Endişeli nesil (The Anxious Generation) adlı kitabı yakında çıkacak olan New York Üniversitesi Stern İşletme Okulu sosyal psikologlarından Jonathan Haidt, The Atlantic için günümüzde tüm ebeveynlerin büyük endişe kaynağı olan çocuklarda telefon bağımlılığının nedenleri, sonuçları ve çözüm yollarına ilişkin kapsamlı bir makale yayınladı. Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:

“2010’ların başında ergenler için bir şeyler aniden ve korkunç bir şekilde ters gitti. Depresyon ve anksiyete oranları yüzde 50’den fazla arttı. 10-19 yaş arası ergenlerde intihar oranı yüzde 48’e yükseldi. Z kuşağı üyeleri (1996 ve sonrasında doğanlar), kendine zarar verme ve ilgili bozukluklardan, elimizde veri bulunan diğer tüm kuşaklardan daha yüksek seviyelerde etkileniyor.

Akademik anlamda, sosyal alanda ve iş yaşamında yaşadıkları zorluklar da çetrefilleşiyor. Uluslararası eğitim eğilimlerini ölçen PISA, 2010’lu yılların başından itibaren matematik, okuma ve fen bilimlerinde de küresel çapta düşüşler yaşandığını gösteriyor. Gençler arasında yalnızlık ve arkadaşsızlık 2012 yılı civarında artmaya başladı. Genç yetişkinler önceki nesillere göre daha az flört ediyor, daha az cinsellik yaşıyor ve çocuk sahibi olmaya daha az ilgi gösteriyor. Ebeveynleriyle birlikte yaşama olasılıkları daha yüksek.

Gençken iş bulma olasılıkları daha düşük ve yöneticiler onlarla çalışmanın daha zor olduğunu söylüyor. Anketler, Z kuşağı üyelerinin önceki kuşaklara göre daha çekingen ve riskten kaçınan ve dolayısıyla daha az hırslı olduğunu gösteriyor. OpenAI kurucu ortağı Sam Altman ve Stripe kurucu ortağı Patrick Collison, geçen yıl, 1970’lerden bu yana ilk kez Silikon Vadisi’nin önde gelen girişimcilerinin hiçbirinin 30 yaşın altında olmadığını söylüyor. Altman, “Bir şeyler gerçekten yanlış gitti” diyor. Gençliğiyle ünlü bir sektörde, 20’li yaşlarında büyük kurucuların aniden yok olmasına şaşırıyorlar.

Z kuşağının ruh sağlığı kötü durumda ve birçok önemli ölçütte önceki kuşakların gerisinde kalıyor. Bir nesil kötü gidiyorsa, daha endişeli ve depresifse ve önceki nesillere göre önemli ölçüde daha düşük bir oranda aile kuruyor, kariyer planlaması yapıyor ve önemli şirketler kuruyorsa, o zaman sosyolojik ve ekonomik sonuçlar tüm toplum için derin olacaktır.

Peki, 2010’ların başında ergen gelişimini değiştiren ve ruh sağlığını kötüleştiren ne oldu?

Her ne kadar altta yatan psikoloji karmaşık olsa da cevabın basitçe ifade edilebileceğini düşünüyorum: O yıllar, zengin ülkelerdeki ergenlerin kapaklı telefonlarını akıllı telefonlarla değiştirdikleri ve sosyal yaşamlarının çok daha fazlasını internete, özellikle de viral ve bağımlılık için tasarlanmış sosyal medya platformlarına taşıdıkları yıllardı. Gençler tüm interneti ceplerinde, gece gündüz ulaşabilecekleri şekilde taşımaya başladıklarında, bu durum onların günlük deneyimlerini ve gelişim yollarını baştan aşağı değiştirdi. Arkadaşlık, flört, egzersiz, uyku, aile dinamikleri, kimlik… Hepsi etkilendi.

Çocukluğu deforme eden tek değişim akıllı telefonların ve sosyal medyanın müdahalesi değil. Çocukları ve ergenleri daha 1980’lerden itibaren sistematik olarak özgürlükten, denetimsiz oyundan, sorumluluktan ve risk alma fırsatlarından mahrum bırakmaya başladık. Bunların hepsi yetkinliği, olgunluğu ve zihinsel sağlığı teşvik ediyor.

