Günümüz savaşları aktör, yöntem ve enstrüman itibarıyla geniş bir yelpazede icra edilir durumdadır.

Bir taraftan konvansiyonel unsurlarla sahadaki kontrol ele alınmaya çalışılır. Diğer taraftan askerî muharebeye siyasi, diplomatik, ekonomik, teknolojik, hukuki, istihbari, ticari ve psikolojik alanlarda yürütülen savaşlar eşlik eder.

Bu bağlamda İsrail, “tek bir savaş dahi kaybetmeme” üzerine inşa ettiği savunma ve güvenlik anlayışıyla nevi şahsına münhasır bir ‘militarist kültür’ ortaya koyar.

Bu militarist kültür, İsrail’in askerî doktrininde somut bir karşılılık bulur: Tel Aviv Yönetimi, İsrail Savunma Kuvvetleri’ne (IDF) ve istihbarat topluluğuna ‘varoluşsal tehdit’ algısı nedeniyle ‘öz savunma’ için gerekli olan her türlü eylem ve aracı sınırsız kullanım özgürlüğü tanır.

Böylece jeopolitik ve jeostratejik konumunun yanı sıra teopolitik (dine bağlı siyaset) yaklaşımından kaynaklı iç ve dış tehdit algısına binaen İsrail tam bir “güvenlik devleti” portresi sunar.

Bu ‘geniş kapsamlı güvenlik’ odaklı yönetim zihniyeti, devletin bütün kurumlarına sirayet eden adeta içselleştirilmiş bir doktrini yansıtır.

İsrail, güvenlik stratejisini “caydırıcılık” (hartaa), “erken uyarı” (hatraa), “savunma” (hagana), “kararlılık ve başarı” (hahraa ve nitzahon) sütunları üzerine kurgular.

Silahlanma, teknolojik üstünlük, nitelikli insan kaynağı ve istihbarat kabiliyetlerini önceleyen askerî gücün yanı sıra siyasi, ekonomik ve diplomatik araçları içeren ‘önleyici savaş’ üzerine inşa ettiği ‘çok boyutlu bir güvenlik stratejisi’ uygular.

Başka bir açıdan bakıldığında, İsrail’in hibrit savaş enstrümanlarından ziyadesiyle istifade ettiği bir yaklaşım benimsediği görülür.1

Nitekim İsrail’in tehdit/düşman addettiği devlet ve devlet dışı aktörlerle (İran, Suriye, Lübnan, Hamas, Hizbullah, Filistin İslami Cihad vd.) mücadelesinde konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan unsurları eş zamanlı devreye soktuğuna tanıklık edilir.

Bu anlamda İsrail’in, ‘caydırıcılık’ stratejisi adı altında “siber savaş” ve bu savaşa eşlik eden “enformasyon savaşı” ile “psikolojik harekâtın” sunduğu imkân ve avantajlardan yararlanmayı kendisine öncelikli görev addettiği görülür.

Mesela İsrail, 2010 yılında “siber-Pearl Harbor” olarak nitelenen Stuxnet saldırısıyla İran’ın nükleer çalışmalarını hedef almıştı.

Keza ülkemizde Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinden sonra adı daha fazla duyulan İsrail merkezli NSO şirketinin ürettiği Pegasus casus yazılımı, Tel Aviv’in oluruyla siyasi bir koz ve kazanç aracı olarak onlarca devlete muhaliflerini tespit ve avlamaları için satılmıştır.2

Yine, NSO’nun Pegasus’una rakip gösterilen Intellexa ve Cytrox’a ait Predator casus yazılımı (Pegasus casus yazılımı NSO şirketi tarafından, Predator ise Intellexa ve yan kuruluşu Cytrox şirketleri tarafından geliştirilmiştir) da devletlerin iç ve dış politikalarını etkileyen büyük skandallara imzasını atmıştır.3

Mevzubahis örneklerden anlaşılacağı üzere İsrail, kurulduğu 1948 yılından günümüze değin gerek ‘söylem ve eylemlerini meşru kılmak’ gerekse ‘caydırıcılık ve kesin zafer kabiliyetlerini arttırmak’ için geleneksel ve dijital kitle iletişim araçlarını yaygın ve yoğun biçimde kullanmayı kendisine prensip edinmiştir.

