“Aziz İle Nikola” adını verdiğiniz romanınız birkaç ay önce yayımlandı. Okuru bol olur umarız. Roman “Gayriciddi tarihimtırak yol anlatısı” diyerek başlıyor. Genelde tarih hem tarihçiler hem de tarih okuyucuları tarafından ciddi bir alan olarak görülür. Gayriciddi tarihimtırak sözü ile ne anlatmak istiyorsunuz?

Tarih, kendi disiplini içinde elbette çok önemli ve ciddiye alınması gereken bir akademik alandır. Ne var ki resmi tarihin bize ciddiyetle anlattığı şeyler de kimi zaman hiç te öyle tutarlı değil. Bakınız Aziz Nikola’nın (romandaki değil, tarihin anlattığı) tarihi ya da buna benzer bir dolu şey. O nedenle tarihle biraz da eğlenmek, konuya bu gözle bakmak bence hiç fena fikir değil. Ben, benim Aziz Nikola’ma çok daha fazla inanıyorum ve okurun da böyle düşüneceğine eminim.

Romanınızda kurmaca, üst kurmaca, metinlerarasılık gibi birçok teknik kullanıyorsunuz. Ayrıca çağlar, zamanlar arasında gidip geliyorsunuz. Antik zamanlardan günümüze, İlkçağlardan modern zamanlara, Hristiyanlık döneminden İslamiyet dönemine, geçmişten günümüze… Neler söylersiniz “Aziz İle Nikola”nın yazımı, tekniği hakkında?

Romanlarda, öykülerde, yapıya dair farklı şeyler denemeyi seviyorum. Bu roman özelinde de elbette benim icadım olmayan, üst kurmaca, metinlerarasılık gibi teknikler var. Ama özellikle denemeye çalıştığım bir şey var ki bu belki de biraz yeni yaklaşım; o da “Yancı Anlatıcı” diye tabir edebileceğim bir teknik. Biz genelde ben anlatıcı veya tanrı anlatıcı gibi kavramlara alışığız.

Aziz ile Nikola’da ise olayı iki baş karakterin adeta bir adım gerisinden izleyen, olaylara o anda hakim olan ve bize sanki gördüklerini aktaran, kimi zaman da kendince yorumlayan bir anlatıcı var. Ben muğlak alan yaratan bu anlatım şeklini sevdim ve denemek istedim. Dilerim okurlar da severler.

“Aziz İle Nikola” postmodern bir roman mıdır?

Başka birçok şey gibi postmodern kimi tekniklerin de yer yer kullanıldığı bir romandır ama bütün olarak postmodern diyemeyiz. Ya da şöyle söyleyeyim; bir romanın teknik anlamda nasıl adlandıracağı beni pek ilgilendirmiyor. Aktarmak istediğim duyguya herhangi bir noktada hangi teknik hizmet ediyorsa onu kullanmaya çalışıyorum. Bunu adlandırmanın okur açısından da pek önemli olduğunu düşünmüyorum. Daha ziyade fakültenin işi bunlar.

Romanın ana karakterlerinden Arif Bey ile Fuat Sevimay arasında herhangi bir bağ, bağlantı, benzerlik var mı? Ya da Arif Fuat Sevimay mı?

Romanlarımda düzenli kullandığım birkaç isim vardır. Emel ve Latife gibi Arif de bunlardan birisi ve evet, akışta bir Arif varsa, o kısmen ben olabilirim ama kısmen! Daha önce çevirmen kimliğimi dolandırdığım “Benden’iz James Joyce” romanı vardı. Burada Arif’in yazar kimliğiyle görünmesi de ona nazire olabilir.

Romanın genelinde ironik bir dili var. Sokak ağzı ve argo kendini hissettiriyor? Bu üslup hakkında neler söylersiniz?

Bir söz söylemiştim bir zaman. “Edebiyatçının derdi olmalı ama edebiyat dertli olmak zorunda değil,” diye. Ufaktan herkesin hoşuna gitmeye başladı bu demek ki edebiyatın hep kasvetli hep ağlak halinden sıdkımız sıyrılmış.

Ben ironik dili hem seviyor ve kullanmaya çalışıyor hem de önemli buluyorum. Çünkü bir sorunu eğlenerek dile getirmek, beraberinde bir direnç de sağlıyor. Ve becerebildiğim alan olduğu için oradan yazmayı sürdürürüm sanki.

