“Yalnız” ve “Kabuk” romanlarınızdan sonra “Tanrı ve Memeli Hayvanlar” adlı öykü kitabınız birkaç ay önce yayımlandı. Neden romanlardan sonra bir öykü kitabı yayımladınız? Son zamanlarda öykü mü roman mı tartışmaları sık yapılıyor. Öykü yazmak mı daha kolay yoksa roman mı, öykü ve roman ayrı birer tür ya da bunlar birbirini tamamlıyor gibi tartışmalar… Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Bir sıralama takip etmedim aslında. Çok uzun bir süre tiyatro oyunları yazdım. İlk romanım Kabuk‘u on iki, on üç yıl önce yazmaya karar verdim. Ardından Yalnız geldi. Ama neredeyse çocukluğumdan beri öykü yazıyorum. Tabii aslında bu bir yazma antremanıymış, şimdi daha iyi anlıyorum. Kabuk’tan sonra ara ara yeniden öykü yazmaya devam ettim, o alana dönmüş oldum. Zaman içinde epey öykü birikti. Yayın evim istersem öykülerimi kitaplaştırabileceklerini söyleyince, ben de uzun bir çalışma sonrasında öykülerimi onlara teslim ettim. Böylece basılmış oldu. Romantik bir yolculuk değil açıkçası ama ilerleme böyleydi.

Roman yazmak elbette çok daha karmaşık ve uzun zamana yayılan bir iş. Roman yazma döneminde insan yarattığı dünyanın içinde yaşıyor. Orada kalmak ve sürekli akışı takip etmek önemli. Öykü ise küçük bir an veya durumu anlatıyor. O yüzden içine bir an girip çıkıyor, gerektiğinde unutabiliyorsunuz. Okurluk açısından bakarsam her zaman çok daha iyi bir roman okuyucusu oldum.

“Tanrı ve Memeli Hayvanlar” ilginç, dikkat çekici bir ad. Neler söylersiniz kitabınızın adı ile ilgili?

Tanrı kitaptaki ilk öykünün adı. Diğer öykülerde ise ana karakterler kadın. Ve elbette keçiler, inekler vb. hayvanlar da var. Adı üzerine epey düşündük, hem eğlenceli hem dikkat çekici olsun istedik.

Öykü kahramanlarınız kadınlar. Yasemin, Filiz, Defne… Bu kadınlar toplumsal normların belirlediği kadın profiline çok uymuyorlar. Kendi olmak isteyen, kendi gibi davranmak isteyen kadınlar… Böylesi kahramanlara öykülerinizde yer vermenizin sebepleri hakkında neler söylersiniz?

İnsanın bütünlüklü hissedebilmesi için en önemli şeyin kendini gerçekleştirebilmek olduğuna inanıyorum. Kendini gerçekleştirmek ise çaba istiyor. Gerektiğinde kurallara, geleneklere, otoriteye kafa tutmak zorundayız. Benim karakterlerim da bunu yapıyorlar.

Antik Yunan trajedilerinde bir kural vardır. Ana karakter yenileceğini bile bile başkaldırır. Trajedinin olmazsa olmaz temel motifi bu başkaldırıdır. Trajik kahramanın var oluş amacıdır bu, kendinden büyük bir güçle sonunda yenileceğini bilse de savaşmaya devam eder. Bence insanın en anlamı yanı bu duruşta gizli.

Özellikle “Tanrı” adlı öykünüzde kahramanlarınıza ad verme yerine Onları tasvirle anlatıyorsunuz. Genç ve Kızıl saçlı, sakallı adam, sarı saçlı, sarı sakallı, uzun boylu… Bunun herhangi bir nedeni var mı?

Bilmediğimiz bir zamanda yaşamış bir kabilenin hikayesi Tanrı. Galiba ben diliyle yazmadığım tek öykü de bu. Dışardan gözlemleyen birinin, onlara uzaktan bakarak yaptığı tanımlar.

Tiyatro eğitimi aldınız. Oyunculuk da yapıyorsunuz. Bu eğitimin, oyunculuğun yazarlığınıza etkisi var mı?

Oyunculuk eğitimimin ve sonrasında oyunculuğumun yazmaya çok önemli etkileri olduğunu son zamanlarda daha iyi anlıyorum. Konservatuarlarda verilen ilk ödev insanları gözlemleyin olur hep. Önce belki yüzeysel bir gözlem yapıyorsunuz. Ama zamanla insanların derinine bakmayı öğreniyorsunuz.

Oynarken de ana malzememiz hep insan. Bir karakter nedir, nasıl oluşturulur bilmeden yapılamayan bir meslek. Yazmakla tamamen aynı temel ilkeye sahip.

