayfada Elvis, Hendrix diğer sayfada Eric Clapton, Elton John... Eğer bir üçüncü sayfa olacaksa bu sayfada muhtemelen Shane MacGowan yazacak!”

O bu satırları yalanlayacak hiçbir şey yapmadı! “Dünya çok karanlık olduğunda içimde bir aydınlığa ihtiyaç duyuyorum / Bir bardan içeri girip 15 bardak bira içiyorum...” diyordu bir şarkısında...

ŞARKI NEREDEYSE BİTTİ…

Kimse umurunda değildi, sadece şarkılarını söylüyordu... O biradan, salondakiler onun şarkılarından sarhoş olmuştu... Her iki şarkıda bir kulise gidiyor, onun yokluğunda grup geleneksel İrlanda ezgilerinden kendi yorumladıkları enstrümantal parçaları çalıyordu... Shane MacGowan her sahneye döndüğünde bardağı yeniden dolu oluyordu; “Her gün karşılaşabileceğiniz adamlardan değilim” diyordu salondakilere...

Kıpır kıpır İrlanda müziği ile punk’ı harmanlayan grup, hiç durmadan çaldı... Shane MacGowan hem içti hem söyledi: “Arkadaşlarımızı büyürken izledik/ ve düşerken gördük / kimini cennete kimini ise cehenneme...”

Sahneye son kez döndüklerinde Shane’in sesi doldurdu yeniden salonu... ‘Yazılmış en güzel Christmas şarkısı’ denilen ‘Fairytale of New York’u söylüyordu. (Şarkı muhtemelen bu Christmas listelerde 1 numara olacak yeniden) 2000’lerin başında bir trafik kazasında ölen, bu şarkıda düet yaptığı Kristy MacColl için; “Rüyalarımı senin etrafına inşa ettim…” diye mırıldanıyordu.

Bir sürü güzel sözü, ağzında sadece birkaç dişi olan ‘güzel insan’ Shane’le tanıştığım o geceyi her Christmas’ta yâd ederim... Noel Baba’ya değilse de Shane MacGowan’a inanırım. Beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı çünkü...

Geçen Ekim ayında Züleyha’yla Londra’da yağmurlu bir akşam Soho sokaklarında dolaşırken Shane’in sesi kulaklarımdaydı: “Şarkı neredeyse bitti ve muhtemelen ne anlama geldiğini hiç bilemeyeceğiz / Ama işte hala yolumu aydınlatan bir ışık var ve sen benim hayallerimin ölçüsüsün...”

Huzur içinde uyu Shane...

QOSHE - Bir 'peri masalı'nın sonu: Güle güle Shane MacGowan - Kadir Kaymakçı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir 'peri masalı'nın sonu: Güle güle Shane MacGowan

12 0
01.12.2023

Aslında kendisiyle ilgili en güzel tanımlamayı yine kendisi yapmıştı: “Her gün karşılaşabileceğin bir adam değilim ben!” Gerçekten de öyleydi...

Tam da ‘Christmas Günü’nde, 25 Aralık 1957’de İngiltere’ye göç etmiş İrlandalı bir ailenin oğlu olarak Tunbridge Wells’te dünyaya geldi. Tüm ailesi müzisyendi. Anne tarafından her gün bir şarkı öğrendiğini 3 yaşındayken bir gün kendisini mutfak masasına oturttuklarını ve her şeyin öyle başladığını anlattı: “O mutfak masasının üstünde söylediğim şarkı çok güzeldi... O günden sonra da sürekli kalabalıklar önünde şarkılar söyledim.”

Geçen yıl The Guardian’da Simon Hattenstone’la yaptığı (belki de yapamadığı demek gerek) son röportajında, intihara meyilli olduğu yönünde hakkında çıkan onca yazıya karşın, “Elbette hayatı seviyorum” diyen Shane MacGowan, o mutfak masası üzerinde ilk şarkısını söylediği günde tam 62 yıl sonra, dün Dublin yakınlarındaki evinde başucunda toplanan sevdiklerinin yanında hayata gözlerini yumdu.

1980’lerin başında bir araya gelen ‘İngiliz-İrlandalı’ punk-rock grubu The Pouges’un solisti, söz yazarı, bestecisi Macgowan için dosta Nick Cave, “Kendi neslinin en iyi şarkı yazarıydı” diyor. Uyuşturucu ve alkolle geçen yılların ardından sağlığı iyice kötüleşen Shane'i, geçen yıl evinde ziyaret eden Bruce Springsteen, “Bundan 100 yıl sonra hepimiz unutulacağız ama Shane’in müziğinin hatırlanacağına ve söylenmeye devam edeceğine inanıyorum” diye övüyordu onu.

‘TANIŞTIĞIM ANDA ONA AŞIK OLDUM’

5 yıl önce Dublin’de Shane’nin 60. doğum günü partisi için Bono, Nick Cave, Sinead O’Connor, Glen Hansard, dönemin İrlanda Başbakanı Michael D. Higgins’le birlikte sahneye çıkan Johnny Depp nasıl tanıştıklarını şöyle anlatıyor: “Onu ilk gördüğümde bir elinde bira bardağı diğerinde gitarla bir bilardo masasının yanında durmuş öne geriye sallanırken hangi tarafa düşeceğine karar vermeye çalışıyordu. Yaklaşık 15 dakika onun düşmesini bekledim. Düşmeden az önce de onunla tanıştırıldım. Hayatta öyle anlar vardır ki bunun sadece bir kez başına geleceğini bilirsin. İşte o tanışma anı benim için böyle bir andı, bir dâhiyle zaman geçirmek için hayatında bir kez yakalayabileceğini bir fırsat. Onunla tanıştığım anda ona aşık oldum ve hala da aşığım...”

Benim Shane MacGowan’la tanışmam ise hemen hemen Depp’le aynı döneme denk geliyor... Sesini ilk........

© Habertürk


Get it on Google Play