“Aziz İle Nikola”yı okurken tarihte yaşanmış birçok olayın aslında yaşandığı dönemde çok sıradan insan halleri olduğunu görüyoruz. Tarih ya da geçmiş farklı ideolojik, düşünsel, dinsel paradigmaların etkisiyle değişiyor, dönüşüyor. Düşmanlıklar, yabancılaşmalar, savaşlar doğuyor. Neler söylersiniz bu hususlarda? Neden tarih günümüzde bu denli ayrışmaların doğmasında etkili oluyor?

Modern çağ, insanlığa nevrotik bir yapı sunuyor. Zor zamanlar yaşıyoruz. Bundan kaçmak için de bazen tarihin kahramanlık hikayelerine, mitosa, altın çağlara sığınıyoruz. Oysa o gün yaşanan ne ise bugün yaşanan da üç aşağı beş yukarı aynı şey.

Resmi tarih geçmişe dair güçlü bir yapı sunuyor ki günümüzün gerçek sorunları yerine sanal düşmanlar yaratalım. Buna karşı uyanık olmak gerek. Hiçbir millet, hiçbir inanç, hiçbir insan düşmanım değil, olamaz. Neden olsun?

Bizi buluşturacak onca şey varken, barış içinde yaşamak varken, neden hiç tanımadığım insana düşman olayım, neden savaşa teşne nesiller yetişsin!

Romanda Aziz’in ettiği bir söz var. “İnsan oturduğu yerden on bin kilometre öteye düşman olabiliyor,” diyor. Bunun üstüne düşünmeli. Çünkü bu gerçekten çok saçma.

Aslında Aziz Nikola’dan Noel Baba’ya bir tarihi kişiliğin tüketim nesnesi olma sürecini de görüyoruz. Anadolu’da yaşamış, yaşadığı dönmede çok ta tanınmayan bir kişi zamanımızda kutuplardan geyiğine binmiş beyaz sakallı bir kutsal kişiliğe dönüşüyor. Hıristiyanlar Noel Baba’yı çok seviyorlar. Müslümanlar ise hiç hazzetmiyorlar… Neler söylersiniz? Bu çatışmanın merkezine neyi yerleştiriyorsunuz?

Noel Baba figürünü, hangi dine inandığından bağımsız olarak, genelin sevdiğini, sevimli bulduğunu düşünüyorum. En nihayet pamuk sakallı, tonton, hoh hoh hoo diye gülen bir ihtiyar. Bana göre bizdeki temsili Nasrettin Hoca gibi. Müslümanların ve hatta ilginç bir şekilde Hıristiyanların içinde Noel Babadan hoşlanmayanlar, her koşulda nefret etmeye yer arayan, fırsat kollayan bir kitle. Din ile radikalliği, yobazlığı karıştıran, sevgiyi hoşgörüyü gülmeyi unutmuş bir kitle. Onlara bir şey söylemeye gerek yok.

Noel Babayla ilgili arızalı olan taraf, dini temsili değil ki zaten o çok gerilerde kalmış. Tüketimin yüzü olması. Asıl itiraz orada olmalı. Dünyanın tüketim çılgınlığı, kapitalizm, Müslüman Hıristiyan Budist deist ayırmıyor. Asıl çatışma da burada. Barış içinde yaşayacak mıyız yoksa birbirimizi ve dünyayı tüketecek miyiz? Burada saf tutmamız gerekir.

Aziz Nikola’nın Noel Baba’ya dönüştürülmesi bir kapitalizm eleştirisi olarak da okunabilir mi?

Kesinlikle. Yukarıda da değindiğim gibi, Kapitalizm, yani kapitalin büyük insanlığı sömürmesi, görüldüğü her yerde eleştirilmesi, uzak durulması gereken bir şey. Noel Baba sevimli bir karakter, bizi de cezbediyor ama bunun, bir dolu benzer şey gibi tüketim aygıtına dönüşmesi korkunç.

Romanda o kadar eski/yeni, Yerli/yabancı isim var ki baş döndürücü… Nuri Bilge Ceylan, Nuri Alço, Orhan Pamuk, Umberto Eco, Odisseas, Dante… Bu kadar çok ismi nasıl bir araya getirdiniz?