Öykülerinizde ölüm imgesine sıkça yer veriyorsunuz. “Elma” öyküsündeki Nesrin hastanede yatarken bir yandan ölmek istiyor diğer yandan yaşamayı çok sevdiğinin farkına varıyor. “Devrimci bir cesaretle karşılarım ölümü sanıyordum. Ama pek öyle değilmiş, doymuyormuş insan dünyaya” Elma getiriyor sonra bir ziyaretçi. Elma metaforuyla ölüme ve sisteme karşı bir direniş mi gösteriliyor? Neler söylersiniz?

Elma bence sembolik anlamları dışında muhteşem bir meyve. Hem sağlıklı, hem lezzetli, hem ferahlatıcı. Nesrin Hanım son elmasını yediğini düşünüyor. Ama işler korktuğu kadar kötü ilerlemiyor. Nesrin, kitaptaki en yaşlı karakterim. Gençken yaşlı insanların ölümü daha kolay kabullendiklerini sanırdım. Şimdi anlıyorum ki insan yaşlandığında dahi ölümü kabul etmekte çok zorlanıyor. Hayat iyiden iyiye kıymete biniyor galiba. Elma benim için sağlığı, mutluluğu temsil ediyor en çok.

Aynı öyküde Nesrin devrimci geçmişine, yaşadığı yerdeki devrimci anlayışa ironik bir dille dokunuyor. “Biz, hey Nesrin Hanım, hey gidinin hey gidinin koca devrimcisi Nesrin Yoldaş, duyuyor musun kendini, biz kimiz? Biz mi kaldı? Bir sen kaldın onca yoldan, onca yoldaştan geriye.” Neler söylersiniz bu hususlarla ilgili?

Nesrin kendi kuşağından geriye kalan son kişi. Diğer tüm dostları, yoldaşları bu dünyadan göçmüşler. Öte yandan devrim umudu da seksenlerle birlikte sönüp gitmiş. Bir hatırlama ve yad etme anı gibi daha çok.

“Yasemin” adlı öykünüz bir arkadaşın ölümüne yakılmış ağıt gibi. Yatılı okulda okumuş arkadaşlıklar. Ölüm… Ölüm hakkında neler düşünüyorsunuz? Yatılı okul geçmişiniz oldu mu? Neler söylersiniz?

Ölüm kırklı yaşlardan sonra ete kemiğe bürünüyor insan hayatında. O yüzden elbette herkes gibi ben de ölüm hakkında düşünüyorum. Ama çok geniş bir konu bu. Sevdiklerinizi kaybettiğinizde daha net anlıyorsunuz, ürkütücü bir kabulleniş hali.

Evet. Seksenlerin ortasında, yedi yıl boyunca bir Anadolu lisesinin yatakhanesinde yaşadık. Yasemin benim çocukluk arkadaşım. Sonra meslektaş olduk. Bağımız hiç kopmadı. Ne yazık ki gerçek bir hikâye.

Öykülerinizin aralarına “Perde Arası” adını verdiğiniz yoğun metinler koymuşsunuz. Bu metinleri kitabınıza koymakla ne amaçladınız?

O metinler oyunlardan tiratlar. Küçük nefes araları gibi düşündük. Hem de kitabın teatral bir havası olsun istedim.

“Bir Minyatür Roman/Oluşmak” adını verdiğiniz öykü hem tarz hem de yazım olarak farklı. Bir de burada “Oysa oluşmak bozulmaktı.” mottosu var. Bu öykü hakkında neler söylersiniz?

İronik ve biraz da otobiyografik bir öykü. Hayali bir klişe yazarın kaleminde bir kadın karakter olarak ben nasıl ele alınırdım gibi tuhaf bir sorunun peşine düştüm. Oluşmak bozulmaktır o dönem üzerine epey düşündüğüm bir cümleydi. Tam ben oldum dediğiniz an, bozulmaya başladığınız an aslında.

“Filiz”, “Martı”, “Defne”, “Düşüş” öykülerinde ülkemizdeki kadınlık durumlarını anlatmışsınız. Çok çalışan ama görünmeyen, gösterilmeyen kadınlar. Tacize uğrayan, emeği sömürülen, baskı altında olan kadınlar. Baba, kardeş, akraba gözetiminde yaşamaya çalışan kadınlar. Bir kadın yazar olarak bu ülkede kadın olmak hususunda neler düşünüyorsunuz?

Bu ülkede ya da bu dünyada kadın olmak hep bir öz savunma halini gerektiriyor maalesef. Çünkü herkesin sizin hayatınız hakkında, ne yapmanız, nasıl davranmanız, nasıl yaşamanız gerektiğiyle ilgili bir fikri var.

Sanki bedeniniz de aklınız da kamuya açık bir müdahale alanı. Kimse fikirlerini beyan etmekten çekinmiyor. Oysa her insan kendi hayatının öznesidir.