Çocukluktaki değişim, zaten bağımsızlıktan yoksun bir neslin, ebeveynlere güvenli görünen, ancak aslında birçok açıdan fiziksel dünyadan daha tehlikeli olan yeni bir sanal evrene çekildiği 2010’ların başında hızlandı.

Benim iddiam, yaklaşık 12 yıl önce şekillenen telefon merkezli yeni çocukluğun gençleri hasta ettiği ve yetişkinlikte gelişmelerine engel olduğu yönünde. Kökten bir kültürel düzeltmeye ihtiyacımız var ve buna şimdi ihtiyacımız var.

İnsan beyni diğer primatlarınkine kıyasla olağanüstü büyüktür ve insan çocukluğu da bu büyük beyinlerin belirli bir kültür içinde gelişmesine zaman tanımak için olağanüstü uzundur. Bir çocuğun beyni 6 yaşına geldiğinde yetişkin boyutunun yüzde 90’ına ulaşmış olur. Dil ve temel kimlik aidiyeti gelişimi bu dönemde olur. Sonraki 10 ya da 15 yıl, normları öğrenmek ve fiziksel, analitik, yaratıcı ve sosyal becerilerde ustalaşmakla ilgilidir. Çocuklar ve ergenler deneyimler aradıkça ve çok çeşitli davranışları uyguladıkça, sık kullanılan nöronlar korunurken, daha az kullanılanlar kaybolur.

İnsanın çocukluğu, ergenlik dönemine kadar farklı yaşlarda farklı görevler içeren uzun bir kültürel çıraklık dönemidir. Bunu bu şekilde gördüğümüzde, her yaşta doğru öğrenme türlerini teşvik eden veya engelleyen faktörleri belirleyebiliriz. Her yaştan çocuk için öğrenmenin en güçlü itici güçlerinden biri oyun oynamaya yönelik güçlü motivasyondur. Oyun, çocukluğun işidir ve tümünün görevi aynıdır: Güçlü bir şekilde ve sık sık oynayarak, yetişkin olduklarında ihtiyaç duyacakları hareketleri ve becerileri uygulayarak beyinlerini geliştirmek.

Ergenler daha yoğun bir şekilde spor yapmak, flört etmek, alay etmek ve arkadaşları birbirine bağlayan şakalar geliştirmek gibi sosyal etkileşimlerine oyunculuğu da dahil ederler. Yüzlerce çalışma, oyun oynamak ihtiyaçtır ve oyundan mahrum bırakıldıklarında sosyal, bilişsel ve duygusal olarak bozulurlar.

Oyunun önemli bir yönü de fiziksel risk almaktır. Çocuklar ve ergenler, başarısızlığın çok maliyetli olmadığı ortamlarda risk almalı ve sık sık başarısız olmalıdır. Yeteneklerini bu şekilde geliştirir, korkularının üstesinden gelir, riski tahmin etmeyi öğrenir ve daha sonra daha büyük zorlukları üstlenmek için işbirliği yapmayı öğrenirler. Etrafta koşuştururken, keşfederken, oyun oynarken veya başka bir grupla gerçek bir çatışmaya girerken yaralanma olasılığının her zaman mevcut olması, bir heyecan unsuru ekler ve heyecan verici oyun, çocukluk kaygılarının üstesinden gelmek ve sosyal, duygusal ve fiziksel yeterlilik oluşturmak için en etkili türdür.

Risk ve heyecan arzusu, başarısızlığın daha ciddi sonuçlar doğurabileceği ergenlik yıllarında artar. Her yaştan çocuğun belirli bir anda hazır olduğu riski seçmesi gerekir. Risk alma ve bağımsız keşif fırsatlarından mahrum bırakılan gençler, ortalama olarak daha endişeli ve riskten kaçınan yetişkinler haline gelecektir.

İnsan çocukluğu ve ergenliği açık havada, tehlikeler ve fırsatlarla dolu fiziksel bir dünyada gelişmiştir. Temel aktiviteleri olan oyun, keşif ve yoğun sosyalleşme, büyük ölçüde yetişkinler tarafından denetlenmiyordu ve çocukların kendi seçimlerini yapmalarına, kendi çatışmalarını çözmelerine ve birbirlerine bakmalarına izin veriyordu. Paylaşılan maceralar ve ortak zorluklar gençleri güçlü arkadaşlık kümeleri halinde birbirine bağlıyor, bu kümeler içinde küçük grupların sosyal dinamiklerinde ustalaşıyor, bu da onları daha sonra daha büyük zorlukların ve daha büyük grupların üstesinden gelmeye hazırlıyordu.

