Ödül Töreni Sorgulaması: Kime göre Neye göre Kazanan?

Yazıyı bir soru işaretiyle ve minik bir çalışmayla başlatalım:

Ödül denildiğinde aklınızda beliren ilk üç şey/kelime nedir?

Ödül kelimesini duyduğumuz an zihnimizde beliren kavramlardan ya da kelimelerden biri çoğunlukla ceza oluyor. Çünkü yaşamın mekanizmasında her şey zıddıyla beraber varlık gösteriyor. Ödül, TDK tanımına göre başarı karşılığında verilen armağan olarak tanımlanıyor ve mükâfatla ilişkilendiriliyor. Tanımın üçüncü basamağında iyilik yer alıyor ve bağlantı yine mükâfat. İkinci basamak ise bu yazının konusu: Yarışmada kazananlara verilmek üzere ortaya konan ödül ve tahmin edeceğiniz üzere bağlandığı nokta yine mükâfat. Yani ödül dediğimiz şeyin somut ve soyut tüm varoluşlarında mükâfat ezgisi var. Aynı şekilde mükâfat kelimesinin sözlük tanımına baktığımızda, ödülle karşılaşıyoruz. Ödül ve mükâfat aynı anlama tekabül ediyor; ikisi de yapılan bir şey sonucunda iyi bir karşılık almayı simgeliyor.

Peki hayat böyle mi işliyor sahiden?

Tahterevallinin diğer ucunda duran ceza ağırlaşınca ödül göğe mi yükseliyor?

Zıddı olmadan, yani karşı tarafta bir zarar ya da zarar veren biri olmadan ödül, mükâfat oluşabiliyor mu?

Her mükâfat içinde iki taraf taşıyor. Bu taraflar kurdukları ilişki yolculuğunda ortaya bir olay, bir durum ya da bir yaşantı çıkarıyorlar. Ortaya çıkan ilişki sürdükçe iki taraf da kendi havzasında birikim yapmaya başlıyor. Taraflar zaman zaman birbirlerinin ödülü olduklarını düşünürken, iç dünyaları çarpıştığında yani bir şeyler fena halde ters gitmeye başladığında hemen bir ceza muhakemesi yapıyorlar. İnsanlık yaşananları ödül-ceza ekseninde değerlendiriyor ve yola devam edebilmek için olandan ders çıkarmaya odaklı bir zihin hareketi gerçekleştiriyor. Günün sonunda her iki taraf da kendi içinde haklı olduğuna inanıyor ve mükâfat parçalanıyor, ikiye ayrılıyor. Yolculuk bitiyor. İki insan, iki ayrı ödül-ceza kavramıyla kendi yollarına devam ediyor. Dolayısıyla ödül dediğimiz şeyin hepimizin kabul ettiği bir tanımı var fakat bu konuda herkesin biricik bir inancı da var. Yani ödül bir kelime ya da kavram olmaktan çok daha fazlası…

Edebiyat yarışmalarının ödül törenlerinde bunu hep düşünürüm. Herkese göre farklı inşa edilmiş bir ödül sisteminde, bambaşka zihin yapılarına sahip jüriler kendilerine gönderilen edebiyat eserleri arasında seçim yapıyor. Eserleri seçilenler “kazanan” olarak ilan ediliyor ve ödüle layık görülüyor. Kazananlar konusunda elbette bir problem yok fakat kazanamayanlar neye göre, hangi zihnin beklentisine göre kazanamıyor? İşte bu sorunun cevabı yarışmaların gölgesi altında kalıyor.

26 Nisan’da gerçekleşen Seyhan Livaneli Öykü Yarışması Ödül Töreni’nde bu konuya dair bir yenilik gerçekleştirildi. Ödül töreni programına mini bir panel eklendi ve yarışmanın jürileri belirledikleri yol-göç temasına yönelik kendi bakış açıları hakkında konuşmalar yaptı.

Menekşe Toprak bir göçmen olarak kendi yabancılaşma hikâyesinden ve göçü deneyimleyen kişinin duygu yoğunluğundan bahsetti. Bu ağır deneyimi kaleme alabilmek için aradan bir iki kuşak geçmesi gerekiyor, göç edenlerin torunları bu hikâyeleri çok daha sağlıklı bir yerden yazabiliyor, dedi. Ki ben de tam da bahsettiği kişi olarak oradaydım, göçmenliği her an damarlarında hisseden anneannemi ve dedemi yazmıştım. Bu bakış açısı beni epey derin bir yerden yakaladı.

Hakan Akdoğan göçmen ve sürgün arasındaki farka değindi. Bir yerden zorla gönderilmenin, başka bir yere mahkum edilmenin tekinsizliğinden bahsetti. Hatta yarışmanın konusunu belirlerken özellikle “yol” kelimesini de eklediklerini, asıl kastettikleri şeyin bir yerden başka bir yere hareket eden insan olduğunu söyledi. Yani jürinin beklentisi somut göçtü.

Barış İnce ise bu noktada farklı bir yaklaşım izledi ve göç dediğimiz şeyin günlük yaşamın kıvrımlarında bile hissedilebileceğini, yol dediğimiz şeyin aslında soyut olarak her an önümüzde açılabileceğini söyledi. Kendinden göç, umuttan göç, yaşamdan göç… Mücadelenin yolu, yaşam yolu, geçmişe/geleceğe giden yol… Bu sıradan an ve durumların öyküleştirilmesinin soyut bir izlek olarak epey anlamlı olduğunu ifade etti.

Zafer Köse moderatör olduğu için genellikle konuşmaları birbirine bağladı fakat onun da bahsettiği temel yol hikâyesi yazarlık üzerineydi.

Gaye Boralıoğlu, göç ve yol temasının bütününde duygu üreten ve hayatta kalmaya çalışan insanı merkezleştirdi. Aynı şekilde Menekşe Toprak, yarışmaya gönderilen birçok öykünün yaşamdan göç etmek ve ölüm yolculuğu üzerine olduğunu ve bu durumun onları şaşırttığını, çünkü göç denilen şeyin gerçekte yaşama yolculuk olduğunu ve ölüme direnmek olduğunu söyledi.

Jürilerin temaya yaklaşımlarını, ne tarz öyküler beklediklerini, yazarlardan beklentilerini, gönderilen öyküler karşısında ne düşündüklerini ve hissettiklerini bilmek çok keyifliydi. Bir diğer yenilik de konuşmacılardan biri olan Jale Sancak’ın kazanan öyküleri genel olarak değerlendirmek amacıyla yaptığı konuşmaydı. Bu konuşmada; kazanan öykülerin sahiplerinin genel olarak nasıl bir yol haritası izlediklerini, yol-göç teması denilince nasıl bağlantılar tercih ettiklerini, üslup çizgilerini ve öykü akışlarını değerlendirdi. Anlatıcıyı çoğaltmak ve derinleştirmek ile ilgili tavsiyelerde bulundu. Bu konuşmalar yarışmayı deşifre etti ve bu ödülün çerçevesini net bir şekilde çizdi.

Bu ödül töreni tasarımını çok başarılı buldum çünkü gerçekte edebiyat ödül törenleri söz konusu olduğunda merkezde hep bir boşluk kalıyor: Okurun kendisi, yani kime göre neye göre dediğimiz derecelendirme çizgisi. Her okur, bireysel okuma tercihlerine ve okur zevklerine sahiptir. Dolayısıyla birinin sevdiğini diğerinin içselleştirememesi çok doğal, kişisel bir durumdur. Yarışmaya gönderilen öyküyü jüriden biri çok derinlikli bulurken diğeri dilini ağdalı bulabilir. Biri öykünün ne kadar doğal bir akışta olduğundan bahsederken diğeri daha köklü bir konu tercih etmesi gerektiğini düşünebilir. Sonsuz bakışın olduğu bir ortamda derecelendirme yapılırken tercihler elbette kolektif değil, küçük bir kabileye ait oluyor. Yani her edebiyat ödülünün sahibi, jürilerin ortak edebiyat zevklerini ve beklentilerini doyurduğu için o mükâfata layık görülüyor. Bahsi geçen yaratıcı Seyhan Livaneli ödül töreni bahsetmiş olduğum bu beş jüri üyesinin filtrelerini kapsıyor. Kazananlar, o beş kişinin aklına ve ruhuna hitap edecek ortak bağlantıyı yakaladıkları için kazanıyorlar.

Böyle bakınca ödül özel, tercih öznel…

Peki kazanamayanlar ne hissediyorlar?

Yazının başlangıcında konuştuğumuz gibi kavramın zıddına yöneliyor ve ödülün tam tersi yönde hisler üretiyorlar. Neden olmadığını merak ediyor, belki hayal kırıklığına uğruyor, yeni bir öyküye başlayacak motivasyonu bulmak için çabalıyorlar. Belki de burada ürettikleri yoğun duyguyla hemen yazmaya koyuluyorlar… Günün sonunda ne olursa olsun belirleyici olanın ne olduğunu merak ediyorlar. Bu açıdan bakıldığında, ödül törenlerinin bu şekilde tasarlanması, hatta yarışmaya katılan herkesin törene davet edilmesi, belki de bu törenin tüm gün sürecek bir etkinliğe dönüşmesi edebiyat anlamında epey doyurucu olurdu. Böylece ödül kavramı göklerden yeryüzüne iner, Tanrılıktan soyunur görünür olurdu. İşte o zaman bir denge noktası oluşur, zıddıyla var olma eylemi son bulurdu. Yarışmanın tüm katılımcıları jüri üyelerinin hayal ettikleri ve bekledikleri şeyleri duyunca kendi öyküleri hakkında doğru bir değerlendirme yapabilirlerdi. Bu değerlendirme, sözcüklerle olan yolculuğa devam ederken onlara bir kılavuz olurdu. Sebepler ortaya çıkan sonuçları idrak etmemizi kolaylaştırırdı.

