“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar.”

Albert Einstein

Bazen yürürken yolumu kaybediyorum. Bilmediğim sokaklarda dolaşırken ezberlediğim her şeyi unutmak istiyorum. Yeni bir dünyanın kapıları bana aralanıyor ve kendimi bir hayalin içinde buluyorum. Yol boyu sıralanmış rengarenk cumbalı evlere bakarken içimi bir heyecan dalgası sarıyor. Bir evin cumbasından sarkan teyzeye gülümseyip merhaba diyorum. Evlerin bahçelerinden dışarı taşan begonviller ve ortancalar tüm sokağı farklı bir renge boyuyor. Sonra başımı kaldırıyorum ve yemyeşil çam ağaçlarıyla kaplı ormanların olduğu tepeleri görüyorum. Yeşilin her tonuna gözüm de gönlüm de doyuyor. Bol oksijeni de ciğerlerime çekmeyi ihmal etmiyorum. Yanımdan geçen, tablasında çeşitli meyveleri olan amcaya da hayırlı işler deyip gülümsüyorum. Sokağın köşesine geldiğimde köşe başında yan yana sıralanmış göz alıcı sebze ve meyveleriyle manavı, camının önüne özenle dizilmiş simit ve ekmekleri ile fırını ve rengarenk toplar kapısına asılmış olan bakkalı görüyorum. Köşeyi döndüğümde ise küçük sevimli bir pastane ile karşılaşıyorum. Sokağın sonu ise kasabadaki tüm sokaklar gibi denize çıkıyor. Bu engin maviliği içime hapsetmek isterken çarşaf gibi uzanan denize dikkat kesiliyorum. Koyu maviliğinde bir an kaybolmak istiyorum. Denizden yüzüme esen serinlikte bana özlemini çektiğim tüm şehirlerin kokusunun geldiğini hissediyorum. Bir nebzede olsa özlemimi dindiriyorum. Denizin içimi titreten rüzgârına aldırmadan sahil boyu yürüyorum. Kulaklığımı takıp bir müzik açıyorum ve uzayıp giden kumsalda dans etmeye başlıyorum. Yumuşacık kumların üzerinde dans etmiyor adeta uçuyorum. Böyle harika kumsal bulunca boylu boyunca uzanmadan duramıyorum. Üstümde yükselen bulutsuz gökyüzü sanki bana kucak açmış gibi geliyor. Gökyüzünün açık maviliğine gözlerim dalarken daha ötesini, sonsuzluğu düşünüp ürperiyorum. Gözlerimi kapatıyorum ve dalgaların kıyıya vuran sesiyle özgürlüğün tadına varıyorum. Sonra uzaklardan gelen bir vapurun sesini duyuyorum. Ayağa hızlıca kalkıp, çok sevdiğim birini bana getirecekmiş gibi ona sevinçle el sallıyorum. Turuncudan kızıla boyanan enginleri izlerken iskeleye yanaşan vapurun uzun uzun çalan düdüğü ile geçmişte kalan bir anımı anımsıyorum. İskeleyi ve anılarımı arkamda bırakırken bir sahil kahvesinin uzaklardan bana gülümsediğini görüyorum. Etrafını saran beyaz çitleri ve pembe panjurlarıyla bir masal evini adeta anımsatıyor. Yaklaştıkça kahvenin bahçesindeki koca çınarı ve çınarın gölgesinde oturan neşeli insanların seslerini duyuyorum. Adımlarımı sıklaştırıp önüne vardığımda burnuma gelen kahve kokusuyla mest oluyorum. Çınarın gölgesindeki rengarenk masalardan birine oturup kahvemi yudumlarken içerideki maun kitaplık dikkatimi çekiyor. Kitaplığın en üst rafında duran bir kitapla göz göze geliyorum. Kitabı alıp hemen masama oturuyorum. Kitabın sayfaları rüzgarda uçuşmaya başlarken bir sayfa önümde açılıveriyor. Şeker Portakalı’nın Zeze’sinin şu cümlelerini okumaya başlıyorum.

“Bazen beklemek lazım, en güzeli için…”

Bu kez de ben sayfaları rastgele çeviriyorum. Bir cümleye gözüm takılıyor.