İsrail, uluslararası hukuku hiçe sayan tüm askerî işgallerini sadece konvansiyonel kuvvet kullanarak icra etmemiş; her bir adımını “enformasyon savaşı”, “siber harp” ve “psikolojik harekât” kapsamı altında planlayarak ilerletmiştir.

Bu nedenledir ki İsrail’in Filistin’e karşı icra ettiği askerî işgaller, her daim dijital işgallerle desteklene gelmiştir.

Bu bağlamda İsrail’in devlet, özel sektör ve akademi arasında yakın ve etkin bir ilişkinin bulunduğunun, güçlü bir “siber ekosistem” yapılanmasına haiz olduğunun altı çizilmelidir.

İsrail’in siber savunma ve caydırıcılık kapasitesinin sivil, askerî ve istihbari serüveninin çok farklı boyutları var.

1997’deki Tehila projesinden Ulusal Bilgi Güvenliği Otoritesi’nin teşekkülüne, 2010 Ulusal Siber Girişimi ve 2017 İsrail Ulusal Siber Güvenlik Strateji Belgesi sonrası kurulan sivil siber güvenlik kurumlarına (INCB, NCSA, IL-CERT, INCD), İsrail Polisi (Lahav 433) SHABAK/SHIN BET, MOSSAD ve IDF (AMAN’a bağlı Birim 8200, C4I) faaliyet gösteren daireler ile yürütülen program ve projelere değin çok geniş siber topluluğun çalışmalarına dayanır.

İsrail, en baştan itibaren Filistin topraklarının gasp ve işgaliyle teşekkül ettirilmiş bir devlettir.

Ancak 1967 yılında gerçekleşen “Arap-İsrail Savaşı” namıdiğer “Altı Gün Savaşı” çok kısa sürmesine rağmen; İsrail’in Yeşil Hat (Greenline) sınırlarını aşarak Batı Şeria, Gazze, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası’nı ele geçirmesi on yıllara yayılan stratejik etkiler doğurmuştur.

O günden bugüne tam 56 yıldır askerî işgal altında yaşayan bir Filistin gerçeği vardır. Kaldı ki Filistin halkının tarihsel hafızasında, 1967 Savaşı kadar yıkıcı ve derin izler bırakan daha birçok hadise müteakip yıllarda gerçekleşmiştir.

İsrail, süreç içerisinde Gazze’ye karşı dört savaş yürütmüş; 2008, 2011, 2014 ve 2021 yıllarındaki bu savaşlarda Gazze’yi adım adım dar bir alana iterek 2,3 milyon Filistinlinin yaşadığı dünyanın en büyük açık hapishanesine dönüştürmüştür.

Ne var ki İsrail, bu süreçte teritoryal işgalle yetinmemiş; Gazze’yi havalimanı, seyahat özgürlüğü, temiz su, elektrik ve iletişim gibi en temel gereksinimlerden yoksun bırakarak “topyekûn abluka” altına almıştır.

Bu bağlamda İsrail’in hava bombardımanı ile yerle yeksan ettiği Gazze’yi, eş zamanlı biçimde Filistin halkına karşı işlenen apartheid ve zulmü perdelemek için devreye soktuğu siber savaş ve enformasyon savaşı ile susturmaya çalıştığı gözlemlenmiştir.

Ayrıca İsrail, söz konusu savaşlar esnasında Gazze halkının dünya ile irtibatını koparmak için iletişim altyapısını defalarca bombalayarak internetin tamamen kesilmesine neden olmuştur.

Aslında İsrail, Filistin stratejisini hayata geçirirken, en başından itibaren nefrete, ayrımcılığa ve kışkırtmaya maruz kalan Filistin halkının susturulması gerektiğinin bilincinde olmuştur.

Kuşkusuz “dijital medyanın, toplumsal hareketlerin bir zamanlar ulaşılmaz hedeflere ulaşmasını sağlayan bir araç haline gelmesi”, Tel Aviv’in dijital işgalinin ana gerekçelerinden birisini teşkil etmiştir.4 Bu maksatla İsrail, 1993’teki Oslo Anlaşması’nın ardından işgal altında tuttuğu Filistin topraklarının telekomünikasyon altyapısının kontrolünü eline almış; Gazze’de 2G veri teknolojisi ve Batı Şeria’da 3G’ye erişimin sınırlandırılması dahil olmak üzere Filistinlilerin güvenli, uygun fiyatlı ve kaliteli internete erişim haklarını engellemiştir.