Derken çocukluğu değiştirdik.

Değişimler 1970’lerin sonu ve 80’lerde, internetin gelişinden önce, pek çok ebeveynin çocuklarının gözetimsiz bırakılmaları halinde zarar görecekleri ya da kaçırılacakları korkusuyla yavaş yavaş başladı. Bu tür suçlar her zaman son derece nadirdi, ancak kısmen artan sokak suçları ve kayıp çocuk vakalarının günün her saati yayınlanmasını sağlayan haber televizyonlarının yükselişiyle ebeveynlerin zihninde daha da büyüdüler.

Sosyal sermayedeki genel düşüş (insanların komşularını ve kurumlarını tanıma ve onlara güvenme derecesi) ebeveynlerin korkularını daha da arttırdı. Bu arada, üniversiteye kabul için artan rekabet daha yoğun ebeveynlik biçimlerini teşvik etti. 1990’larda ebeveynler çocuklarını evlerine çekti onların serbest oyun, bağımsız keşif ve gençlerin takılma süreleri azalttı.

Ancak aşırı koruma sorunun kaynağının sadece bir kısmı. Daha bağımsız bir çocukluktan uzaklaşma, gençlerin evde, kapalı mekanlarda ve odalarında tek başlarına çok daha fazla zaman geçirmelerini kolaylaştıran ve daha davetkâr hale getiren dijital teknolojideki sürekli gelişmelerle kolaylaştırıldı.

Henry David Thoreau, sade yaşam üzerine görüşlerini aktardığı 1854 tarihli Walden‘da şöyle yazmıştı: “Bir şeyin maliyeti, onun için hemen ya da uzun vadede takas edilmesi gereken … yaşam miktarıdır.” Bir başka deyişle, başka bir şeye adadıktan sonra paranız ve zamanınızla artık yapamayacağınız şeylerin tümüdür. Bu, ekonomistlerin daha sonra herhangi bir seçimin fırsat maliyeti olarak adlandıracağı kavramın zarif bir formülüdür. Bu nedenle, cihazların genç bir insanın gününün ne kadarını kapladığını kavramamız önemlidir.

Rakamlara inanmak zor. En son Gallup verileri Amerikalı gençlerin günde yaklaşık 5 saatlerini sadece sosyal medya platformlarında (TikTok ve YouTube’da video izlemek dahil) geçirdiklerini gösteriyor. Diğer tüm telefon ve ekran tabanlı aktiviteler de eklendiğinde bu sayı günde ortalama 7-9 saate yükseliyor.

Bu çok yüksek rakamlar, okul ya da ev ödevleri için ekran başında geçirilen zamanı kapsamıyor. Daha az uyuyorlar, daha az spor yapıyorlar ve kitaba el sürmüyorlar. Neredeyse uyanık oldukları her saat, tamamen ya da kısmen cihazlarının başında geçiriyorlar. Thoreau’nun deyişiyle, tüm bu ekran süresi için hayatın ne kadarı değiş tokuş ediliyor? Muhtemelen çoğunu…

Ergenlerin akıllı telefon ve sosyal medya kullanımına ilişkin tartışmalar genellikle ruh sağlığı etrafında dönüyor ve bu anlaşılabilir bir durum. Ancak çocukluğun bu kadar ani ve dikkatsizce dönüştürülmesinin yol açtığı zararlar ruh sağlığının çok ötesine geçiyor. İşte birkaç zarar daha….

Bir araştırmaya göre tipik bir ergen günde 237 bildirim alıyor, yani uyanık olduğu her saatte yaklaşık 15 bildirim. Neredeyse büyük, yaratıcı ya da değerli her şeyi yapmak için sürekli dikkat şarttır, ancak gençler yüksek haz veren, düşük çaba gerektiren dijital deneyimler sunan bildirimlerle dikkatlerinin küçük parçalara bölündüğünü görüyorlar.