“Biliyor musun Portuga, ben artık büyüdüm. Eskiden gözyaşlarımı silerdim, şimdi ise beni ağlatanları.”

cümleleri bir şarkının notaları gibi havada asılı kalırken, kahvenin önünden sepetinde çiçekleri olan pembe bir bisiklet geçiyor. Bisikletin üzerindeki kızın, mavi hasır şapkasından arkasına dökülen dalgalı sarı saçları, rüzgarla beraber uçuşmaya başlıyor. Kızın gidişini seyrederken önümdeki ağzı geniş kırmızı fincandan kalan kahvemin son yudumunu da içiyorum. Kahvemin telvesine martıların çığlıkları karışırken ayrılık vakti geliyor. Hesabı öderken, kasanın yanındaki ferforje askılıkta rengarenk tüyleri olan bir papağan dikkatimi çekiyor. Onunla küçük bir sohbetten sonra çınar ağacıyla gölgelenmiş bu şirin sahil kahvesini ardımda bırakıp uzun uzun yürüyorum. Sahilden yavaş yavaş ayrılırken yol beni kasabanın meydanına çıkarıyor. Meydanda beni karşılayan anıtı selamlayıp yönümü çocuk seslerinin geldiği tarafa çeviriyorum. Kuş seslerinin çocuk seslerine karıştığı, büyük bir park karşılıyor beni. Bu parktaki çimenlere yayılıp çocukları izlemeye koyuluyorum. Onları izlerken dünya üzerinde yaşayan tüm çocukları düşlüyorum. Her çocuğun sevinç ve neşe içerisinde, açlığı ve susuzluğu düşünmeden oynamak oysa ki hakkıydı diyorum. Bizler bunu başarabilseydik dünya çok daha farklı bir yer olurdu diye de düşünmeden edemiyorum. Başımı ellerimin arasına alıp çevremdeki insanları umursamadan uzun uzun ağlıyorum. Bu duygusallıkta nerden çıktı böyle deyip, sarı renkli sırt çantamdan defterimi ve kalemimi çıkarıyor ve hissettiklerimi yazıya dökmeye başlıyorum. Defterimde boş bir sayfayı açıyor ve kocaman harflerle şu başlığı atıyorum.

Var Bir Hayalimiz”

QOSHE - Var Bir Hayalimiz  - Ayşe Hopal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Var Bir Hayalimiz 

25 0
20.03.2024

“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar.”

Albert Einstein

Bazen yürürken yolumu kaybediyorum. Bilmediğim sokaklarda dolaşırken ezberlediğim her şeyi unutmak istiyorum. Yeni bir dünyanın kapıları bana aralanıyor ve kendimi bir hayalin içinde buluyorum. Yol boyu sıralanmış rengarenk cumbalı evlere bakarken içimi bir heyecan dalgası sarıyor. Bir evin cumbasından sarkan teyzeye gülümseyip merhaba diyorum. Evlerin bahçelerinden dışarı taşan begonviller ve ortancalar tüm sokağı farklı bir renge boyuyor. Sonra başımı kaldırıyorum ve yemyeşil çam ağaçlarıyla kaplı ormanların olduğu tepeleri görüyorum. Yeşilin her tonuna gözüm de gönlüm de doyuyor. Bol oksijeni de ciğerlerime çekmeyi ihmal etmiyorum. Yanımdan geçen, tablasında çeşitli meyveleri olan amcaya da hayırlı işler deyip gülümsüyorum. Sokağın köşesine geldiğimde köşe başında yan yana sıralanmış göz alıcı sebze ve meyveleriyle manavı, camının önüne özenle dizilmiş simit ve ekmekleri ile fırını ve rengarenk toplar kapısına asılmış olan bakkalı görüyorum. Köşeyi döndüğümde ise küçük sevimli bir pastane ile karşılaşıyorum. Sokağın sonu ise kasabadaki tüm sokaklar gibi denize çıkıyor. Bu engin maviliği içime hapsetmek isterken çarşaf gibi uzanan denize dikkat kesiliyorum. Koyu maviliğinde bir an kaybolmak istiyorum. Denizden yüzüme esen serinlikte bana özlemini çektiğim tüm şehirlerin kokusunun geldiğini hissediyorum. Bir nebzede olsa özlemimi dindiriyorum. Denizin içimi titreten rüzgârına aldırmadan sahil boyu yürüyorum. Kulaklığımı takıp bir müzik açıyorum ve uzayıp giden kumsalda dans etmeye........

© Fırat Gazetesi


Get it on Google Play