7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın 1400 İsraillinin hayatını kaybetmesine neden olan stratejik sürpriz saldırısı sonrasında, Tel Aviv Yönetimi bu zamana değin görülmemiş düzeyde yıkıcı bir mukabele kararı almıştır.

Öyle ki, İsrail’in o günden beri aralıksız biçimde Gazze’ye yönelik düzenlediği saldırılar, “sadece savaş suçu değil; bir soykırım suçu” olarak nitelendirilmektedir.5 Bu bağlamda İsrail hem askerî hem dijital olarak işgal ettiği Gazze topraklarında, Filistin halkının yaşadıklarını uluslararası kamuoyuna ‘gerçek-zamanlı’ ve ‘sansürsüz’ biçimde aktarmasının önüne geçmeye çalışmaktadır.

Bu kapsamda İsrail, Filistinlileri susturmak için elektrik kesintisi yapmakta, internet bağlantısını koparmakta ve sosyal medya platformlarındaki paylaşımlarına kısıtlamalar getirmektedir.

Örneğin Human Rights Watch, 2009’da raporladığı gibi 2023’teki saldırılarda da İsrail’in fosfor bombası kullandığını doğrulamış; lakin bütün dünyanın gözü önünde insanlığa karşı savaş suçu işleyen İsrail’in fosfor kullanımına ait medya paylaşımlarının görünürlüğü dikkat çekici şekilde düşük kalmıştır.6

Keza İsrail’in sosyal medya platformlarını yakın markaja alıp ‘toplu gözetleme’ ve ‘cezalandırma’ yaptığını kanıtlayan birçok vaka gün yüzüne çıkmaktadır.

Mesela 8 Ekim 2023 tarihinden itibaren İsrail üniversiteleri ve kolejlerinde okuyan yahut çalışan İsrail vatandaşı Filistinli öğrenci ve öğretmenlerin, Filistin’e asgari düzeyde bir ‘beğen/fav’ tuşuyla dahi destek veren sosyal medya paylaşımlarına dayanarak eşi benzeri görülmemiş sayıda disiplin soruşturması, uzaklaştırma, atılma ve hatta sınır dışı etme işlemlerinin başlatıldığı, bazı öğrencilerin yurtlardan derhal tahliyesinin talep edildiği görülmüştür.7

Yine insan hakları aktivisti ve gazeteci Filistinli Maha Hussaini’nin strateji direktörlüğünü üstlendiği Euro-med Monitor gibi, X ve diğer sosyal medya platformlarından İsrail’in yönelttiği saldırılara dair anlık yazılı ve görüntülü bilgilendirme yapan birçok sivil toplum örgütünün hesaplarına kısıtlama getirilmesi, hesapların askıya alınması yahut siber saldırıya uğramaları söz konusu olmuştur.8

Her halükârda İsrail’in -Hamas’ın iletişim hattını kesmek ve Hamas merkezli yürütülen enformasyon savaşına karşı mücadele etmek için olsa dahi- Filistin halkını dünyadan izole etmeye çalışırcasına düşünce ve ifade özgürlüğünden, dahası gıda, su, sağlık ve ulaşım hizmetleri için elzem olan iletişim kanallarından yoksun bırakması, bir savaş suçudur.

Zira bu durum BM, Filistin Kızılay’ı gibi örgütlerin dahi çalışmalarını tamamen durma noktasına getirmektedir.

Kaldı ki İsrail’in dijital ayak izlerini ve kanıtları önlemeye yönelik tutumu, savaşın tarafları ve destekçileri arasında çok daha agresif bir enformasyon savaşının yaşanmasına neden olmaktadır.

Bu anlamda dijital ortamda yaşanan enformasyon savaşlarının, olağan siyasi ve askerî propagandaların çok daha ötesine geçtiği; İsrail ve Gazze’den gelen bilgilerin ne kadar sahte, yanıltıcı, yanlış ve güvenilmez olduğuna dair büyük bir etik kaygının yaşandığına tanıklık edilmektedir.

