menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ” 102 YAŞINDA… AMA, KAÇINCI CUMHURİYET?

7 10
01.11.2025

Bizim kuşağımız fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür yetişti...

İzmir’de biz daha ilk okul sıralarında işgali, kurtuluşu, Hasan Tahsin’i, Şehit Fethi Bey’i, İktisat Kongresi’ni, Sivas ve Erzurum’u, Sakarya’yı, İnönü’yü, Afyon ovasını, Polatlı’yı, Millet Meclisi’ni, Rıfat Börekçi’yi, Damat Ferit’i, Mudanya ve Lozan’ı, dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olduğumuzu hep öğrenmiştik.

Ve her 9 Eylül’de, 23 Nisan’da, 29 Ekim’de hava nasıl olursa Polis Şehitliği’ne, Halkapınar Şehitliği’ne gider, saygıyla durur, dua okurduk. Fuar’a giderdik, küçük trene biner yine hep bir ağızdan marşlar söyler alkışlar alırdık. Çimlerin arasındaki sözleri okur birbirimize anlatırdık.

29 Ekim 2025, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilan edildiği 1923’ten 102 yıl sonraki tarih.

Peki 2025 Cumhuriyeti 1923 Cumhuriyeti’nin anlam, ruh, ideal ve itibarını taşıyor mu?

“BOŞ” GEÇEN AYLAR YILLAR...

Hatırlayın lütfen, geçen yıl, önceki yıl, daha önceki yıldan aklınızda neler kaldı?

2020, büyük ve gazi meclisimizin 100. yılıydı, ne oldu?

2022 Kurtuluşun 100. yılıydı, ne oldu?

2023 Cumhuriyetimizin 100. Yaşıydı!

“Vay be 100. yıl gururu” diyebileceğimiz ne kaldı aklımızda?

Yoktu, olamazdı.

Çünkü 1923, 2025’e doğru hep anlamını, ruhunu, milli hedefini değiştirerek, içi boşaltılarak geldi!

KAÇ CUMHURİYET?

Birinci Cumhuriyet

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Gazi Mustafa Kemal Paşa da üniformasını çıkarıp ilk cumhurbaşkanı seçildi. Gazi Paşa tam 15 yıl ülkemize liderlik etti, dayandığı kurum Türkiye Büyük Millet Meclisi, güvendiği ise yüce Türk Milleti oldu. Cumhurbaşkanı, çeşitli hükümet ve başbakanlarıyla 15 sene içinde ekonomiden eğitim ve sağlığa, yurttaşlık haklarından sanayi ve ticarete, kent yönetim sistemlerinden üniversite ve dış politikaya kadar başı dik alnı açık onurlu bir süreç yaşattı. Yepyeni bir Türkiye toplumu yaşattı. Bu 15 sene içinde isyanlar, suikast girişimleri sıkıntı yarattıysa da Gazi Paşa’nın irade ve deneyimi hepsinin üstesinden geldi. Ancak burada bir parantez açalım. İngiliz siyaseti hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti’ni içine sindiremedi. Anadolu’da çıkan isyanlarda doğru düzgün araştırılsa kesin İngiliz parmağı çıkacaktır. Çünkü Lozan’ın imzalandığı gün İngiliz Başbakanı, İsmet Paşa’nın yüzüne açık açık söylemişti: “Bir gün para istemeye geleceksiniz biz de bugün alamadıklarımızı para verirken sizden alacağız!”

Kurucu liderimiz, ilk Cumhurbaşkanımız Atatürk’ün son başarısı Hatay’ın sınırlarımıza katılmasıydı. Ama çok isteyip de yapamadığı bir devrim, bilmiyorum ama yaşamını kısalttı. Neydi o devrim?

Tabii ki Toprak reformu...

Hatta 1936’da Başbakanı İsmet Bey’i Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya göndermişti.

