Beşiktaş’ın yeni teknik direktörü Fernando Santos oldu. Saygıdeğer bir kariyeri olan 69 yaşındaki Portekizlinin gelişi genel olarak olumlu karşılansa da Hasan Arat yönetimi daha cesur bir hamleden kaçınmakla fırsat tepmiş olabilir. Yeni hoca hakkındaki yorumlar da kafa karışıklığına işaret ediyor…

Beşiktaş gemisi bir süredir yolunu kaybetmiş durumda. Kadro uyumsuz, kulüpte güvensizlik ve dağınıklık söz konusu, maddi durum parlak değil. Camia bu konuda hemfikir.

Ancak geminin ne kadardır yanlış rotada ilerlediği konusunda görüş ayrılığı var. Bir taraf Fikret Orman-Ahmet Nur Çebi dönemlerinin sportif açıdan başarılı periyotlarını (Şenol Güneş’in ilk dönemi ve Sergen Yalçın) sahiplenip başarısız günlerini eleştiriyor.

İkinci gruba göre ise Beşiktaş yolunu kaybedeli nereden baksanız 20 yıl oluyor. Serdar Bilgili’yle başlatılabilecek ama esasen “Wonderkid” Yıldırım Demirören’in 2004’te başa gelişiyle temelleri atılan yeni anlayışın, Siyah-Beyazlıları kimliğinden saptırdığına inanıyorlar.

Geçen ayki seçimlerde Serdal Adalı birinci, Hasan Arat ikinci grubun adayıydı. Kongre üyeleri tercihini öze dönüşten yana kullandı. Süleyman Seba başkanlığındaki altın çağa dönme iradesi sandığa yansıdı.

Hasan Arat yönetimi mesajı almış, rotasız gemiyi limana yanaştırmak gerektiğini görmüştü. Bunun için kampanya boyunca altın çağı hatırlatan bir söylem benimsendi. Arat eski Beşiktaşlıydı, basketbol şubesinin efsanelerindendi. Dahası, Süleyman Seba yönetimlerinde bizzat görev almıştı ve Seba ekolünü canlandırmakta iddialıydı.

Ancak şu ana kadar yapılanlara bakınca yeni yönetim önemli bir noktayı ıskalamış görünüyor.

Siyah-Beyazlıların altın çağı kişilerle değil yaklaşımla ilgiliydi. 1980’ler sonu ile 90’lar başındaki zafer günlerinde, kadrodaki birçok yıldıza aynı maaşın verilmesi, özkaynak ürünlerinde ısrar edilmesi ve kulüp genelindeki kemer sıkma politikası gibi uygulamalar, Beşiktaşlıları haklı olarak ezeli rakiplerinden farklı olduklarına inandırdı. Bu farklılık bazen abartılı okumalara yol açsa da taraftarca benimsendi. Kendilerine ait bir yolları vardı ve esas değerli olan bu DNA’ydı.

Farklılık gökten zembille inmemiş, cesur kararlardan doğmuştu. Takımın başına getirilen Gordon Milne 50, halefi Christoph Daum ise sadece 39 yaşındaydı ve ikisi de daha önce Beşiktaş’ta görev yapmamıştı. O günkü yönetim yeni bir yolculuğa çıkmak için gereken adımları atmaktan çekinmemişti.

Arat yönetimi ve genel olarak bugünkü Beşiktaş camiası ise nostaljinin ve tecrübenin büyüsüne biraz fazla kapılmış görünüyor.

İlk büyük ve bence yanlış adım iki efsaneyle geldi. Feyyaz Uçar futbol şube sorumlusu, Samet Aybaba ise sportif direktör olarak atandı. İkilinin Siyah-Beyazlıların gözündeki değeri malum. Gelgelelim 30 yıl önceki kahramanların 2024 yılının futbol planlamasına ne kadar katkı yapabileceği belirsiz. Ekranlarda ve sahalarda yıllardır görüp dinlediğimiz ve dürüst olalım, görüşlerinden çok da etkilenmediğimiz isimler. İlk emareler de fazla umut vermiyor.

Aslına bakılırsa son karar bu gerçeği açığa vuruyor çünkü Santos teknik direktörlüğe değil de Aybaba’nın yerine getirilmiş gibi görünüyor.

Bugün her kulübün yönetim kurulundaki en az bir sandalyede sosyal medya oturuyor. Dolayısıyla yeni transfer ve atamalar için belli sloganlar yaratıp bunları pazarlama aracı olarak kullanmakta şaşılacak bir taraf yok.