Bu durum sınıfta bile yaşanıyor. Araştırmalar, öğrencilerin ders sırasında telefonlarına erişimleri olduğunda, bunları özellikle mesajlaşmak ve sosyal medyayı kontrol etmek için kullandıklarını ve notlarının ve öğrenmelerinin zarar gördüğünü doğruluyor. Bu durum, 2010’lu yılların başlarında, yani pandemi başlamadan çok önce, dünya genelinde sınav puanlarının neden düşmeye başladığını açıklayabilir.

Sosyal medya ya da video oyunlarına yönelik davranışsal bağımlılığın uyuşturucuların yarattığı bağımlılıkla tam olarak aynı değildir. Bununla birlikte, hepsi dopamin nöronlarının ve ödül yollarının anormal derecede yoğun ve sürekli aktivasyonunu içerir. Zamanla beyin bu yüksek dopamin seviyelerine adapte olur; çocuk dijital aktiviteyle meşgul olmadığında beyninde yeterli dopamin bulunmaz ve çocuk yoksunluk belirtileri yaşar. Bunlar genellikle anksiyete, uykusuzluk ve yoğun sinirlilik halini içerir. Bu tür davranışsal bağımlılıkları olan çocuklar genellikle asık suratlı ve agresif olurlar ve ailelerinden uzaklaşarak yatak odalarına ve cihazlarına çekilirler.

Erkek çocuklar için başlıca bağımlılık riskleri video oyunları ve porno gibi görünüyor. Video oyun bağımlılığı ilişkin tahminler ergen erkekler ve genç erkekler arasında yüzde 7 ila 15 arasında değişiyor.

Kızlarda bu oran daha düşük ancak sosyal medyayı erkeklerden daha yoğun kullanıyorlar.

Telefona dayalı bir yaşam ve hiçbir istikrarın bulunamadığı sosyal medya girdabında yaşamaya başlamak, umutsuzluğu da artırdı. 2010’dan 2019’a kadar hayatlarının “anlamsız” olduğunu düşünenlerin sayısı yaklaşık yüzde 70 artarak her 5 kişiden 1’ne ulaştı.

Kültürel öğrenme için çok önemli olan bu hassas dönemde, kabaca 9 ila 15 yaşları arasında, çocuklarımızı yetişkinlik için kimin sosyalleştirdiği konusunda özellikle dikkatli olmalıyız. Özellikle de çoğu çocuğun ilk akıllı telefonunu aldığı ve rastgele yabancılardan gelen nehirler dolusu içeriği tüketmek üzere (ebeveyn izni olsun ya da olmasın) kaydolduğu dönemde. Bu içeriklerin çoğu diğer ergenler tarafından birkaç dakikalık ya da birkaç saniyelik bloklar halinde üretiliyor.

Kültürlendirici içeriğin bu şekilde yeniden yönlendirilmesi, eski nesillerden ve bir dereceye kadar, gelişen bir hayatın nasıl yaşanacağına dair bilgiler de dahil olmak üzere insanlığın birikmiş bilgeliğinden büyük ölçüde kopmuş bir nesil yarattı. Ergenler kendi yerel veya ulusal kültürleriyle iç içe daha az zaman geçirmektedir. Onları büyülemek için tasarlanmış algoritmalar tarafından küratörlüğü yapılan 30 saniyelik hikâyelerden oluşan kafa karıştırıcı, mekânsız, tarihsiz bir girdabın içinde reşit oluyorlar. Geçmişe dair sağlam bir bilgi ve iyi fikirlerin kötülerden ayrıştırılması gibi nesiller boyunca devam eden bir süreç olmaksızın, gençler çevrelerinde popüler olan korkunç fikirlere inanmaya daha yatkın olacaklardır.

Büyük Fransız sosyolog Émile Durkheim, uzun zaman önce, insanlarını ortak bir kutsallık duygusu ve kural ve normlara ortak bir saygı ile birbirine bağlayamayan bir toplumun, büyük bir bireysel özgürlük toplumu olmadığını; daha ziyade, yönünü kaybetmiş bireylerin hedefler belirlemekte ve bu hedeflere ulaşmak için kendilerini zorladıkları bir yer olduğunu göstermiştir. Durkheim, anlam kaybının Avrupa ülkelerindeki intihar oranlarının başlıca nedenlerinden biri olduğunu ileri sürmüştür.