Gazi Cumhurbaşkanımız 10 Kasım 1938’de göçtü, gök kubbede bitmeyecek bir hoş sada bırakarak ve milletine güvenerek. Ardından dünyayı kasıp kavuracak ve tüm dengeleri değiştirecek İkinci Dünya Savaşı başladı. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildi. Aslında İnönü dönemi oldukça sıkıntılı geçti, özellikle savaş dışı kalmanın bedelini ağır ödedi Türkiye. Atatürk’ün dönemiyle İsmet İnönü dönemini mukayese etmek bence kolay değil zira İnönü dönemi savaş yıllarını kapsıyor. 1938’den 1950’ye kadar Cumhuriyetin kurucu ruhu hakimdi. Burada özellikle Köy Enstitüleri’ni anmak isterim. Köy Enstitüsü düşmanlığı ise tam bir vatan ve cumhuriyet hainliğiydi.

Ve kesinlikle bu ihanetin temel taşlarında yine İngiliz izlerini aramak lazım. İsmet İnönü’nün idare yılları için “tıpkı Atatürk zamanı” demek çok doğru olmaz.

İkinci Cumhuriyet

Atatürk ve kurucu kadronun ilan ettiği Cumhuriyet’in tüm kimlik değerlerinin tepetaklak olmaya başladığı yıldır 1950...

İstiklal Savaşı’nın “Galip Hocası” Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı, Atatürk’ün toprak reformu isteğine karşı çıkan toprak ağası ve Amerikan Koleji mezunu Adnan Menderes’in Başbakan olduğu 14 Mayıs 1950 seçimleri, aynı zamanda çok partili fiili yaşama geçişi de Türkiye’ye getirdi.

Çok ilginçtir, Atatürk’ün kadrosunda bulunan, İş Bankası’nı kuran, İstiklal Savaşı’nda “bağımsızlık” uğruna faaliyet gösteren Celal Bayar, Demokrat Parti’yle birlikte meydanlarda “küçük Amerika olacağız” diye bağırmıştır. Atatürk’ün özellikle altını çizdiği laikliğin ilk darbe aldığı, dinsel örgütlerin yeniden faaliyete geçmeye başladığı zaman bu zamandır.

Yani Lozan’da tehditkâr konuşan İngiliz Başbakanı, öngörüsünde haklı çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu dünyada güçler de değişmişti. İngiltere, yerini ABD’ye bırakmış ama yeni dünyada tüm akli deneyimlerini, cinliğini de ABD’ye öğretmişti. Karşı tarafta ise SSCB ve sosyalist blok ve ortada Türkiye.

Amerika ve benzerlerinin kurduğu NATO hem Celal Bayar hem de Amerikan Koleji mezunu Adnan Menderes’in tercihi olmuştu. 17 Ekim 1951’de Türkiye, NATO üyeliğine ilişkin protokolü imzaladı. 18 Şubat 1952’de ise meclisten de geçirerek Yunanistan ile aynı anda NATO üyesi oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direkleri olan ve Atatürk emaneti 6 ilkenin, profesyonelce kemirilmeye başlandığı dönem, NATO üyeliğiyle başlayan dönemdir.

Bir parantez daha açalım.

Demokrat Parti’nin döneminde başlayan Cumhuriyet karşıtlığı aslında bizzat CHP içinde 1947’de uç vermişti. Cumhuriyet eğitim sisteminin Anadolu insanlarını aydınlatacak Köy Enstitüsü modeli, bizzat CHP’li Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer tarafından hem de övüne övüne 1947’de kapatılmıştı.

Anadolu insanını yeniden ağalara, şeyhlere, şıhlara teslim eden bu anlayışın ve Bakan Sirer’in ardında neler olduğunu sadece tahmin ediyorum.

Demokrat Parti, Amerikan yardımlarına hatta süt tozlarına bile muhtaçlık yarattı. Halkçılık, yerini görgüsüz bir sonradan görme zengin zümrenin sürecine devretti ki, bu durum hala devam ediyor.

“İkinci Cumhuriyet” dediğim 1950-1960 arasında milli sanayi yerine yavaş yavaş yabancı ve yabancı ortaklı girişimler de oluşmaya başladı. Kıbrıs sorununun başlaması, Yunanistan’la yeniden düşman olmamız, milli utanç geceleri 6-7 Eylül olayları da bu dönemdedir. Hatta bir defa 9 Eylül kurtuluş kutlamasının yasaklanması, basına sansür ve aydınlara, gençlere baskılar, tarikat ve kalemlerine destek bu dönemde başladı. Açık söyleyeyim ama bugün yaşadığımız ne varsa başlangıcı 1950’dir ve hala gizemlerle doludur. DP dönemi ne yazık ki Cumhuriyet’in ilk askeri darbesiyle sona erdi.

