İslam’ın kulluğun bir gereği olarak emrettiği ibadetlerin bir şekli bir de ruhu vardır. Hz. Peygamber’in: “Nice oruç tutan var ki ona kalan sadece açlıktır (İbn Mâce, “Sıyâm”, 21) hadisi bu gerçekliği oruç üzerinden ifade eder. Esasen ibadetin ruhu insanda olumlu manada davranış değişikliği meydana getirmesi, ferdin ıslahı yönünde gelişimini tamamlamasını sağlamasıdır.

Bütün ibadetlerde takvâ ve ihsân bilinci iki temel hedeftir. Takva, kötülükten arınma; ihsan, iyilikle bezenme demektir. Sözgelimi namaz takvâ bilincini, zekât ise ihsan bilincini pekiştirir. Oruç ise hem takvanın hem ihsanın itici gücünü oluşturur.

Kur’ân-ı Kerîm’in açık biçimde, orucun sahibine takva kazandırması gerektiğine dair ayeti (Bakara, 2/183); Hz. Peygamber’in orucu kalkan / zırh olarak tanımlayan hadisi (Buhârî, “Savm”, 10) takvayı; Hz. Peygamber’in komşusu aç iken kendisi tok uyuyanın imanın kemaline ulaşamayacağını bildirmesi (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 3) ve orucun açları hatırlatan özelliği onun ihsan bilinci kazandırmaya dönük işlevine işaret eder.

“Şüphesiz Allah, takva ve ihsan sahipleri ile beraberdir” (Nahl, 16/128) ayetinde de görüleceği üzere takvâ, ihsana göre daha öncelikli bir erdemdir. Zira fazilet, temiz olan yerde bulunur diğer bir ifade ile kirli yere temiz bir şeyin konulması anlamsızdır.

İslam alimi Gazzâlî (ö.505/1111) İhyâü ulûmi’d-dîn adlı eserinde orucun üç derecesi olduğunu söylerken onun hakikatine de işaret etmiş olur ki bu son derece kuşatıcı bir tanımlamadır:

Orucun en alt derecesi, sıradan insanların tuttuğu oruçtur. Bu, yemek, içmek ve cinsel ilişkiden uzak durmakla yetinerek tutulan oruçtur.

İkinci derecedeki birinciye ilaveten organlarla da tutulan oruçtur. Bu, Allah’ın özel kullarının (havâs) orucudur. Mesela elleri ile haramı tutmazlar, gözleri ile harama bakmazlar, kulakları ile haramı dinlemezler, ayakları ile harama gitmezler… Bir bütün halinde bütün organları ile oruç tutarlar.

Orucun en üst derecesi, Allah’ın en özel kullarının (havâssü’l-havâs) tuttuğu oruçtur ve onlar bu ikisine ilaveten kalpleriyle de oruç tutarlar, yani kalplerine kötülük sokmazlar. Böylece kazandıkları oruç bilinci hayatlarının her anını kaplamış olur (I, 234).

Orucun takva ve ihsan bilinci kazandıran işlevini bazı önemli sonuçlar üzerinden değerlendirmek mümkündür:

Kazancın ve gıdanın helal veya haram oluşu, ibadetlerin kabulünden insanın iç huzuruna ve aile mutluluğundan toplumsal dirliğe varıncaya kadar etkisi olan bir husustur (Müslim, “Zekât”, 65). Bundan dolayı helal kazanç ve helal gıda ile beslenme duyarlılığı bütün peygamberlere (Mü’minûn, 23/51), bütün insanlara (Bakara, 2/168) ve bütün mü’minlere (Bakara, 2/172; Maide, 5/88) emredilmiştir.

Terazisi dolayısıyla gıdası temiz olmayan bir insanın hiçbir işi düzgün gitmez. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber’in (s.a.s.): “Helal kazanç peşinde koşmak farz üstüne farzdır” (Taberânî, el-Kebîr, nr. 9993) hadisi bu konudaki duyarlılığın üst düzeyde bulunmasına işaret eder.