Santos dönemi de “The Godfather” esprisiyle start aldı. Hocanın hayatın tozunu toprağını yutmuş görüntüsü ve güven veren, karizmatik havası düşünülünce isabetsiz bir benzetme sayılmaz. Ancak bu şaka biraz fazla ciddiye alınmış ve gerçekçi teşhisler arka plana atılmış gibi.

Sürekli aynı argümanlar olumlu yönler olarak öne çıkarılıyor:

“Beşiktaş’a baba figürü lazımdı, Santos da o adam.”

“İnanılmaz bir kariyeri var.”

“Transferinden kimsenin haberi yoktu.”

Birincisi, dünyanın hiçbir yerinde görülmezken Süper Lig ekiplerinin bir türlü bitmek bilmeyen bir abi ve baba açlığı söz konusu. Bunun ne anlama geldiğini de ne işe yaradığını da bilen yok. İkincisi, Santos çok önemli başarılarına (1999 Portekiz Ligi, Euro 2016 ve 2019 Uluslar Ligi şampiyonlukları, ayrıca iki Portekiz ve bir Yunanistan Kupası) rağmen 35 yıllık kariyerinde altı yılda bir kupa kaldırmış, yani kupa canavarı sayılmaz (bence bu zaten o kadar önemli bir şey değil). Üçüncüsü, transferi medyadan gizli yapabilmiş olmak pazarlık sürecinde bazı avantajlar kazandırsa da basından kopukluğu abartırsanız olumsuz bir durumda derdinizi anlatmakta zorlanabilirsiniz.

Hepsinden önemli bir mesele de var. Hocanın işi kadroda bahar temizliği, disiplin aşılama, gidecekleri-kalacakları belirleme, futbol aklı olmak gibi görevler üzerinden tanımlanıyor. Ama bunların hemen hepsi aslında sportif direktörün işi.

Teknik direktörlük tarafında ise anlamlı sorular pek dile getirilmiyor. Santos 2010 yılında PAOK’un başından ayrıldığından beri kulüp çalıştırmadı. Uzun zamandır oldukça katı ve defansif bir futbol oynattığı malum. Süper Lig’in otuz haftasında bir şekilde hücum oynaması gerekecek Beşiktaş ile nasıl bir uyum sağlayacağını bilmiyoruz. Semih Kılıçsoy gibi gençlere nasıl baktığını, ne kadar forma vereceğini de bilmiyoruz. Daha da önemlisi, yönetimin bu konuda hocadan ne talep ettiği ve karşılığında ne yanıt aldığına dair bilgimiz yok. Halbuki maddi sorunlarla boğuşurken taraftarı ikna etmenin en kestirme yolu, sahada heyecan yaratmaktan geçiyor.

Santos tecrübeli ve pragmatik bir hoca. Türkiye’ye benzer zihniyetteki ülkelerde ve başa oynayan takımlarda görev yapmış olması avantaj. Ligi ilk dört sırada bitirmek, Türkiye Kupası’nda final ve iki genç oyuncuyu ilk 11’e yerleştirmek gibi olası makul hedeflere ulaşarak Beşiktaş’ın kayıp görünen sezonuna anlam kazandırabilir.

Daha kötüsü olabilirdi. Yönetim Beşiktaş kimliğini yaklaşım ve anlayışta değil isimlerde arama merakını daha da ileriye götürerek takımın başına daha önce kulüpte farklı kademelerde görev yapmış isimleri getirebilir, son aylardaki felaket atamalar zincirine yenisini ekleyebilirdi. Bu konudaki baskılara direnmeleri takdiri hak ediyor.

Ancak daha iyisi de olabilirdi. Galatasaray ve Fenerbahçe’ye benzemek yerine Beşiktaş DNA’sını geri çağıran bir camianın desteğini almak, Arat yönetimine bugünün transfer takıntılı, sosyal medyalı dünyasında kolay bulunmayacak bir fırsat veriyor.

Hasan Arat’ın rotadan çıkmış gemiyi limana yanaştırmak için tanıdık ve itiraz edilmesi zor isimlere başvurması mantıklı, belki de – sandıkta yeterli desteği bulmak için – zorunluydu. Ama sürekli geriye bakarak ileri gidilmiyor. Siyah-Beyazlılar yeniden denize açılmak zorunda. Santos ve Aybaba gibi isimlerle yeni bir başlangıcın imkanı sorgulanmaya değer. İster yerli ister yabancı olsun daha genç, daha ilerici futbol oynatan ve Beşiktaş’a yeni bir dinamizm getirecek bir teknik direktör tercih edilebilirdi.