Yazıyı tamamlarken izlediğim ve katılımcısı oldum tüm ödül törenlerine ilişkin ricalarımdan, bir anlamda kişisel rüyalarımdan bahsetmek istiyorum:

Bu kısım elbette zihinde filizlenen hayallerden mürekkep… Bir gün gerçekliğe kavuşmaları mümkün.

Kısıtlı olandan sonsuza, hayalden yaratıcı gerçekliğe göç…

Mücadeleden mükâfata, kelimeden hikâyeye yol…

Yaşamın kendisinden kopup gelen, zıddı, kazananı, kaybedeni olmayan kolektif ödülleriniz bol olsun.

Hayata ve ruha katkı olsun.

QOSHE - İpek Sözen: Ödül Töreni Sorgulaması: Kime göre Neye göre Kazanan? - İpek Sözen
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İpek Sözen: Ödül Töreni Sorgulaması: Kime göre Neye göre Kazanan?

33 0
05.05.2024

Ödül Töreni Sorgulaması: Kime göre Neye göre Kazanan?

Yazıyı bir soru işaretiyle ve minik bir çalışmayla başlatalım:

Ödül denildiğinde aklınızda beliren ilk üç şey/kelime nedir?

Ödül kelimesini duyduğumuz an zihnimizde beliren kavramlardan ya da kelimelerden biri çoğunlukla ceza oluyor. Çünkü yaşamın mekanizmasında her şey zıddıyla beraber varlık gösteriyor. Ödül, TDK tanımına göre başarı karşılığında verilen armağan olarak tanımlanıyor ve mükâfatla ilişkilendiriliyor. Tanımın üçüncü basamağında iyilik yer alıyor ve bağlantı yine mükâfat. İkinci basamak ise bu yazının konusu: Yarışmada kazananlara verilmek üzere ortaya konan ödül ve tahmin edeceğiniz üzere bağlandığı nokta yine mükâfat. Yani ödül dediğimiz şeyin somut ve soyut tüm varoluşlarında mükâfat ezgisi var. Aynı şekilde mükâfat kelimesinin sözlük tanımına baktığımızda, ödülle karşılaşıyoruz. Ödül ve mükâfat aynı anlama tekabül ediyor; ikisi de yapılan bir şey sonucunda iyi bir karşılık almayı simgeliyor.

Peki hayat böyle mi işliyor sahiden?

Tahterevallinin diğer ucunda duran ceza ağırlaşınca ödül göğe mi yükseliyor?

Zıddı olmadan, yani karşı tarafta bir zarar ya da zarar veren biri olmadan ödül, mükâfat oluşabiliyor mu?

Her mükâfat içinde iki taraf taşıyor. Bu taraflar kurdukları ilişki yolculuğunda ortaya bir olay, bir durum ya da bir yaşantı çıkarıyorlar. Ortaya çıkan ilişki sürdükçe iki taraf da kendi havzasında birikim yapmaya başlıyor. Taraflar zaman zaman birbirlerinin ödülü olduklarını düşünürken, iç dünyaları çarpıştığında yani bir şeyler fena halde ters gitmeye başladığında hemen bir ceza muhakemesi yapıyorlar. İnsanlık yaşananları ödül-ceza ekseninde değerlendiriyor ve yola devam edebilmek için olandan ders çıkarmaya odaklı bir zihin hareketi gerçekleştiriyor. Günün sonunda her iki taraf da kendi içinde haklı olduğuna inanıyor ve mükâfat parçalanıyor, ikiye ayrılıyor. Yolculuk bitiyor. İki insan, iki ayrı ödül-ceza kavramıyla kendi yollarına devam ediyor. Dolayısıyla ödül dediğimiz şeyin hepimizin kabul ettiği bir tanımı var fakat bu konuda herkesin biricik bir inancı da var. Yani ödül bir kelime ya da kavram olmaktan çok daha fazlası…

Edebiyat yarışmalarının ödül törenlerinde bunu hep düşünürüm. Herkese göre farklı inşa edilmiş bir ödül sisteminde, bambaşka zihin yapılarına sahip jüriler kendilerine gönderilen edebiyat eserleri arasında seçim yapıyor. Eserleri seçilenler “kazanan” olarak ilan ediliyor ve ödüle layık görülüyor. Kazananlar konusunda elbette bir problem yok fakat kazanamayanlar neye göre, hangi zihnin beklentisine göre kazanamıyor? İşte bu sorunun cevabı yarışmaların gölgesi altında kalıyor.

26 Nisan’da gerçekleşen Seyhan Livaneli Öykü Yarışması Ödül Töreni’nde bu konuya dair bir yenilik gerçekleştirildi. Ödül töreni programına mini bir panel eklendi ve yarışmanın jürileri belirledikleri yol-göç temasına yönelik kendi bakış açıları hakkında konuşmalar yaptı.

Menekşe Toprak bir göçmen olarak kendi yabancılaşma hikâyesinden ve göçü deneyimleyen kişinin duygu yoğunluğundan bahsetti. Bu ağır deneyimi kaleme alabilmek için aradan bir iki kuşak geçmesi gerekiyor, göç edenlerin torunları bu hikâyeleri çok daha........

© Edebiyat Burada


Get it on Google Play