İşte oruç helal bilincinin kazanılmasında önemli bir terbiye aracıdır. Zira oruçlu olduğu için ne kadar susuz olursa olsun ondan bir yudum içemeyen, ne kadar aç olursa olsun bir lokma ekmek yiyemeyen, nikahlı eşi ile cinsel hayatına ara veren Allah’ın rızası için helalleri terk etmiştir ve haramlara hiç yaklaşmayacağının samimi sözünü vermektedir. O sebeple orucu emreden ayetin (Bakara, 2/183) öncesinde ve sonrasında helal ve tayyibâttan yemelerinin emredilmesi ve şeytanın adımlarına uymama noktasında ikaz edilmesi helalin önemini vurgulasa da orucun bunu sağlayan bir ibadet olduğuna işaret eder.

Kur’ân-ı Kerim ayetlerinin metne yerleştirilmesi bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmıştır. Bunun bir anlamı vardır. Orucu emreden ayetten (183) önce helal ve tayyibattan yemenin emredilmesi (172-173), sonrasında da insanların mallarının haksız sebeplerle yemenin yasaklanması (188) orucun helal duyarlılığı kazandırması gerektiğine işaret sayılabilir.

Helal, fıkhî meşruiyet; tayyibât ise vicdani meşruiyettir. Yapılan işin fıkhi olarak meşru olması yetmez onun insanın içine sinmesi de gerekir. O sebeple tayyibât helali kapsadığı halde her helal tayyibatı kapsamaz.

Şükür, iyilik ve nimeti verene minnettarlığını ifade etmektir. Bu bilinç, nimeti arttıran bir özelliğe sahiptir, aksi nankörlüktür ve nimetin zevaline, iyiliğin artışına perdedir (İbrahim, 14/7). Oruç, şükür bilinci kazandırır (Bakara, 2/185). Çünkü insanın oruç dolayısıyla en temel nimetlerden belli bir süreliğine uzak kalması onların kıymetini anlamaya vesile olur. Nimetlerin değeri mahrum kalındığında daha iyi anlaşılır. Şükür, nimeti vereni görmek, O’nun verdiğine rıza göstermek ve o nimeti verenin istemediği yerlerde kullanmamak şeklinde olursa tam anlamıyla ifa edilmiş demektir.

Sosyal sorumluluk olarak ihtiyaç sahibi olanları gözetmek insani ve İslami bir görevdir. Allah her canlının rızkını üzerine almış olmasına (Hûd, 11/6) rağmen ya gayretsizlikten ya beceriksizlikten ya da sömürgecilerin zulmünden açlık ve susuzluk çeken insanlar her zaman bulunacaktır. Bu aynı zamanda varlıklı insanların sınandığı konulardan da birisidir.

Kur’ân-ı Kerîm, ahiret yurdunda ateşe girmiş olanlara bunun sebebi sorulduğunda namaz kılmamaları ve yoksulları doyurmamaları olduğunu söylerler (Müddessir, 74/42-44). Dolayısıyla oruç bu görevin ifasında mü’mini motive eden bir dinamiğe sahiptir. Çünkü oruç açlığı yaşayarak açları anlama sürecidir. Hz. Yusuf’a (a.s.) niçin farz olanlar dışında çok nafile oruç tuttuğu sorulduğunda: “Hazinelerden sorumlu bakan olarak yardım isteyen açları hakkıyla anlamak için” der! (Mâverdî, Edebüd’dünyâ ve’d-dîn, s.90).

Hz. Peygamber (s.a.s.), oruç ile kontrolü en zor güç olan şehvetin meşruiyet sınırları içinde tatmini arasında bir bağlantı kurar. Evlenmeye gücü yetenlerin onu ihmal etmemesini tavsiye ettikten sonra imkân bulamayanlara oruç tutmalarını tavsiye eder. Çünkü oruç arzuları kontrol gücü sağlar ve iffeti korumanın aracına dönüşür. İffet, hazların helal yollardan tatminidir (Buhârî, “Savm”, 10, “Nikâh”, 2, 3, 19; Müslim, “Nikâh”, 1, 3). İrfan geleneğimizin öncülerinin ifadesiyle, “cinsel dürtü (şehvet), şeytanın yularıdır, kendini o yulara kaptıran onun kölesi olur” (Sülemî, Tabakâtü’s-sûfiyye, Beyrut 1419/1998, s. 283). İşte oruç, bu hayvanî şehvetin zilletinden insani izzete yükselten bir dizgin işlevine sahiptir. Hz. Peygamberin: “Tenasül uzvunun şehvetinden, dilinin belasından ve midesinin şerrinden emin olan tamamen korunmuştur.” (Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, VII, 291) hadisi orucun bu yöndeki işlevine işaret etmektedir.