Özellikle günümüzde genç kadınlara baktıkça daha çok öfkeleniyorum. Ben ellili yaşlarıma geldiğim için bu müdahalelerden muaf olsam da genç kadınlar sürekli bir kuşatma altındalar. Üstelik genç yoksulluğu diye bir gerçek var artık. Çok yorucu, çok yıpratıcı olduğunu düşünüyorum.

“Vücut” ve “Elli” öyküleriniz birer manifesto gibi. Bu iki öyküde de bir başkaldırı hissediliyor. “Elli” öyküsünde moramiral, Balbay, darbay, yüzbinbaşı gibi terimler kullanarak toplumsal hiyerarşiye bir karşı çıkış mı gösteriliyor?

Kadın hayatı üzerinde söz ve hak sahibi olduğunu varsayan her türlü otoriteye bir eleştiri elbette.

Son olarak neler söylersiniz?

Selamlar sevgiler.

Teşekkür ederiz.

Muaz ERGÜ

Zeynep Kaçar

QOSHE - Kaçar: “Oysa Her İnsan Kendi Hayatının Öznesidir.” - Muaz Ergü
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kaçar: “Oysa Her İnsan Kendi Hayatının Öznesidir.”

6 1
21.12.2023

“Yalnız” ve “Kabuk” romanlarınızdan sonra “Tanrı ve Memeli Hayvanlar” adlı öykü kitabınız birkaç ay önce yayımlandı. Neden romanlardan sonra bir öykü kitabı yayımladınız? Son zamanlarda öykü mü roman mı tartışmaları sık yapılıyor. Öykü yazmak mı daha kolay yoksa roman mı, öykü ve roman ayrı birer tür ya da bunlar birbirini tamamlıyor gibi tartışmalar… Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Bir sıralama takip etmedim aslında. Çok uzun bir süre tiyatro oyunları yazdım. İlk romanım Kabuk‘u on iki, on üç yıl önce yazmaya karar verdim. Ardından Yalnız geldi. Ama neredeyse çocukluğumdan beri öykü yazıyorum. Tabii aslında bu bir yazma antremanıymış, şimdi daha iyi anlıyorum. Kabuk’tan sonra ara ara yeniden öykü yazmaya devam ettim, o alana dönmüş oldum. Zaman içinde epey öykü birikti. Yayın evim istersem öykülerimi kitaplaştırabileceklerini söyleyince, ben de uzun bir çalışma sonrasında öykülerimi onlara teslim ettim. Böylece basılmış oldu. Romantik bir yolculuk değil açıkçası ama ilerleme böyleydi.

Roman yazmak elbette çok daha karmaşık ve uzun zamana yayılan bir iş. Roman yazma döneminde insan yarattığı dünyanın içinde yaşıyor. Orada kalmak ve sürekli akışı takip etmek önemli. Öykü ise küçük bir an veya durumu anlatıyor. O yüzden içine bir an girip çıkıyor, gerektiğinde unutabiliyorsunuz. Okurluk açısından bakarsam her zaman çok daha iyi bir roman okuyucusu oldum.

“Tanrı ve Memeli Hayvanlar” ilginç, dikkat çekici bir ad. Neler söylersiniz kitabınızın adı ile ilgili?

Tanrı kitaptaki ilk öykünün adı. Diğer öykülerde ise ana karakterler kadın. Ve elbette keçiler, inekler vb. hayvanlar da var. Adı üzerine epey düşündük, hem eğlenceli hem dikkat çekici olsun istedik.

Öykü kahramanlarınız kadınlar. Yasemin, Filiz, Defne… Bu kadınlar toplumsal normların belirlediği kadın profiline çok uymuyorlar. Kendi olmak isteyen, kendi gibi davranmak isteyen kadınlar… Böylesi kahramanlara öykülerinizde yer vermenizin sebepleri hakkında neler söylersiniz?

İnsanın bütünlüklü hissedebilmesi için en önemli şeyin kendini gerçekleştirebilmek olduğuna inanıyorum. Kendini gerçekleştirmek ise çaba istiyor. Gerektiğinde kurallara, geleneklere, otoriteye kafa tutmak zorundayız. Benim karakterlerim da bunu yapıyorlar.

Antik Yunan trajedilerinde bir kural vardır. Ana karakter yenileceğini bile bile başkaldırır. Trajedinin olmazsa olmaz temel motifi bu başkaldırıdır. Trajik kahramanın var oluş amacıdır bu, kendinden büyük bir güçle sonunda yenileceğini bilse de savaşmaya devam eder. Bence insanın en anlamı yanı bu duruşta gizli.

Özellikle “Tanrı” adlı öykünüzde kahramanlarınıza ad........

© dibace.net


Get it on Google Play