“Aşkın hikâyesini durmaksızın feryad eden bülbüle değil; sessiz sedasız can veren pervanelere sor."

Ben Şems, Tebrizli Şems. Kupkuru çölleri yakıp kavurup, engin denizlere sevdalı, Konyalı bir alime yolunu da gönlünü de vardırmak isteyen bir kul. Duydum ki onunda engin denizlere sevdasından gözü bir şey görmez olmuş. Ona farklı iklimlerin kokusunu götürmek, aşkın gerçek manasını öğretmek için yola revan oldum. Ta ki Konya semalarına akislerimi dağıtacağım ana kadar. Gittim, gittim sevgiliye varmak için ovalar, nehirler ve dağlar aştım. Öyle ya vuslata ermek kolay iş değildi. Karşılıksız sevdanın derdi ise çok çileliydi. Bu derde düşen iflah olur mu? Kaç kez uzaktan izledim ve daha kaç kez uzaktan izlemeye mahkûm yüreğim. Biliyorum sana gelen yollar meşakkatli sevgili fakat kapalı olmadığını şu gönlüme duyur. Çile çekilmeden varılır mı yarene? Birbirimizi bulmak ve kavuşmak için yaratıldığımıza kuşkum yok inan. Tek endişem birbirimize geç mi kaldık? Ben mi bu hayata erken gelmiştim yoksa o mu bana geç kalmıştı? Bu düşüncelerle günler geceler boyu yol alıp durdum. Sonunda sevgilinin diyarına vardım. İlk karşılaşma mühimdi elbet. Günler geçmek bilmiyordu ve derken vuslat vakti yaklaştı. Kalabalık bir toplulukta önce gözlerim gözlerini aradı. Gözlerim gözlerini bulmasada olurdu ben onu kokusundan da tanır, bulurdum. Düşlerime eşlik eden kokusunu unutmam mümkün mü? İşte oradaydı şüphe götürmeyecek bir gerçeklikle tam karşımda duruyordu. Gören gözdü elbet ama ben ona hep yüreğimle bakardım, aşkla bakardım. Bu yürek artık sevgiliyi gördü ya vuslata ermişti. Daha ne istesin bu ateşler içinde yanan gönül! O an dünya durdu sanki koca evrende bir o, bir de ben vardım. Artık hayaller ve rüyalar bitmişti. Gün kavuşma günüydü. Kavuştuk, buluştuk ve dertleştik. Yıllarca hep birlikteymişiz gibi ve hiç ayrılmayacakmışız gibi.. Artık iki sırdaş, iki dost, iki yaren olmuştuk. Birlikte geçirmediğimiz an yok gibiydi. Bizim yarenliğimizin sırrına vakıf olamayanların ise diline pelesenk olmuştuk. En yakınlarımızın kıskançlık ve hasetleri ise cabasıydı. Oysa biz aşkın yürekte dahi vuku bulmamış haline namzettik.

"Aşk, seni bir taş yapıp kuyuya atan kuvvet. Ne kuyunun dibini biliyosun, ne de neden oraya atıldığını. Bildiğin tek şey, uçsuz bir karanlığın içinde nereye çarpacağını bilmeden, son sürat düşüyor olduğun..."

Kim mürşit kim mürit ayırt edemez olmuştu insanlar. Mevlana’nın bana bağlılığı eski hayatını geride bırakmasına sebep olmuştu. “Ben sende kendimi aramışım,
Ben bende seni kaybetmişim,
Neden daha fazlasını arayayım?
Oysa ben seninle aynıymışım.”

Konya’ya gelişimi kimseler nasıl farketmediyse gidişimde öyle fark edilmedi. Ben görevimi tamamlamıştım artık, sıra Mevlana’nın piştiğini görmekteydi. Sınav artık Mevlâna’mın sınavıydı.

Kuru bir ayaz vardı o sabah, ayaklarımın ucunda zifiri karanlıkta yola revan oldum. Asıl sevgi bırakıp gidebilmekti. Dostun için yarenin için kendinden vazgeçebilmekti. O kentin sokaklarında dolaşırken artık benim orada olmadığımı, olmayacağımı bilmeliydi.

"Derler ki Mevlâna yanmaya hazır bir kandil idi; Şems geldi, çerağı ile bu kandili tutuşturdu. Bu doğru, ama yanan kandil hem kendini hem çerağı yaktı, ortada ikisinden de eser kalmadı, yalnızca bir aşk çerağı parladı ardından. Öyle bir çerağ ki yüzyıllar boyunca yüz binlerce gönlü aydınlattı, yaktı, kavurdu."(Aşkın Gözyaşları; Sinan Yağmur)

Mevlana ardımdan bu ayrılığa katlanamadı. Yüreği ateşten bir kor halini aldı. Ayrılık onun en çok şair özelliğini ortaya çıkardı. Yüreğin derdini dil anlatamazsa kalemde mi anlatmasın? Kalemden kâğıda akan cümleler yüreğin yükünü bir nebze olsun hafifletmez mi? Günler geceler boyu özlemle yanıp tutuşurken şu dizeleri yazmıştı.

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme

Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı

Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru

Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için

Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan

Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer

Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi

Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı

Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil

Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme

QOSHE - Şems ve Mevlana  - Ayşe Hopal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şems ve Mevlana 

38 0
10.01.2024

“Aşkın hikâyesini durmaksızın feryad eden bülbüle değil; sessiz sedasız can veren pervanelere sor."

Ben Şems, Tebrizli Şems. Kupkuru çölleri yakıp kavurup, engin denizlere sevdalı, Konyalı bir alime yolunu da gönlünü de vardırmak isteyen bir kul. Duydum ki onunda engin denizlere sevdasından gözü bir şey görmez olmuş. Ona farklı iklimlerin kokusunu götürmek, aşkın gerçek manasını öğretmek için yola revan oldum. Ta ki Konya semalarına akislerimi dağıtacağım ana kadar. Gittim, gittim sevgiliye varmak için ovalar, nehirler ve dağlar aştım. Öyle ya vuslata ermek kolay iş değildi. Karşılıksız sevdanın derdi ise çok çileliydi. Bu derde düşen iflah olur mu? Kaç kez uzaktan izledim ve daha kaç kez uzaktan izlemeye mahkûm yüreğim. Biliyorum sana gelen yollar meşakkatli sevgili fakat kapalı olmadığını şu gönlüme duyur. Çile çekilmeden varılır mı yarene? Birbirimizi bulmak ve kavuşmak için yaratıldığımıza kuşkum yok inan. Tek endişem birbirimize geç mi kaldık? Ben mi bu hayata erken gelmiştim yoksa o mu bana geç kalmıştı? Bu düşüncelerle günler geceler boyu yol alıp durdum. Sonunda sevgilinin diyarına vardım. İlk karşılaşma mühimdi elbet. Günler geçmek bilmiyordu ve derken vuslat vakti yaklaştı. Kalabalık bir toplulukta önce gözlerim gözlerini aradı. Gözlerim gözlerini bulmasada olurdu ben onu kokusundan da tanır, bulurdum. Düşlerime eşlik eden kokusunu unutmam mümkün mü? İşte oradaydı şüphe götürmeyecek bir gerçeklikle tam karşımda duruyordu. Gören gözdü elbet ama ben ona hep yüreğimle bakardım, aşkla bakardım. Bu yürek artık sevgiliyi gördü ya vuslata ermişti. Daha ne istesin bu ateşler içinde yanan gönül! O........

© Fırat Gazetesi


Get it on Google Play