Aslında bunu beceren ben değilim, tarih ve belleğimiz. Biz şu anı yaşarken, Nuri Bilge’nin bir filminden, Dante’nin bir dizesinden, Gramsci’nin fikirlerinden, Sophia Loren’in güzelliğinden ya da Rambo’nun çirkinliğinden, tüm bunların kültürel kodlarından etkilenerek yaşıyoruz. O halde edebiyat tüm bu geçmişi neden bir araya gelmesin. Böylesi zaman içinde dolaşan bir romanın da böyle bir geçit törenin sahne olması çok uygundu. Ben elime gelen fırsatı değerlendirdim diyelim.

Romanın önemli karakterlerinden biri de Alya. Denizci Alya… Bu güçlü bir kadın karakter. Burada eril mantaliteye bir eleştiri mi var?

Eril eleştiri önemli. Ama ben bunu kadın/erkek ayrımının da ötesine geçerek “Erk” eleştirisi yani güç eleştirisi olarak ele almayı yeğlerim. Hatta bunu eleştiriyle birlikte bir özeleştiri olarak da görmek isterim. Alya romanda doğayı temsil eden karakter, doğanın (ve tarihin) bozulmamış zamanlarından geliyor ve bir yere kadar dayanabiliyor.

İnançla ilgili söylediklerim burada da geçerli. Bizim neye inandığımız değil sorun, bunu kimin sömürdüğü mesele. Ezan, Kuran diye Müslümanlık satanla, Hiroşima bombalayıp Noel Baba satanın bir farkı yok. Aynı şekilde erki, gücü kullananın cinsiyeti de önemli değil. Ama insanlığın akışında bu ikincisi, yani erk, elbette yoğun şekilde eril mantalite ile özdeş. Alya buna karşı duran karakter. Alya önemli!

Fuat Bey bu ve diğer kitaplarınıza topluca baktığımızda bizi şaşırtan, genelgeçer yargıları altüst eden, söylemsel iktidarlara savaş açan bir tarzınız var. Kaleminiz vasata aykırı çalışıyor. Farklı bakıyorsunuz mevzulara. Neden böyle bir üslup? Nedir gayeniz?

Bunu ifade etmeniz beni çok mutlu etti. Aslında uzun uzadıya açıklamaya da gerek yok. Çağımız vasat çağı ve ya vasata dahil olacağız ya da dışına çıkmaya hem kendimizi hem de okuru zorlayacağız. Ben zor olan yolu seçtim ama bundan da çok mutluyum. Yoksa gerek edebiyattaki gerekse diğer alanlardaki vasat iktidarların, onulmaz erkin yarattığı bataklığa mahkumuz. Farklı bakmak iyidir. Sanat belki de bu farklı bakmanın ta kendisidir.

Kitabın sonunda “Hayat dediğin bir güzel hayal. Önemli olan yaşadığına inanıp o hayatın peşine takılabilmek.” Şimdiki zamanlarda bırakın yaşamayı, savaşıyoruz. Bizim buralarda yaşamak demek savaşa girmek demek. Zor zamanlardayız. Yukarıdaki sözlerinizi de merkeze alarak neler söylersiniz.

Aslında evet, bize yaratanın bahşettiği çok güzel bir hayat var. Bunun tadını çıkarmak, hayalini kurmak yerine, hem bireysel anlamda hem de toplumsal boyutta gerilmeyi, savaşmayı seçiyoruz. Ya da belki mecbur kalıyoruz demek gerek. Hayatın (aynı zamanda edebiyatın) güzelliğini, hayaller kurdurmasını ıskalamak gerek. Bu çabaya, bu çorbaya bir tutam tuz kattıysam ne mutlu bana.

Son olarak neler söylersiniz?

Değerli sorularınız için çok teşekkür ederim. Bir yazarın öncelikli arzusu kitabının incelikle okunmasıdır ve sizin yaptığınız gibi detaylı bir okuma gelince de çok mutlu oluyoruz. Bu vesileyle böyle okuyan tüm okurlara, dostlara ayrıca teşekkür etmek isterim.

Biz teşekkür ederiz.

Muaz ERGÜ

Fuat SEVİMAY

Kaleme Aldığı Eserler

Çevirileri

QOSHE - Sevimay: “Romanlarda, Öykülerde, Yapıya Dair Farklı Şeyler Denemeyi Seviyorum.” - Muaz Ergü
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sevimay: “Romanlarda, Öykülerde, Yapıya Dair Farklı Şeyler Denemeyi Seviyorum.”