Zira İsrail’in ayrım gözetmeksizin yönelttiği hava saldırıları yüzünden yaklaşık 50 medya kuruluşunun zarar gördüğü veya yok edildiği, en az 29 gazetecinin hayatını kaybettiği, 9 gazetecinin kaybolduğu/tutuklandığı, 8 gazetecinin yaralandığı, abluka ve hava saldırıları nedeniyle bölgedeki 24 radyo istasyonunun çoğunun operasyonlarının engellendiği, gazetecilerin iletişim, elektrik ve internet kaynaklarından yoksun olduğu, Al Jazeera gibi televizyon kanallarının ‘ulusal güvenlik tehdidi’ gerekçesiyle kapatıldığı ve yayınların sansürlendiği bir ortamda, kanıtlanmamış iddiaların sosyal medya kanallarında dalga dalga büyümesi kaçınılmaz bir durumdur.9

Bu durum İsrail’in işlediği savaş suçlarının, özgür ve güvenilir haberciliğin bulunmadığı, telekomünikasyon şirketleri Ooredoo ve Paltel’in tamamen çöktüğü bir yerde aydınlatılmasının mümkün olamayacağını kanıtlarken; aynı zamanda çok daha büyük toplumsal bir ayaklanma ve çatışmaya yol açma riski nedeniyle de endişe vericidir.

Öyle ki, savaşın başladığı 8 Ekim’den bu yana sosyal medyada İran’daki bir camiden İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına karşı Müslümanları savaşa çağırmak için siyah bayrak dalgalandırıldığı; üst düzey bir İsrailli generalin Hamas tarafından kaçırıldığı; Kim Jong Un’un, İsrail-Hamas Savaşı’ndan Başkan Biden’ı sorumlu tutarken Putin’in ABD’yi bu savaştan “uzak durması” konusunda uyardığı; Katar Emirinin, İsrail’in Gazze’yi bombalamayı sürdürmesi halinde dünyaya gaz arzını durdurmakla ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın savaşa müdahale etmekle tehdit ettiği; Ukrayna’nın Hamas’a silah sağladığını doğrulayan BBC News raporlarının paylaşıldığı; savaş propagandası için Filistinlilerin sözde oyuncak bebekleri kefenlediği yahut sahte kan gölü görüntüleri yaratıldığı ve dahası sürekli 3. Dünya Savaşı’na davet naraları atan protesto ve ayaklanma videolarının paylaşıldığı büyük bir dezenformasyon seline şahit olunmaktadır.

İlâveten bu dezenformasyon savaşına, 17 Ekim’de Gazze Şeridi’nde bulunan Al Ahli Baptist Hastanesi’nin vurulması hadisesinde olduğu gibi diğer ülkelerin dış, güvenlik, savunma ve istihbarat kurumlarının da dahil olduğu görülmektedir.10

Buna mukabil, İsrail-Hamas Savaşı esnasında dijital kitle iletişim araçlarının kullanımına ilişkin hususlarda toplumsal farkındalığın ve dijital bilincin arttırılmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir.

Aslında son yıllarda birçok ülkenin manipülasyon ve dezenformasyon maksatlı haberlerle mücadele etmek için toplumun medya okuryazarlığını arttırmaya yönelik çaba sarf ettiği ve bu çerçevede muhtelif doğrulama kaynak ve kanallarını (fact-checkers) devreye soktuğu görülmektedir.

Örneğin Finlandiya gibi bazı ülkeler ilkokuldan itibaren medya okuryazarlığı eğitimini öncelerken; birçok ülkenin gerek iletişim kurumları bünyesinde gerekse medya platformlarının kendilerine ait teyit sistemleri kurdukları görülmektedir.11 Devletlerin dijital risk ve tehlikelere karşı aldıkları tedbirler kadar, sivil toplum örgütleri ve araştırma merkezlerinin giderek daha yoğun şekilde ‘dijital bilinç, farkındalık ve hazırlılık’ faaliyetlerine hizmet ettikleri görülmektedir.

Örneğin Access Now, “İsrail’in Filistin’i Dijital İşgali” başlığıyla yer verdiği haber ve gelişmeler aracılığıyla aslında uzun zamandan beri Filistin için dijital özgürlük yaratmaya çalışan STK’lardan birisidir.

Access Now, 8 Ekim’den bu yana Gazze’nin telekomünikasyon altyapısının hedef alınması ve internet erişiminin kesintiye uğraması yüzünden sosyal medya platformlarında ve ana akım medyada dezenformasyon kampanyalarının ve savaş propagandasının daha fazla yayıldığını; bu durumun aynı zamanda bilgi kıtlığı yaratarak İsrail’in zulmünü belgeleme kapasitesine büyük zarar verdiğini, ilk elden bilgiye erişim ve doğrulama olmadığı takdirde işlenen zulümlere ilişkin bağımsız soruşturma yürütmenin zorlaştığını vurgulamıştır.