Gençler ve ebeveynleri en az dört kolektif eylem tuzağına takılmış durumda.

Her birinden tek bir ailenin kaçması zor, ancak aileler, okullar ve topluluklar koordine olur ve birlikte hareket ederse kaçış çok daha kolay hale gelir.

Buradaki tuzak, her çocuğun bir akıllı telefona ihtiyacı olduğunu düşünmesi çünkü herkeste bir tane var ve birçok ebeveyn çocuklarının dışlanmış hissetmesini istemedikleri için buna boyun eğiyor. 24 saat internet erişiminin toplumsal bir norm olarak 9. sınıfa (14 yaş civarı) kadar ertelenmesi, ergenliğin çok hassas ilk birkaç yılında ergenlerin korunmasına yardımcı olacaktır. Bu yıllar sosyal medya kullanımının kötü ruh sağlığıyla en çok ilişkili olduğu yıllardır.

Buradaki tuzak, akıllı telefonlarda olduğu gibi, her ergenin TikTok, Instagram, Snapchat ve diğer platformlarda hesap açma ihtiyacı hissetmesi çünkü akranlarının çoğu bu platformlarda paylaşım ve dedikodu yapıyor. Ancak ergenlerin çoğunluğu 16 yaşına gelene kadar bu hesaplara girmemiş olsaydı, aileler ve ergenler kaydolma baskısına daha kolay direnebilirdi.

Gecikme, 16 yaşından küçük çocukların TikTok veya YouTube’da asla video izleyemeyecekleri anlamına gelmez; sadece hesap açamayacakları, verilerini veremeyecekleri, kendi içeriklerini yayınlayamayacakları ve algoritmaların kendilerini ve tercihlerini tanımasına izin veremeyecekleri anlamına gelir.

Çoğu okul telefonları yasakladığını iddia eder, ancak bu genellikle öğrencilerin ders sırasında telefonlarını ceplerinden çıkarmamaları gerektiği anlamına gelir. Araştırmalar çoğu öğrencinin ders sırasında telefonlarını kullandığını gösteriyor. Ayrıca öğle arasında, boş zamanlarda ve ders aralarında, yani öğrencilerin sınıf arkadaşlarıyla yüz yüze etkileşime girebilecekleri ve girmeleri gereken zamanlarda da kullanıyorlar.

Okul günü boyunca öğrencilerin akıllarını telefonlarından uzaklaştırmanın tek yolu, tüm öğrencilerin günün başında telefonlarını (ve mesaj gönderip alabilen diğer cihazları) bir telefon dolabına veya kilitli bir poşete koymalarını zorunlu kılmaktır. Telefonu serbest bırakmayan okullar her zaman bunun kültürü geliştirdiğini, öğrencileri sınıfta daha dikkatli ve birbirleriyle daha etkileşimli hale getirdiğini bildiriyor. Yayınlanmış çalışmalar onları destekliyor.

Cinayet, alkollü araç kullanma ve çocuklara yönelik diğer fiziksel tehdit oranları son yıllarda çok azalmış olsa da pek çok ebeveyn çocuklarına kendileri küçükken sahip oldukları bağımsızlık ve sorumluluk düzeyini vermekten korkuyor. Korkunun bir kısmı, ebeveynlerin neyin normal ve dolayısıyla güvenli olduğunu belirlemek için birbirlerine bakmalarından ve 9 yaşındaki bir çocuğun refakatçi olmadan bir mağazaya yürüyebileceğine güvenilebileceği gibi davranan çok az aile örneği görmelerinden kaynaklanıyor.

Ancak birçok ebeveyn çocuklarını oyun oynamaları ya da ayak işlerini yapmaları için dışarı göndermeye başlarsa, neyin güvenli ve kabul edilebilir olduğuna dair normlar hızla değişecektir. “İyi ebeveynliğin” ne olduğuna dair fikirler de değişecektir. Ayrıca daha fazla ebeveyn çocuklarına daha fazla sorumluluk yüklerse, örneğin çocuklarından daha fazla yardım etmelerini ya da başkalarıyla ilgilenmelerini isterse yaygın “işe yaramazlık” duygusu dağılmaya başlayabilir.