9 0
27.12.2023

“Aziz İle Nikola” adını verdiğiniz romanınız birkaç ay önce yayımlandı. Okuru bol olur umarız. Roman “Gayriciddi tarihimtırak yol anlatısı” diyerek başlıyor. Genelde tarih hem tarihçiler hem de tarih okuyucuları tarafından ciddi bir alan olarak görülür. Gayriciddi tarihimtırak sözü ile ne anlatmak istiyorsunuz?

Tarih, kendi disiplini içinde elbette çok önemli ve ciddiye alınması gereken bir akademik alandır. Ne var ki resmi tarihin bize ciddiyetle anlattığı şeyler de kimi zaman hiç te öyle tutarlı değil. Bakınız Aziz Nikola’nın (romandaki değil, tarihin anlattığı) tarihi ya da buna benzer bir dolu şey. O nedenle tarihle biraz da eğlenmek, konuya bu gözle bakmak bence hiç fena fikir değil. Ben, benim Aziz Nikola’ma çok daha fazla inanıyorum ve okurun da böyle düşüneceğine eminim.

Romanınızda kurmaca, üst kurmaca, metinlerarasılık gibi birçok teknik kullanıyorsunuz. Ayrıca çağlar, zamanlar arasında gidip geliyorsunuz. Antik zamanlardan günümüze, İlkçağlardan modern zamanlara, Hristiyanlık döneminden İslamiyet dönemine, geçmişten günümüze… Neler söylersiniz “Aziz İle Nikola”nın yazımı, tekniği hakkında?

Romanlarda, öykülerde, yapıya dair farklı şeyler denemeyi seviyorum. Bu roman özelinde de elbette benim icadım olmayan, üst kurmaca, metinlerarasılık gibi teknikler var. Ama özellikle denemeye çalıştığım bir şey var ki bu belki de biraz yeni yaklaşım; o da “Yancı Anlatıcı” diye tabir edebileceğim bir teknik. Biz genelde ben anlatıcı veya tanrı anlatıcı gibi kavramlara alışığız.

Aziz ile Nikola’da ise olayı iki baş karakterin adeta bir adım gerisinden izleyen, olaylara o anda hakim olan ve bize sanki gördüklerini aktaran, kimi zaman da kendince yorumlayan bir anlatıcı var. Ben muğlak alan yaratan bu anlatım şeklini sevdim ve denemek istedim. Dilerim okurlar da severler.

“Aziz İle Nikola” postmodern bir roman mıdır?

Başka birçok şey gibi postmodern kimi tekniklerin de yer yer kullanıldığı bir romandır ama bütün olarak postmodern diyemeyiz. Ya da şöyle söyleyeyim; bir romanın teknik anlamda nasıl adlandıracağı beni pek ilgilendirmiyor. Aktarmak istediğim duyguya herhangi bir noktada hangi teknik hizmet ediyorsa onu kullanmaya çalışıyorum. Bunu adlandırmanın okur açısından da pek önemli olduğunu düşünmüyorum. Daha ziyade fakültenin işi bunlar.

Romanın ana karakterlerinden Arif Bey ile Fuat Sevimay arasında herhangi bir bağ, bağlantı, benzerlik var mı? Ya da Arif Fuat Sevimay mı?

Romanlarımda düzenli kullandığım birkaç isim vardır. Emel ve Latife gibi Arif de bunlardan birisi ve evet, akışta bir Arif varsa, o kısmen ben olabilirim ama kısmen! Daha önce çevirmen kimliğimi dolandırdığım “Benden’iz James Joyce” romanı vardı. Burada Arif’in yazar kimliğiyle görünmesi de ona nazire olabilir.

Romanın genelinde ironik bir dili var. Sokak ağzı ve argo kendini hissettiriyor? Bu üslup hakkında neler söylersiniz?

Bir söz söylemiştim bir zaman. “Edebiyatçının derdi olmalı ama edebiyat dertli olmak zorunda değil,” diye. Ufaktan herkesin hoşuna gitmeye başladı bu demek ki edebiyatın hep kasvetli hep ağlak halinden sıdkımız sıyrılmış.

Ben ironik dili hem seviyor ve kullanmaya çalışıyor hem de önemli buluyorum.........

© dibace.net


Get it on Google Play