Dağdan indim şehire
Kürt sorunu bağlamında PKK'nın (Partiya Karkerên Kurdistan) silahlı varlığının sona erdirilmesi ihtimali, yalnızca askeri veya güvenlik bürokrasisini ilgilendiren teknik bir silahsızlanma meselesi değil; sosyolojik, psikolojik ve politik katmanları olan derin bir toplumsal dönüşüm sürecidir. Literatürde sıklıkla "çatışma sonrası inşa" (post-conflict peacebuilding) olarak tanımlanan bu süreç, örgütlü şiddetin sonlandırılmasının ötesinde, şiddeti üreten yapısal ve bilişsel mekanizmaların dönüştürülmesini gerektirir.
Birleşmiş Milletler'in "Barışı Sürdürme" (Sustaining Peace) ajandası, çatışmanın nüksetmesini önlemek için sadece negatif barışın (çatışmanın yokluğu) değil, pozitif barışın (adalet ve kalkınma kurumlarının inşası) gerekliliğini vurgular. PKK örneğinde, örgütün dağ kadrosunun "şehre inmesi", yani sivil hayata geçişi, basit bir mekânsal yer değiştirme değil, ontolojik bir statü değişikliğidir. Bu geçiş, bireyin "gerilla" kimliğinden "vatandaş" kimliğine evrilmesini zorunlu kılar ki bu, on yıllarca süren ideolojik endoktrinasyon ve çatışma ortamı düşünüldüğünde, son derece sancılı bir psiko-sosyal rehabilitasyonu gerektirir.
PKK'nın kuruluş ideolojisi, Soğuk Savaş döneminin anti-kolonyal kurtuluş hareketlerine paralel olarak, katı bir Marksist-Leninist çizgi üzerine inşa edilmiştir. Bu dönemde örgüt, Kürt sorununun çözümünü "Bağımsız Birleşik Kürdistan" (Sörxwebun) hedefiyle, yani klasik anlamda bir ulus-devlet kurma projesiyle özdeşleştirmiştir. Bu paradigma, devleti nihai kurtuluş aracı olarak görmüş ve toplumsal mobilizasyonu bu hedef etrafında şekillendirmiştir.
Ancak bu "devletçi" yaklaşım, Kürt sosyolojisinin iç dinamikleriyle ciddi sürtüşmeler yaşamıştır. Kürt toplumunun önemli bir kesiminin muhafazakâr yapısı, aşiret bağları ve sosyalizme mesafeli duran orta sınıfı, örgütün sınıf temelli söylemleriyle her zaman örtüşmemiştir. Ayrıca, Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve reel sosyalizmin küresel ölçekte prestij kaybı, örgütü ideolojik bir revizyona zorlamıştır. Bu süreçte, örgüt kendini "ezilen halkların temsilcisi" olarak konumlandırsa da, pratik sahada dindar Kürtlerin ve geleneksel yapıların örgütten uzaklaşması, ciddi bir meşruiyet krizine yol açmıştır.
Örgütün ideolojik eksenindeki radikal kopuş, Abdullah Öcalan’ın 1999’da yakalanıp İmralı Cezaevi’ne konulmasından sonra gerçekleşmiştir. Öcalan, burada yaptığı okumalar ve savunmalar yoluyla, klasik Marksist-Leninist devlet teorisini reddederek "Demokratik Konfederalizm" paradigmasını geliştirmiştir. Bu yeni yaklaşım, ABD'li sosyal ekolojist ve anarşist düşünür Murray Bookchin'in "liberter belediyecilik" (libertarian municipalism) ve "sosyal ekoloji" tezlerinden derinlemesine etkilenmiştir.
Bookchin, hiyerarşinin ve tahakkümün kökenini ekolojik yıkımla ilişkilendirmiş ve ulus-devleti kapitalizmin en yıkıcı formu olarak nitelemiştir. Öcalan, Bookchin'in fikirlerini Kürt sorununa uyarlayarak, ulus-devlet kurma hedefini "kapitalist modernitenin tuzağı" olarak tanımlamış ve bunun yerine "devlet olmayan demokratik bir sistem" önermiştir. Bu sistem, sınırların değişmesini değil, sınırların anlamsızlaşmasını; merkezi devlet bürokrasisi yerine yerel meclisler ve komünler aracılığıyla "radikal demokrasi"nin inşasını savunur.
Bu paradigma değişimi, teorik düzeyde "ulus-devlet temelli tıkanıklıkların çözümü" ve milliyetçiliğin "panzehiri" olarak sunulsa da, pratikte ciddi çelişkiler barındırmaktadır.
PYD'nin (Demokratik Birlik Partisi) Suriye'nin kuzeyinde (Rojava) uyguladığı sistem, bu teorinin laboratuvarı olarak sunulmaktadır. Ama sahadaki uygulamalar genellikle örgütün merkeziyetçi ve hiyerarşik "kadro" yapısının devam ettiğini göstermektedir. Örgüt, söylemde "anti-iktidar" ve "devlet karşıtı" bir pozisyon alırken, kendi iç işleyişinde lidere (Önderlik) mutlak itaat ve askeri disiplin gibi "devletsi" mekanizmaları en katı şekilde uygulamaya devam etmektedir. Bu durum, militanların zihninde "demokrasi" kavramının, örgüt hiyerarşisine itaatle eşdeğer tutulduğu paradoksal bir durum yaratmaktadır.
ÖRGÜT KÜLTÜRÜ VE PSİKO-SOSYAL KOŞULLANMA
PKK'nın silahlı kadrolarının sivil siyasete entegrasyonunun önündeki en büyük engel, örgütün on yıllar içinde inşa ettiği ve bireyi tamamen "örgütsel benlik" içinde eriten kültürel yapısıdır. Bu yapı, psikiyatrist Robert Jay Lifton'un Thought Reform and the Psychology of Totalism (1961) eserinde tanımladığı "totaliter düşünce reformu" (beyin yıkama) mekanizmalarıyla büyük benzerlikler göstermektedir.
Lifton'un Çinli komünistlerin endoktrinasyon yöntemlerini inceleyerek geliştirdiği "sekiz kriter", PKK'nın dağ kadrosundaki zihinsel şekillendirme süreçlerini anlamak için güçlü bir analitik çerçeve sunar. Bu mekanizmalar, bireyin eleştirel düşünme yetisini askıya alarak, örgüt ideolojisini mutlak ve tartışılmaz bir gerçeklik olarak kabul etmesini sağlar.
Çevre Kontrolü (Milieu Control): Dağ kampları, doğası gereği izole mekanlardır. Örgüt, bu fiziksel izolasyonu, enformasyonel bir izolasyona dönüştürür. Militanın ailesiyle, eski arkadaşlarıyla ve örgüt dışı tüm bilgi kaynaklarıyla (bağımsız medya, rakip siyasi yayınlar) bağı koparılır. Birey, yalnızca........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein