menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Terörle mücadelede istihbarat

9 0
friday

Devletin varlık sebebi olan düzeni sağlama ve vatandaşlarını koruma işlevi, tarih boyunca çeşitli araçlarla desteklenmiştir. Bu araçların belki de en az görüleni ama en belirleyici olanı istihbarattır. Devletin "görünmeyen aklı" olarak tanımlanabilecek istihbarat teşkilatları, tarihsel olarak iç ve dış tehditlere karşı erken uyarı sistemleri oluşturmuş, krizlerin henüz zuhur etmeden bertaraf edilmesini sağlamıştır. Ne var ki 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşanan dönüşümler, özellikle de 11 Eylül sonrası dönemde, klasik güvenlik anlayışının derin biçimde sorgulanmasına neden olmuş ve istihbarat kavramı yeni bir anlam kazanmıştır. Terör artık yalnızca sınırların dışında örgütlenen bir tehdidin adı değil; sosyal medyada radikalleşen bireylerin, kentsel alanlara sızan unsurların ve hatta algıların silaha dönüştüğü hibrit bir güvenlik problemi hâline gelmiştir.

Terörle mücadelede başarının temel belirleyeni hâline gelen istihbarat, yalnızca operasyonel başarıların değil, aynı zamanda stratejik sabrın, teknolojiyle uyumun ve toplumsal yapının derinlemesine analiz edilmesinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda modern istihbarat, yalnızca bilgi toplayan ve aktaran bir yapıdan çıkarak; karar alıcıları yönlendiren, tehditleri öngören, krizleri yönetilebilir kılan stratejik bir aktöre dönüşmüştür. Hangi bilginin ne pahasına elde edildiği, bireysel özgürlüklerin güvenlik uğruna ne kadar sınırlandırılabileceği soruları, demokrasilerin geleceğiyle doğrudan ilişkilidir.

TARİHSEL ARKA PLAN – DEVLETİN GİZLİ YÜZÜ

Devlet, güvenlik üretme ve tehditleri bertaraf etme gücünü sürdürebilmek için tarih boyunca görünmeyen bir akla, yani istihbarata ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyaç sadece modern çağın değil, kadim medeniyetlerin de temel unsurlarından biri olmuştur. İstihbarat, devletin egemenlik alanını koruması, iç düzeni sağlaması ve dış tehditleri önceden bertaraf edebilmesi için geliştirdiği en sofistike araçlardan biridir. Görünür olanın ötesini kavrama çabası, bir yönüyle devletin sezgisel zekâsını temsil ederken, diğer yönüyle stratejik sabrının ve uzun vadeli planlamalarının temelini oluşturur.

Antik Çin’de Sun Tzu’nun Savaş Sanatı adlı eseri, istihbaratın savaş stratejileri içindeki yerine dair ilk sistematik yaklaşımlardan biridir. Sun Tzu, casusluğun savaşın sonucunu tayin eden en kritik unsur olduğunu belirtmiş, düşmanı savaşmadan yenmenin yolunun onu bilgiyle çözümlemekten geçtiğini vurgulamıştır. Benzer şekilde Roma İmparatorluğu'nda speculatores ve exploratores adı verilen askeri keşif birimleri, hem iç isyanları bastırmada hem de sınır güvenliğinde kullanılmıştır.

İslam medeniyetinde ise Hz. Muhammed döneminden itibaren istihbaratın sistemli biçimde kullanıldığını görmekteyiz. Özellikle Bedir ve Hendek Savaşları öncesinde düşman kuvvetlerinin sayısı, moral durumu ve niyetleri hakkında bilgi toplanması, stratejik kararların alınmasında belirleyici olmuştur. Abbasi ve Emevi dönemlerinde bilgi toplama ve istihbarat sistemleri daha kurumsal bir hâl almış, “hafiye” teşkilatları bu geleneği sürdürmüştür.

Osmanlı İmparatorluğu ise istihbaratı sadece savaş zamanı değil, barış zamanında da kullanan nadir devlet yapılarından biri olarak dikkat çeker. Özellikle 17. yüzyıldan itibaren hem içerideki toplumsal huzuru sağlamak hem de dış tehditlere karşı diplomatik ön alımlar yapmak amacıyla iç içe geçmiş bir hafiye ağı geliştirilmiştir. Devletin merkeze bağlılığını sağlamak için taşradaki unsurların gözetimi, yeniçeri ayaklanmalarının önceden tespiti ve yabancı devlet temsilcileriyle ilgili bilgi akışı, Osmanlı istihbarat geleneğinin temel unsurlarındandır. Bu yapı, merkezi otoritenin devamlılığına hizmet etmiş, “devlet aklı”nın sürekliliğini sağlamıştır.

Modern anlamda istihbarat örgütlerinin oluşumu ise 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında Avrupa’da ortaya çıkmıştır. İngiliz MI6, Amerikan CIA ve Sovyet KGB gibi örgütler, yalnızca bilgi toplayan değil, aynı zamanda psikolojik operasyonlar yürüten, rejim değişikliklerini yönlendiren ve uluslararası ilişkileri perde arkasından şekillendiren aktörler hâline gelmişlerdir. Bu süreçte istihbarat, uluslararası siyasetin “görünmeyen diplomasisi” olarak tanımlanmış, devletlerarası ilişkilerde hem caydırıcılık hem de yönlendiricilik rolünü üstlenmiştir.

Terörle mücadele bağlamında ise istihbarat, Soğuk Savaş sonrası dönemde bambaşka bir misyon üstlenmiştir. Terör örgütlerinin klasik devlet dışı aktörlerin ötesine geçerek, ağ yapıları içinde faaliyet göstermesi; finansal, teknolojik ve ideolojik bağlamda küreselleşmiş yapılar hâline gelmeleri, istihbarat teşkilatlarını daha esnek ve ön alıcı bir yapıya zorlamıştır. 11 Eylül saldırıları, bu değişimin sembolü olmuş; istihbaratın artık sadece "savunma" değil, "önleyici saldırı" mantığıyla yeniden yapılandırılması gerektiğini göstermiştir.

Bu tarihsel bakış, istihbaratın her çağda farklı roller üstlense de özünde devleti görünmeyen tehditlerden koruma görevini taşıdığını göstermektedir. Bugünün çok katmanlı tehdit ortamında, bu tarihsel mirasın sadece nostaljik bir değer değil, aynı zamanda yapısal bir........

© Haber7