Filistin halkının davasını destekleyen yahut seslerinin duyurmak isteyen kişilerin dezenformasyon, sansür, çevrimiçi taciz, kişisel verilerin ifşası ile gölge yasaklamayı içeren geniş bir ‘dijital baskı’ kampanyasıyla bastırılıp susturulduklarını belirten Access Now, sosyal medya şirketlerinin söz konusu adaletsiz, önyargılı, ayrımcı ve baskıcı insanlık dışı uygulamaları yönetmede başarısız olduklarını öne sürmüştür.

Bu nedenle Access Now, diğer insan hakları örgütleriyle birlikte Filistinlilerin ifade özgürlüğü, dijital güvenliği, dijital mahremiyeti, sağlıklı ve kesintisiz iletişim ve internet hizmetlerine kavuşabilmeleri adına Gazze için “fiziksel ve dijital ateşkes çağrısı” yapmıştır.12

Netice itibarıyla Access Now gibi STK’lar tarafından yürütülen program ve faaliyetler, halihazırda dünyadan topyekun şekilde izole edilen Gazellilerin seslerinin yeniden duyurulması için çok kıymetli olmakla birlikte, İsrail’in konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan harp enstrümanlarını soykırıma varan derecede yaygın ve yıkıcı kullanmasının engellenmesi ancak devletlerin ve kendi hükümetlerinin politikalarından bağımsız, adil ve eşitlikçi hareket edebilen kitle iletişim araçları yöneticilerinin Tel Aviv karşısında daha dirençli ve ikna edici bir pozisyon benimsemeleriyle tarafları ‘ateşkese’ ikna etmek mümkün olabilecektir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 31 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.

QOSHE - İsrail’in enformasyon savaşı: Gazze için “dijital ateşkes” çağrısı - Merve Seren
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İsrail’in enformasyon savaşı: Gazze için “dijital ateşkes” çağrısı

7 0
31.10.2023

Günümüz savaşları aktör, yöntem ve enstrüman itibarıyla geniş bir yelpazede icra edilir durumdadır.

Bir taraftan konvansiyonel unsurlarla sahadaki kontrol ele alınmaya çalışılır. Diğer taraftan askerî muharebeye siyasi, diplomatik, ekonomik, teknolojik, hukuki, istihbari, ticari ve psikolojik alanlarda yürütülen savaşlar eşlik eder.

Bu bağlamda İsrail, “tek bir savaş dahi kaybetmeme” üzerine inşa ettiği savunma ve güvenlik anlayışıyla nevi şahsına münhasır bir ‘militarist kültür’ ortaya koyar.

Bu militarist kültür, İsrail’in askerî doktrininde somut bir karşılılık bulur: Tel Aviv Yönetimi, İsrail Savunma Kuvvetleri’ne (IDF) ve istihbarat topluluğuna ‘varoluşsal tehdit’ algısı nedeniyle ‘öz savunma’ için gerekli olan her türlü eylem ve aracı sınırsız kullanım özgürlüğü tanır.

Böylece jeopolitik ve jeostratejik konumunun yanı sıra teopolitik (dine bağlı siyaset) yaklaşımından kaynaklı iç ve dış tehdit algısına binaen İsrail tam bir “güvenlik devleti” portresi sunar.

Bu ‘geniş kapsamlı güvenlik’ odaklı yönetim zihniyeti, devletin bütün kurumlarına sirayet eden adeta içselleştirilmiş bir doktrini yansıtır.

İsrail, güvenlik stratejisini “caydırıcılık” (hartaa), “erken uyarı” (hatraa), “savunma” (hagana), “kararlılık ve başarı” (hahraa ve nitzahon) sütunları üzerine kurgular.

Silahlanma, teknolojik üstünlük, nitelikli insan kaynağı ve istihbarat kabiliyetlerini önceleyen askerî gücün yanı sıra siyasi, ekonomik ve diplomatik araçları içeren ‘önleyici savaş’ üzerine inşa ettiği ‘çok boyutlu bir güvenlik stratejisi’ uygular.