Bu dördüncü normu göz ardı etmek hata olur. Eğer ebeveynler ekran başında geçirilen zamanı arkadaşlarla ve bağımsız aktivitelerle dolu gerçek dünya deneyimleriyle değiştirmezlerse, cihazları yasaklamak bir fırsatlar dünyasının kapılarını açmak yerine mahrumiyet hissi yaratacaktır.

Telefon temelli çocukluğun bu kadar zararlı olmasının ana nedeni, diğer her şeyi bir kenara itmesidir. Akıllı telefonlar deneyim engelleyicilerdir. Nihai hedefimiz ekranları tamamen kaldırmak ya da çocukluğu 1960’taki haline döndürmek olmamalıdır. Aksine, gençlerin dijital çağda gelişirken gerçek dünyaya bağlı kalmalarını sağlayan bir çocukluk ve ergenlik versiyonu yaratmak olmalıdır.”

Bu yazı ilk kez 20 Mart 2024’te yayımlanmıştır.

QOSHE - Telefon bağımlısı çocuklar niçin tehlikede? - Fikir Turu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Telefon bağımlısı çocuklar niçin tehlikede?

3 1
20.03.2024

Endişeli nesil (The Anxious Generation) adlı kitabı yakında çıkacak olan New York Üniversitesi Stern İşletme Okulu sosyal psikologlarından Jonathan Haidt, The Atlantic için günümüzde tüm ebeveynlerin büyük endişe kaynağı olan çocuklarda telefon bağımlılığının nedenleri, sonuçları ve çözüm yollarına ilişkin kapsamlı bir makale yayınladı. Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:

“2010’ların başında ergenler için bir şeyler aniden ve korkunç bir şekilde ters gitti. Depresyon ve anksiyete oranları yüzde 50’den fazla arttı. 10-19 yaş arası ergenlerde intihar oranı yüzde 48’e yükseldi. Z kuşağı üyeleri (1996 ve sonrasında doğanlar), kendine zarar verme ve ilgili bozukluklardan, elimizde veri bulunan diğer tüm kuşaklardan daha yüksek seviyelerde etkileniyor.

Akademik anlamda, sosyal alanda ve iş yaşamında yaşadıkları zorluklar da çetrefilleşiyor. Uluslararası eğitim eğilimlerini ölçen PISA, 2010’lu yılların başından itibaren matematik, okuma ve fen bilimlerinde de küresel çapta düşüşler yaşandığını gösteriyor. Gençler arasında yalnızlık ve arkadaşsızlık 2012 yılı civarında artmaya başladı. Genç yetişkinler önceki nesillere göre daha az flört ediyor, daha az cinsellik yaşıyor ve çocuk sahibi olmaya daha az ilgi gösteriyor. Ebeveynleriyle birlikte yaşama olasılıkları daha yüksek.

Gençken iş bulma olasılıkları daha düşük ve yöneticiler onlarla çalışmanın daha zor olduğunu söylüyor. Anketler, Z kuşağı üyelerinin önceki kuşaklara göre daha çekingen ve riskten kaçınan ve dolayısıyla daha az hırslı olduğunu gösteriyor. OpenAI kurucu ortağı Sam Altman ve Stripe kurucu ortağı Patrick Collison, geçen yıl, 1970’lerden bu yana ilk kez Silikon Vadisi’nin önde gelen girişimcilerinin hiçbirinin 30 yaşın altında olmadığını söylüyor. Altman, “Bir şeyler gerçekten yanlış gitti” diyor. Gençliğiyle ünlü bir sektörde, 20’li yaşlarında büyük kurucuların aniden yok olmasına şaşırıyorlar.

Z kuşağının ruh sağlığı kötü durumda ve birçok önemli ölçütte önceki kuşakların gerisinde kalıyor. Bir nesil kötü gidiyorsa, daha endişeli ve depresifse ve önceki nesillere göre önemli ölçüde daha düşük bir oranda aile kuruyor, kariyer planlaması yapıyor ve önemli şirketler kuruyorsa, o zaman sosyolojik ve ekonomik sonuçlar tüm toplum için derin olacaktır.

Peki, 2010’ların başında ergen gelişimini değiştiren ve ruh sağlığını kötüleştiren ne oldu?