Neticede Beşiktaş gemisi yeni yolculuğunda ‘tam yol’ değil, ‘yarım yol ileri’ demiş gibi görünüyor. Bunun geriye gitmekten iyi olduğu kesin. Hedefe ulaşmak içinse yönetimin ve taraftarın Santos için “Bu adam yapar!” demek yerine nasıl yapacağına kafa yorması, bunu bir geçiş dönemi olarak görmesi ve yüzünü geleceğe dönmesi şart. Aksi halde Arat yirmi yıldır Beşiktaş’ı yöneten anlayışın taklidine dönüşebilir. Cesur hamlelerin getireceği tehlikeler bundan daha büyük değil…

QOSHE - Beşiktaş Santos ile yarım yol ileri… - Suat Başar Çağlan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Beşiktaş Santos ile yarım yol ileri…

30 3
13.01.2024

Beşiktaş’ın yeni teknik direktörü Fernando Santos oldu. Saygıdeğer bir kariyeri olan 69 yaşındaki Portekizlinin gelişi genel olarak olumlu karşılansa da Hasan Arat yönetimi daha cesur bir hamleden kaçınmakla fırsat tepmiş olabilir. Yeni hoca hakkındaki yorumlar da kafa karışıklığına işaret ediyor…

Beşiktaş gemisi bir süredir yolunu kaybetmiş durumda. Kadro uyumsuz, kulüpte güvensizlik ve dağınıklık söz konusu, maddi durum parlak değil. Camia bu konuda hemfikir.

Ancak geminin ne kadardır yanlış rotada ilerlediği konusunda görüş ayrılığı var. Bir taraf Fikret Orman-Ahmet Nur Çebi dönemlerinin sportif açıdan başarılı periyotlarını (Şenol Güneş’in ilk dönemi ve Sergen Yalçın) sahiplenip başarısız günlerini eleştiriyor.

İkinci gruba göre ise Beşiktaş yolunu kaybedeli nereden baksanız 20 yıl oluyor. Serdar Bilgili’yle başlatılabilecek ama esasen “Wonderkid” Yıldırım Demirören’in 2004’te başa gelişiyle temelleri atılan yeni anlayışın, Siyah-Beyazlıları kimliğinden saptırdığına inanıyorlar.

Geçen ayki seçimlerde Serdal Adalı birinci, Hasan Arat ikinci grubun adayıydı. Kongre üyeleri tercihini öze dönüşten yana kullandı. Süleyman Seba başkanlığındaki altın çağa dönme iradesi sandığa yansıdı.

Hasan Arat yönetimi mesajı almış, rotasız gemiyi limana yanaştırmak gerektiğini görmüştü. Bunun için kampanya boyunca altın çağı hatırlatan bir söylem benimsendi. Arat eski Beşiktaşlıydı, basketbol şubesinin efsanelerindendi. Dahası, Süleyman Seba yönetimlerinde bizzat görev almıştı ve Seba ekolünü canlandırmakta iddialıydı.

Ancak şu ana kadar yapılanlara bakınca yeni yönetim önemli bir noktayı ıskalamış görünüyor.

Siyah-Beyazlıların altın çağı kişilerle değil yaklaşımla ilgiliydi. 1980’ler sonu ile 90’lar başındaki zafer günlerinde, kadrodaki birçok yıldıza aynı maaşın verilmesi, özkaynak ürünlerinde ısrar edilmesi ve kulüp genelindeki kemer sıkma politikası gibi uygulamalar, Beşiktaşlıları haklı olarak ezeli rakiplerinden farklı olduklarına inandırdı. Bu farklılık bazen abartılı okumalara yol açsa da taraftarca benimsendi. Kendilerine ait bir yolları vardı ve esas değerli olan bu DNA’ydı.

Farklılık gökten zembille inmemiş, cesur kararlardan doğmuştu. Takımın başına getirilen Gordon Milne 50, halefi Christoph Daum ise sadece 39 yaşındaydı ve ikisi de daha önce Beşiktaş’ta görev yapmamıştı. O günkü yönetim yeni bir yolculuğa çıkmak için gereken adımları atmaktan çekinmemişti.

Arat........

© Gazete Duvar


Get it on Google Play