Başka bir açıdan bakıldığında, İsrail’in hibrit savaş enstrümanlarından ziyadesiyle istifade ettiği bir yaklaşım benimsediği görülür.1

Nitekim İsrail’in tehdit/düşman addettiği devlet ve devlet dışı aktörlerle (İran, Suriye, Lübnan, Hamas, Hizbullah, Filistin İslami Cihad vd.) mücadelesinde konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan unsurları eş zamanlı devreye soktuğuna tanıklık edilir.

Bu anlamda İsrail’in, ‘caydırıcılık’ stratejisi adı altında “siber savaş” ve bu savaşa eşlik eden “enformasyon savaşı” ile “psikolojik harekâtın” sunduğu imkân ve avantajlardan yararlanmayı kendisine öncelikli görev addettiği görülür.

Mesela İsrail, 2010 yılında “siber-Pearl Harbor” olarak nitelenen Stuxnet saldırısıyla İran’ın nükleer çalışmalarını hedef almıştı.

Keza ülkemizde Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinden sonra adı daha fazla duyulan İsrail merkezli NSO şirketinin ürettiği Pegasus casus yazılımı, Tel Aviv’in oluruyla siyasi bir koz ve kazanç aracı olarak onlarca devlete muhaliflerini tespit ve avlamaları için satılmıştır.2

Yine, NSO’nun Pegasus’una rakip gösterilen Intellexa ve Cytrox’a ait Predator casus yazılımı (Pegasus casus yazılımı NSO şirketi tarafından, Predator ise Intellexa ve yan kuruluşu Cytrox şirketleri tarafından geliştirilmiştir) da devletlerin iç ve dış politikalarını etkileyen büyük skandallara imzasını atmıştır.3

Mevzubahis örneklerden anlaşılacağı üzere İsrail, kurulduğu 1948 yılından günümüze değin gerek ‘söylem ve eylemlerini meşru kılmak’ gerekse ‘caydırıcılık ve kesin zafer kabiliyetlerini arttırmak’ için geleneksel ve dijital kitle iletişim araçlarını yaygın ve yoğun biçimde kullanmayı kendisine prensip edinmiştir.

İsrail, uluslararası hukuku hiçe sayan tüm askerî işgallerini sadece konvansiyonel kuvvet kullanarak icra etmemiş; her bir adımını “enformasyon savaşı”, “siber harp” ve “psikolojik harekât” kapsamı altında planlayarak ilerletmiştir.

Bu nedenledir ki İsrail’in Filistin’e karşı icra ettiği askerî işgaller, her daim dijital işgallerle desteklene gelmiştir.

Bu bağlamda İsrail’in devlet, özel sektör ve akademi arasında yakın ve etkin bir ilişkinin bulunduğunun, güçlü bir “siber ekosistem” yapılanmasına haiz olduğunun altı çizilmelidir.

İsrail’in siber savunma ve caydırıcılık kapasitesinin sivil, askerî ve istihbari serüveninin çok farklı boyutları var.

1997’deki Tehila projesinden Ulusal Bilgi Güvenliği Otoritesi’nin teşekkülüne, 2010 Ulusal Siber Girişimi ve 2017 İsrail Ulusal Siber Güvenlik Strateji Belgesi sonrası kurulan sivil siber güvenlik kurumlarına (INCB, NCSA, IL-CERT, INCD), İsrail Polisi (Lahav 433) SHABAK/SHIN BET, MOSSAD ve IDF (AMAN’a bağlı Birim 8200, C4I) faaliyet gösteren daireler ile yürütülen program ve projelere değin çok geniş siber topluluğun çalışmalarına dayanır.

İsrail, en baştan itibaren Filistin topraklarının gasp ve işgaliyle teşekkül ettirilmiş bir devlettir.

Ancak 1967 yılında gerçekleşen “Arap-İsrail Savaşı” namıdiğer “Altı Gün Savaşı” çok kısa sürmesine rağmen; İsrail’in Yeşil Hat (Greenline) sınırlarını aşarak Batı Şeria, Gazze, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası’nı ele geçirmesi on yıllara yayılan stratejik etkiler doğurmuştur.

O günden bugüne tam 56 yıldır askerî işgal altında yaşayan bir Filistin gerçeği vardır. Kaldı ki Filistin halkının tarihsel hafızasında, 1967 Savaşı kadar yıkıcı ve derin izler bırakan daha birçok hadise müteakip yıllarda gerçekleşmiştir.

İsrail, süreç........

© Fikir Turu


Get it on Google Play