Sabır ile oruç arasında bir ilişki vardır. Sabır, İslam’ın üzerinde durduğu en değerli faziletlerden birisidir. Kur’ân-ı Kerîm, insanların mutlaka çeşitli şekillerde sınanacağını buna karşılık sabredebilenlerin büyük ödüller kazanacaklarını belirtir (Bakara, 2/155; Kasas, 28/54; Zümer, 39/10; Muhammed, 47/31). Allah da sabredenlerle beraberdir (Bakara, 2/153, 249; Enfâl, 8/46, 66) ve Allah onları sever (Âl-i İmrân, 3/146).

Sabır, büyük peygamberlerin sahip olduğu (Ahkâf, 46/35), mü’minlerin de özen göstermesi ve birbirlerine tavsiye etmesi gereken (Asr, 103/3) bir fazilet; tehdit, saldırı ve kurulan tuzaklar karşısında kurtuluş ve başarının anahtarıdır (Âl-i İmrân, 3/120).

Hz. Peygamber (s.a.s.), ramazanı sabır ayı (Ebû Dâvûd, “Savm”, 55); sabrı, imanın yarısı; orucu da sabrın yarısı olarak ifade etmiştir (Tirmizî, “Da‘avât”, 86; İbn Mâce, “Sıyâm”, 44). Çünkü sabır, Allah’ın emri doğrultusunda nefsi, hevasından (arzu ve hazlarından) men etmek, onu durdurmak de­mektir. “Sabır ile yardım isteyin”[1] ayeti de nefisle mücadeleye ve düşmana karşı sabırla direnmeye yardım dileme, dünyaya karşı mesafeli olma (zühd) konusunda oruçtan yardım almanın aracı olarak görülmektedir. Çünkü oruçlu zâhid ve âbide benzer, oruç, dünyada zühdün anahtarı, Allah’a kulluğun kapısıdır. Zira oruç, yeme, içme, cinsel ilişki gibi bütün arzu ve isteklerinden nefsi menetmek anlamına gelir. Zâhid de zühd hayatına girmesiyle ve âbid de ibadetleriyle meşgul iken aynı şekilde nefsini arzularından engeller. Bu açıdan oruç ile aralarında bir benzerlik vardır (Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-kulûb, I, 132).

“Her şeyin bir zekâtı vardır, bedenin zekâtı da oruçtur” (İbn Mâce, “Sıyâm”, 44) hadisi zekâtın, malı temizleyip ruhu arıttığı ve malı koruduğu gibi orucun da bünyeyi ve ruhu arıttığını, günahları temizlediğini; “oruç tutan sıhhat kazanır” (Ebû Nu‘aym, I, 113) hadisi de orucun bedendeki zararlı maddeleri temizleyip sağlık kazandırdığını bildirir ki modern tıp da bunu ispat etmiştir.

Burada şu hususa da işaret etmek gerekir ki bir Müslüman ibadetini sadece Allah emrettiği için yapar mesela orucu sağlık kazanmak amacı ile tutmaz. Eğer amaç bu ise eylem oruç değil perhizdir. Ama Allah’ın kullarından talep ettiği her bir amelin mutlak bir hikmetinin olduğu, kullara mutlak fayda sağladığı dikkate alınırsa “sağlıkla ilgili faydaları” sadece onu anlamada yardımcı bir unsur olarak görülmelidir.

Sonuç olarak oruç, ruhuna uygun tutulduğunda anlamlıdır. Hz. Peygamber: “Kim inanarak, gündüzlerini oruçlu gecelerini ihya ederek (teravih, mukabele vb.) Ramazan ayını geçirirse onun günahları bağışlanır” buyurur (Buhârî, “Îmân”, 28).

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Mart 2024’te yayımlanmıştır.

[1] Bakara (2), 45.