Her ne kadar altta yatan psikoloji karmaşık olsa da cevabın basitçe ifade edilebileceğini düşünüyorum: O yıllar, zengin ülkelerdeki ergenlerin kapaklı telefonlarını akıllı telefonlarla değiştirdikleri ve sosyal yaşamlarının çok daha fazlasını internete, özellikle de viral ve bağımlılık için tasarlanmış sosyal medya platformlarına taşıdıkları yıllardı. Gençler tüm interneti ceplerinde, gece gündüz ulaşabilecekleri şekilde taşımaya başladıklarında, bu durum onların günlük deneyimlerini ve gelişim yollarını baştan aşağı değiştirdi. Arkadaşlık, flört, egzersiz, uyku, aile dinamikleri, kimlik… Hepsi etkilendi.

Çocukluğu deforme eden tek değişim akıllı telefonların ve sosyal medyanın müdahalesi değil. Çocukları ve ergenleri daha 1980’lerden itibaren sistematik olarak özgürlükten, denetimsiz oyundan, sorumluluktan ve risk alma fırsatlarından mahrum bırakmaya başladık. Bunların hepsi yetkinliği, olgunluğu ve zihinsel sağlığı teşvik ediyor.

Çocukluktaki değişim, zaten bağımsızlıktan yoksun bir neslin, ebeveynlere güvenli görünen, ancak aslında birçok açıdan fiziksel dünyadan daha tehlikeli olan yeni bir sanal evrene çekildiği 2010’ların başında hızlandı.

Benim iddiam, yaklaşık 12 yıl önce şekillenen telefon merkezli yeni çocukluğun gençleri hasta ettiği ve yetişkinlikte gelişmelerine engel olduğu yönünde. Kökten bir kültürel düzeltmeye ihtiyacımız var ve buna şimdi ihtiyacımız var.

İnsan beyni diğer primatlarınkine kıyasla olağanüstü büyüktür ve insan çocukluğu da bu büyük beyinlerin belirli bir kültür içinde gelişmesine zaman tanımak için olağanüstü uzundur. Bir çocuğun beyni 6 yaşına geldiğinde yetişkin boyutunun yüzde 90’ına ulaşmış olur. Dil ve temel kimlik aidiyeti gelişimi bu dönemde olur. Sonraki 10 ya da 15 yıl, normları öğrenmek ve fiziksel, analitik, yaratıcı ve sosyal becerilerde ustalaşmakla ilgilidir. Çocuklar ve ergenler deneyimler aradıkça ve çok çeşitli davranışları uyguladıkça, sık kullanılan nöronlar korunurken, daha az kullanılanlar kaybolur.

İnsanın çocukluğu, ergenlik dönemine kadar farklı yaşlarda farklı görevler içeren uzun bir kültürel çıraklık dönemidir. Bunu bu şekilde gördüğümüzde, her yaşta doğru öğrenme türlerini teşvik eden veya engelleyen faktörleri belirleyebiliriz. Her yaştan çocuk için öğrenmenin en güçlü itici güçlerinden biri oyun oynamaya yönelik güçlü motivasyondur. Oyun, çocukluğun işidir ve tümünün görevi aynıdır: Güçlü bir şekilde ve sık sık oynayarak, yetişkin olduklarında ihtiyaç duyacakları hareketleri ve becerileri uygulayarak beyinlerini geliştirmek.

Ergenler daha yoğun bir şekilde spor yapmak, flört etmek, alay etmek ve arkadaşları birbirine bağlayan şakalar geliştirmek gibi sosyal etkileşimlerine oyunculuğu da dahil ederler. Yüzlerce çalışma, oyun oynamak ihtiyaçtır ve oyundan mahrum bırakıldıklarında sosyal, bilişsel ve duygusal olarak bozulurlar.

Oyunun önemli bir yönü de fiziksel risk almaktır. Çocuklar ve ergenler, başarısızlığın çok maliyetli olmadığı ortamlarda risk almalı ve sık sık başarısız olmalıdır. Yeteneklerini bu şekilde geliştirir, korkularının üstesinden gelir, riski tahmin etmeyi öğrenir ve daha sonra daha büyük zorlukları üstlenmek için işbirliği yapmayı öğrenirler. Etrafta koşuştururken, keşfederken, oyun oynarken veya başka bir grupla gerçek bir çatışmaya girerken yaralanma........

© Fikir Turu


Get it on Google Play