Koskoca üç ay geçmiş. Doksan dokuz taneli değil, ninelerin boynundaki dokuz yüz doksan dokuz taneli tesbih gibi dersleri saymakla bitmeyen bir garip medrese gibi.

Yeryüzü yorgun, mahzun, avare.

Melekler “Subhaneke la ilme lena..” zikrinde.

“Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...”

Ebu Ubeyde’nin de muhataplarının da dediği gibi, artık alem iki parça.

“Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.”

Bir yanda nefsin elinde esir edilmiş akıl. Öte yanda ruhun ve kalbin terkisinde akıl.

Bir tarafta “büyük hesaplar yapanlar” bir tarafta “büyük hesaptan korkanlar”..

Ah şu hesapçılık..

Basit üç misalle söyleyelim.

Karşınızda bir yangın var. Ve siz hemen bulduğunuz şeyle söndürmeye koşmak yerine oturup “şöyle yaparsam başıma ne gelir, böyle edersem ne gelir?” diye düşünüyorsunuz.

Yine yolda kalmış birisi, arabanıza almanız için el kaldırıyor. Ve siz o anda bir sürü olumsuz örneklerle risk analizi yapıyorsunuz. “Ya bana bir zarar verirse? Filan olaydaki gibi ya adam yüzünden bir belaya uğrarsam..”

Ve bir komşunuz var. Kapısını çalıp bayramını belki tebrik etmeniz icap ediyor, ya da başka bir vesile ile ilgilenmeniz.. Ancak ya yanlış anlarsa, ya ters biriyse, ya şöyle ya böyle diye devam eden kuruntular üretip sormadan geçip gidiyorsunuz.

Ne tuhaf bir insansızlığa yuvarlanıyoruz farkında mısınız?

Düşeni kaldırmadan geçip giden post modern kırk altılı kromozomlar, hakikaten kendisine göklerde ve yerde ne varsa hepsinin boyun eğdirildiği şu devasa kosmozun devamlılığını daha ne kadar hak eder?

Ekran karşısında sürekli canlı canlı katliam izleyip durumu değiştirmek için varını yoğunu seferber etmeyen bir beşer bundan böyle nereye kadar güven verebilir?

Adem(as) ile Havva annemizin şu fani diyardaki öyküsü için haydi on bin yıl diyelim. Bu süre boyunca hemcinsine karşı hiç bu kadar umarsız, bu denli duyarsız, bu derece ilgisiz, bu seviyede kör, sağır, dilsiz ve diğergamlığını böyle yitirmiş bir dönem gelmiş midir? Asla.

Evet katliamlar, soykırımlar envai çeşit zulümler hep olagelmiştir. Fakat katilin bu kadar azmettirici ve destekçi ile himaye edildiği, mazlumun da bu kadar izleyici ile, bu kadar çaresiz bırakıldığı bir örnek herhalde çok çok azdır.

Siyasetçiler, bilimciler, kelli felli uzmanlar öyle akıldane, öyle mantıksal, öyle profosyonel öyle tedbirli yorumlar yapıyorlar ki: “Aman ha! Bu İsrail çevresini de ateşe atmaya çalışıyor. Bunlar dünya savaşı çıkarmaya çalışıyor. Bunlar bir ülkenin kendilerine saldırmasını bekliyor. Aman ha!!”

Tabi ya, bizim iyiliğimizi düşünüyorlar. Çılgınca maceralara girip de her şeyimizi kaybetmeyelim diye çabalıyorlar. Ekonomimiz, sosyal dengelerimiz, refah seviyemiz bozulmasın diye uğraşıyorlar. Sınırlarımız içinde mutlu mesud yaşayalım diye ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Sağolsunlar..!

İşgal rejimiyle en ufak bir ticareti yahut başka bir bağı koparmamaları da bu yüzden. Hep bizim için.

Yoksa Amerika ne yapar biliyor musun?

Ambargo uygular, açlıktan ölürüz.

Avrupa şunu bunu yapar, karanlıkta kalırız.

Sağolsunlar. Çok iyi hesaplıyorlar çook..

Ha Gazze’deki katliam mı?

Hep kızıyoruz ya.

Hep kınıyoruz ya.

Ne ince bir hüner, ne müthiş bir kıvrak zeka..

Böylece kendimizi sağlama almış oluyoruz.

Böylece bugünümüzü de geleceğimizi de korumuş oluyoruz.

Tehlikeyi selametle savuşturmuş oluyoruz.

Zavallı biçare kullar olduğumuzu unutarak..

Ya bize kastetselerdi? diye bir soru da tabi ki hayli netameli olduğu için sormaya gerek yok.

Zira Filistin’lilerin “bizden” olup olmadığını din veya insanlık değil hatta neredeyse vatandaşlık bile değil sadece “coğrafi” sınırların belirlediği bir devlet gerçekliği için ne söylenebilir ki?

Ah şu hesapçı!!

“Gayba imanın” karşısına dikilen helvacı Azer..

Kardeşi Habil’e karşı sosyal bilimci demokrat, gömme dersi veren kargaya karşı kişisel gelişim kursiyeri..

Yusuf’a ne yapalım derken “Güvenlik Konseyi”, onu kurt yemiş derken Amerika!

Uhud öncesi istişarede fikir bülbülü, savaş kesinleşince kayış yaranların Ubey b. Selülü.

Meğer felçli düzenin ilacı gözü kara yiğitlermiş ya hu.

Hesaptan korkan hesapsız erler..

El Hasib olan Mevlâ, onlarla dönüyormuş, “biz de döneriz” derken..

Ne mutlu hesap yapmadan önce hesap soranlara!

QOSHE - Hesap Yapanlara Ve Hesap Soranlara Göre Filistin - Özkan Yaman
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hesap Yapanlara Ve Hesap Soranlara Göre Filistin

5 10
06.01.2024

Koskoca üç ay geçmiş. Doksan dokuz taneli değil, ninelerin boynundaki dokuz yüz doksan dokuz taneli tesbih gibi dersleri saymakla bitmeyen bir garip medrese gibi.

Yeryüzü yorgun, mahzun, avare.

Melekler “Subhaneke la ilme lena..” zikrinde.

“Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...”

Ebu Ubeyde’nin de muhataplarının da dediği gibi, artık alem iki parça.

“Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.”

Bir yanda nefsin elinde esir edilmiş akıl. Öte yanda ruhun ve kalbin terkisinde akıl.

Bir tarafta “büyük hesaplar yapanlar” bir tarafta “büyük hesaptan korkanlar”..

Ah şu hesapçılık..

Basit üç misalle söyleyelim.

Karşınızda bir yangın var. Ve siz hemen bulduğunuz şeyle söndürmeye koşmak yerine oturup “şöyle yaparsam başıma ne gelir, böyle edersem ne gelir?” diye düşünüyorsunuz.

Yine yolda kalmış birisi, arabanıza almanız için el kaldırıyor. Ve siz o anda bir sürü olumsuz örneklerle risk analizi yapıyorsunuz. “Ya bana bir zarar verirse? Filan olaydaki gibi ya adam yüzünden bir belaya uğrarsam..”

Ve bir komşunuz var. Kapısını çalıp bayramını belki tebrik etmeniz icap ediyor, ya da başka bir vesile ile ilgilenmeniz.. Ancak ya yanlış anlarsa, ya ters biriyse, ya şöyle ya böyle diye devam eden kuruntular üretip sormadan geçip gidiyorsunuz.

Ne tuhaf bir insansızlığa yuvarlanıyoruz farkında mısınız?

Düşeni kaldırmadan........

© Doğruhaber


Get it on Google Play