QOSHE - Orucun ruhu - Saffet Köse
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Orucun ruhu

6 1
20.03.2024

İslam’ın kulluğun bir gereği olarak emrettiği ibadetlerin bir şekli bir de ruhu vardır. Hz. Peygamber’in: “Nice oruç tutan var ki ona kalan sadece açlıktır (İbn Mâce, “Sıyâm”, 21) hadisi bu gerçekliği oruç üzerinden ifade eder. Esasen ibadetin ruhu insanda olumlu manada davranış değişikliği meydana getirmesi, ferdin ıslahı yönünde gelişimini tamamlamasını sağlamasıdır.

Bütün ibadetlerde takvâ ve ihsân bilinci iki temel hedeftir. Takva, kötülükten arınma; ihsan, iyilikle bezenme demektir. Sözgelimi namaz takvâ bilincini, zekât ise ihsan bilincini pekiştirir. Oruç ise hem takvanın hem ihsanın itici gücünü oluşturur.

Kur’ân-ı Kerîm’in açık biçimde, orucun sahibine takva kazandırması gerektiğine dair ayeti (Bakara, 2/183); Hz. Peygamber’in orucu kalkan / zırh olarak tanımlayan hadisi (Buhârî, “Savm”, 10) takvayı; Hz. Peygamber’in komşusu aç iken kendisi tok uyuyanın imanın kemaline ulaşamayacağını bildirmesi (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 3) ve orucun açları hatırlatan özelliği onun ihsan bilinci kazandırmaya dönük işlevine işaret eder.

“Şüphesiz Allah, takva ve ihsan sahipleri ile beraberdir” (Nahl, 16/128) ayetinde de görüleceği üzere takvâ, ihsana göre daha öncelikli bir erdemdir. Zira fazilet, temiz olan yerde bulunur diğer bir ifade ile kirli yere temiz bir şeyin konulması anlamsızdır.

İslam alimi Gazzâlî (ö.505/1111) İhyâü ulûmi’d-dîn adlı eserinde orucun üç derecesi olduğunu söylerken onun hakikatine de işaret etmiş olur ki bu son derece kuşatıcı bir tanımlamadır:

Orucun en alt derecesi, sıradan insanların tuttuğu oruçtur. Bu, yemek, içmek ve cinsel ilişkiden uzak durmakla yetinerek tutulan oruçtur.

İkinci derecedeki birinciye ilaveten organlarla da tutulan oruçtur. Bu, Allah’ın özel kullarının (havâs) orucudur. Mesela elleri ile haramı tutmazlar, gözleri ile harama bakmazlar, kulakları ile haramı dinlemezler, ayakları ile harama gitmezler… Bir bütün halinde bütün organları ile oruç tutarlar.

Orucun en üst derecesi, Allah’ın en özel kullarının (havâssü’l-havâs) tuttuğu oruçtur ve onlar bu ikisine ilaveten kalpleriyle de oruç tutarlar, yani kalplerine kötülük sokmazlar. Böylece kazandıkları oruç bilinci hayatlarının her anını kaplamış olur (I, 234).

Orucun takva ve ihsan bilinci kazandıran işlevini bazı önemli sonuçlar üzerinden değerlendirmek mümkündür:

Kazancın ve gıdanın helal veya haram oluşu, ibadetlerin kabulünden insanın iç huzuruna ve aile mutluluğundan toplumsal dirliğe varıncaya kadar etkisi olan bir husustur (Müslim, “Zekât”, 65). Bundan dolayı helal kazanç ve helal gıda ile beslenme duyarlılığı bütün peygamberlere (Mü’minûn, 23/51), bütün insanlara (Bakara, 2/168) ve bütün mü’minlere (Bakara, 2/172; Maide, 5/88) emredilmiştir.

Terazisi dolayısıyla gıdası temiz olmayan bir insanın hiçbir işi düzgün gitmez. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber’in (s.a.s.): “Helal kazanç peşinde koşmak farz üstüne farzdır” (Taberânî, el-Kebîr, nr. 9993) hadisi bu konudaki duyarlılığın üst düzeyde bulunmasına işaret eder.

İşte oruç helal bilincinin kazanılmasında önemli bir terbiye........

© Fikir Turu


Get it on Google Play