Üçüncü Cumhuriyet

27 Mayıs 1960 tarihi üçüncü Cumhuriyet sürecinin başlangıcıdır. Hala benim nasıl olduğunu anlamadığım, dış bağlantılarından şüphe ettiğim bir garip askeri darbedir. Albayların karar verdiği, bir orgeneralin ikna edildiği bu darbe, akla zarar mahkeme süreci ve asla vicdanların kabul etmediği idamlarla, aslında kahraman olmayanları kahraman etmiş ve Türkiye’nin yönünü bir daha rayına oturmayacağı zamanlara sokmuştur.

1960 darbesi 1961 idamlarından sonra Türkiye Cumhuriyeti, tam da Atatürk’ün en korktuğu sürece girdi: Askeri vesayet!

Savaşlar yaşamış ve yönetmiş olan Mustafa Kemal Atatürk, net bir kural koymuştu ortaya: Askerler asla siyasete karışmayacak! Ama bu kural üstelik onun adına 1960’ta çiğnendi ve daha çok çiğnenecekti. Kaldı ki merhum Menderes’in, 1957 sonrası yanlışların farkına vardığı, erken seçime gitmek istediği ama Celal Bayar’ın karşı çıktığı da konuşulanlar arasında.

3. Cumhuriyet’in 1960-1980 arası olduğunu iddia ediyorum. Yeni partiler, anlayışlar, liderlerin, ekonomik ve sosyal sıkıntıların, doğudan batıya göçlerin, inşaat furyalarının başlaması, Kıbrıs Harekâtı, ABD ambargosu ve kuyruklar, grevler, MC hükümetlerinin faşist baskıları, Ecevit’in, Erbakan’ın, Türkeş’in Demirel’in yükselişi... Ve 3. Cumhuriyet yılları, 1923 ve sonrasının yarattığı tüm iktisadi teşekküllerin istismar edildiği, satışlarına zemin hazırlandığı yıllardır.

Ama bir şey daha var, 1963 yılında Türk Millî Eğitim Bakanlığı bir acayip iş yapıyor. Çok bilinen bir olay değil bu. Ben de tesadüf eseri öğrendim ve şaşırdım. 1963 yılında ABD’de bir “teşkilat” güya Amerikalı anne, baba, öğrenciler için eğitim kitabı hazırlamış da bizim bakanlık da beğenmiş de Türk anne, baba ve öğretmenlere “nasıl iyi anne baba olunur”, “nasıl arkadaşlık kurulur” başlıklarıyla bir Amerikalının yazdığı satırları tavsiye etmiş. Amerikalılar da pek memnun olmuş ve bakın kitabın girişinde neler yazılmış:

“Amerikada ilmî Araştırmalar Teşkilatı (Science Research Associates) tarafından hazırlanmış olan bu kitap, çocukların eğitiminde anne, baba ve öğretmenlere faydalı olacağı düşüncesiyle ele alınmış, Türkçeye çevrilerek bastırılmıştır. Bu dildeki kitaplar her ne kadar Amerikalı anne, baba ve öğretmenlere hitab etmek üzere yazılmışsa da çocukların eğitimi meseleleri dünyanın her tarafında aynı olduğundan, Türk anne, baba ve öğretmenlerin de bu aynı şekilde yararlanacaklarına inanıyoruz.”

Anlıyor musunuz “amerikanlaştırmak” nasıl bir olay?

Tarih sahnesinde bin yıldır olan gerçek bir millet, Türk Milleti, iyi aile olmayı, iyi arkadaş olmayı bir iki asırlık devletten öğrenecek?

Buna onay verenlerin Damat Ferit’ten farkı var mıdır sizce?

Bu mudur Atatürk Cumhuriyeti’nin özelliği?

Ve bir ayrıntı daha; 1963 ya da 1964 İzmir Enternasyonal Fuarı, yabancı katılımcıların en yoğun olduğu Fuardır... 1950’lerde Celal Bayar’ın “küçük........

© Haber Ege